∞ 2
Bugünki rezilliklerimden sonra, sonunda iki ayağımın üzerinde durmayı başarmıştım. Sinir bozucu, karşımda pişmiş kelle gibi sırıtan bir yabancıyı unutmamak gerek tabi. Şuan aslında normal bir insan gibi ona teşekkür edip yerime gecebilirim.
"Tamam, bugün iki kez benim için birşey yaptın. Hem kolyem için hemde trene yetiştiğim için teşekkür ediceğimi zannediyorsan yanılıyorsun. Çünkü sonuçta bunların başıma gelmesinde birazda olsa payın var" diyerek cümlemi noktaladım. Elbette ona bir teşekkür borçlu değildim. Hepsi onun sucuydu. Bence ödeşmiştik yani.
Yüz ifadesini bozmadan, "sen cidden arızasın kızım. Hem geliyorsun benimle kavga ediyorsun sonrada nankörlük yapıyorsun. Kaportanda bir bozukluk var" dedi. Birde kendisini haklı çıkarıyordu. Üstüne üstelik, birde bana sürekli hakaret ediyor. Aslında özür dilese bile yeriydi.
"Öküzsün yani" diye sinirle soludum. Beni cidden sinir ediyordu. Beni tanımadığı halde bana hakaret etmesi beni en derinlerde bir yerde incitiyordu.
"Sende çirkinsin. Ve ördeğe benziyorsun" diye benim aynı mimiklerimin taklitini yaptı.
Birşey demeden kendi kabinimi aramaya gittim. Ben sağ tarafa giderken onunda sol taraf gittiğini düşünüyordum. Arkama bakma gereği bile duymamıştım zaten. Bütün trene bakmıştım, ama hala bulamıyordum Emirayı. Acaba onu kaçırmışlarmıydı? Yada oda beni aramak için trenden indi ve sonra trenimi kaçırmıştı? "Allahım, niye bizim başımıza geliyorki böyle şeyler" diye kendi kendime sesli söyleniyordum. Hayır yani aslında sadece güzel 3 ay geçirmek istemiştim oysaki.
Cep telefonumu da Emirada bırakmıştım. Çok güzel! Cebimde 10 Liramla ortada kalmıştım ve nereye gittiğimi bile daha bilmiyordum. Tren kabinlerinden birine girdim ve oradaki guruba "Bu tren acaba İtalyaya mı gidiyor?" diye sordum. Sacları siyah-pembe, kıyafetleri yırtık pırtık, korkutucu, yüzü çokta belli olmayan kız, "Sorry, je ne peux pas parler le turc" tam olarak bunu söylemişti. Bir kaç saniye yüzünü göremesemde oraya odaklandım. Ne demişti O? Hangi dil olduğunu bile anlamamıştım. En azından ingilizce deniye bilirdim. Ingilizcem aslında kötü olsa bile.
Bütün konsantremi toplayarak, "where..." ellerimlede bir yandan tuhaf hareketler yapıyordum, "...go this...train" diye tek tek bütün kelimeleri yavaş yavaş söylemiştim.
Kızın yanında oturan mavi saclı çocuk bu sefere devreye girdi, "Je vous ai bien compris. Mais je ne peux pas parler anglais. Ce train se rend en France."Kesinlikle delirmek üzereydim. Tek anladığım şey Fransa olmuştu. Tabi Fransa dediğine göre fransızca konuştuklarını tahmin etmek çokta zor değildi. Galiba trende Fransaya gidiyordu. Arkamdan gelen tanıdık bir ses "Ella a perdu son chemin. Merci les gars. Bon Voyage encore" dedi. Arkamı dönmeye korkuyordum. Kabindeki grup "Okey. Merci aussi" demişti.
Korkularımla yüzleşmeliydim. Arkamı döndüğümde zaten korktuğum başıma gelmişti.
"Beni neden rahat bırakmıyorsun?" Diye kızgın bir tavırla sormuştum. Açıkcası O yabancıya karşı niye bu kadar tepkiliydim bilmiyorum.
"Farkındaysan yine elime düştün" dedi ve beni kolumdan tutarak sürüklemeye başladı.
"Bıraksana beni ya. Seninle Hiç bir yere gelmek istemiyorum" diye treni ayağa kaldıracak şekilde bağırmayıda ihmal etmiyordum.
Bir anda durunca bende frenliyemiyerek kafamı gövdesi çarptım. Tabi boyu benden daha uzundu. Ki bu aslında çokta zor değildi. 1,60 boyumla orta boy kategorisine giremiyordum bile, benim gözümde.
"Sana meraklı değilim ama biraz önce seni duydum. Seninde yolculuğun aslında italya. Ama ikimizde şuan yanlış trendeyiz. Yani anlayacağın en azından italyaya gitmenin yolunu bulana kadar birlikteyiz. Tabi çirkin ördek illede ben kafama eseni yapıcam derse buyur" dedi elimi bıraktı ve kollarını iki yana actı, " bu kesinlikle benim sorunum değil" dedi ve arkasına bile bakmadan devam yürüdü. Zaman kaybetmeden arkasından koştum. "Tamam haklısın. Nereden bile bilirim niyetini hem" diye kendimi yine bir türlü haklı çıkarma yolları arıyordum. Hızlı adımlarla boş bir kabine girdi. Arkasından bende kabinin kapısını actım ve karşısına oturdum.
