Üç kere aramıştım, açmamıştı telefonu. Bu sefer bir başkasıyla da konuşmuyordu. Telefon çalıyor, sonra meşgule dönüyordu. Bir mesaj attım, sesini özledim ya da seni seviyorum diye değildi bu sefer. Son kez aç, istiyorsan bir daha hiç açma diyebilmiştim. Az biraz yürüdüm karanlık ve sessiz sokaklarda. Ortalığı aydınlatan lambalar yoktu. Ortalığı aydınlatan bir sigara, cep telefonunun ışığı ve bir de kalbimde sönen yangın vardı.
Çok geçmeden bir daha aradım; telefonu açtı. On, on beş saniye sustuk.
"Neden?" diyebilmiştim. Ses vermemişti; konuşacak yüzü olmadığından değil, anlatacak yalan bulamadığından belki de aradığı bahanelerden kaynaklıydı. Yani ben öyle düşünmüştüm.
"Neden?" diye yeniledim soruyu. Umursamaz ses tonu ile; "Kusura bakma, ben artık seninle birlikte olamam." diyebilmişti ve belki de bu konuda haklıydı. O ana kadar onun bu umursamaz sesine (yılda bir defa buluşma hakkı biçildiği için sadece sesine) daha önce defalarca şahit olmuştum. Bu durumda boğazıma bir şeyler düğümlenir, söylüyecek bir şey bulamazdım. Bu sefer ise yapacak çok şeyim yoktu. Çünkü onun kafasında ben ölmüştüm. O okkalı bir tartışma, küfür kıyamet bekliyorken benim çaresiz ama umutlu ses tonumun sözlerini duydu. Konuşmuyordu. Çünkü istemiyordu beni. Gereksiz (belki de gerekli) bir öz güvenle devam ettim. "Bu saatten sonra hayatında *** diye biri (ben) olmuyacak mı yani? " diye sormaktan alıkoyamadım kendimi. Sert ve acımasız bir cevapla karşılaşmıştım... "Tabii ki de hayır." ve sonrasında sebebsizce cevabını bildiğim o "Neden?" sorusunu sordum. Kendi kendime "Neyse,söyleme." dememin ardından sert ve acımasız bir cevapla daha karşılaştım. Ve bu canımı yakmış olmalıydı ki telefonu çaresizce kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Katil Milena
Short StoryO gün.. Defalarca sırtından bıçaklanıp üstüne işkence edildikten sonra böbrekleri organ mafyasına satılmış geriye sadece kalan kalbini şehrin uçsuz bucaksız mezarlığın en ücra köşesine gömmüş biri gibiydim.