"Okey kabul ediyorum. Biraz önce sana haksızlık ettim. Ama sonucta seni tanımıyorum bile. Tepkim bence normal yani" dedim. O ise sadece yüzüme baktı.
"Herneyse cevap vermeni beklemiyordum zaten. Şu bulunduğumuz durum yeterince karışık" diye sızlanmaya başladım. Cidden ağlamak istiyordum. Yüzümü asmıştım ve o kadar emeklerimi biriktirdiğim paralarımı ve aslında harika gecmesi gereken 3 ay düşündükçe gözlerim doluyordu.
Ama şuan buradaydık ve yolumuz şimdilik fransaydı. Cep telefonum yanımda yoktu. Arkadaşıma ulaşamıyordum çünkü numarasını bile aklımda tutamıyordum. Cebimde ise sadece 10 tl ve yanımda adını bile bilmediğim bir adam. Daha da kötü gelemezdi demi?
Daha fazla dayanamayarak ona doğru döndüm, "Bari adın ne o nu deseydin" diye adını öğrenmeye çalıştım. Koltuğa yayılmış gözleri kapalıydı aslında. En son konuşmamızdan baya bir süre geçmişti. Galiba uyuyordu. Yada benimle konuşmamak için uyuma takliti yapıyordum. Dayanamayarak ayağa kalktım ve yavaşça yanına yaklaştım. Dibine geldiğimde, fark ettim ki gerçektende uyuyordu. Aslında yakında bakınca pürüsüz bir yüze sahipti. Daha itiraf etmek gerekirse, yakışıklıydı bile.
"İnçelemen bittiyse artık bırakta devam uyuyayım" diyince birden korktum ve arkaya doğru sedelendim. "Ne incelemesi ? Yaşıyormusun diye baktım" derken bir yandan da geri eski yerime geçtim.
Tekrardan şansımı deneyerek, "Ee adını şimdi söyleyecek misin?" diye sordum. Merak ediyordum. Sonuçta bir yolcucuk bekliyordu bizi ve yanımdakinin kim olduğunu bilmek elbette hakkımdı.
"Madem bu kadar çok merak ettin" dedi ve elini uzattı, "Ben Yusuf" diyerek hafif yüzünde bir gülümseme belirlendi. Ben tabikide ciddiyetimi bozmadım. Tam olarak bu yabancıya karşı nasıl davrancağımı kafamda tam olarak tartmamıştım.
"Bende Leyla" dedim havada kalan elini aldırış etmeden. Elini indirdi ve "Mecnunu bulamayacaksın" dedi. Galiba espiri yapmaya çalışmıştı. Kötü şakasına gözlerimi devirmeden edemedim. "Gülmekten yıkıldım" dedim yüzümde tek bir duygu belirtisi vermeden. "Şaka değildi" dedi ve oturduğu yerine yaslandı, "Çok sevimsizsin. Suratsız ve çirkinsin. O yüzden Mecnunu bulamayacaksın demiştim." Her fırsatta bana hakaret ediyordu. Sinirlerim bozuluyordu. Beni tanımadan nasıl benim hakkımda bu kadar ön yargılı davranabiliyordu? "Bana sürekli hakaret ediyorsun. Sana bu hakkı kim verdi?" diye elimde olmadan sert çıkışmıştım.
"Ben sadece gördüklerimi söylüyorum. Bence genelinde bir sorun var senin. İlk önce bana ismimi soruyorsun sonrada tuhaf davranıyorsun. Dengesizsin" derken gözlerini yumuştu bile. Bu kadar acık sözlü olmak zorundamıydı? Kendimi toparlayarak "Her neyse benim mecnunum zaten seni ilgilendirmez. Belki o da benim gibi, senin tabirinle, suratsız, çirkin ve dengesiz olacak. Orasıda benim sorunum olsun" diye yine kendimi tuhaf bir şekilde savunmaya çalışıyordum. Aslında şuanda tam olarak bana saydığı hakaretleri kabul etmiş durumda bulunuyordum.
Gözleri hala kapalıydı. Cevap vermedi. Sadece kendi kendine gülümsedi. Beni sinir etmeyi yine başarmıştı. Galiba varlığı bile bana batıyordu. Ama şuanlık Yusuf adında bu yabancıya mecburdum. Sadece başıma daha ne gelebilirdi onu merak ediyordum...
![](https://img.wattpad.com/cover/37016923-288-k678720.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Tesadüfleri #Wattys2016
RomanceHayatta en büyük olaylar bir sürü iyi tertip edilen küçük tesadüflerden doğar. Sen benim hayatıma doğan en güzel tesadüfdün sevgili. Hayatım, sen tesadüflerle doluydu. Oysaki okadar beklenmedikken girdin hayatıma.