yine aynı sadelikte olan klinik odasında bulunan yatağımda açtım gözlerimi. her taraf, bozukluğumu gözükme sokmak istercesine beyazdı burada. gözümü nereye çevirsem, her şeyden önce beyaz bir duvarla karşılaşıyordum. yalıtımlı duvarlar. lanet yalıtımlı duvarlar. bağırsam, sesimi duymuyorlardı. kameralarla düzenli aralıklarla izliyorlardı sadece.
yataktan kalkıp odanın ortasına doğru ilerlemeye başladım. kameranın açısını ve lensini değiştirirsecesine çıkardığı sesi yine duyuyordum. kulak tırmalayıcı ses yüzünden içim ürpermişti. kendi sesimle baş başa bırakıldığımı sanıyordum oysa ki. kimse bana buraya girerken kameradan arkadaşlarım olacağını söylememişti. duyuyor musun anne? seni kendi ellerimle gökyüzüne göndermeden önce neden bilgilendirmedin beni? seni ömrünün sonuna kadar beyazdan başka renk barındırmayan bir odada tutacaklar, yemeğin ve suyun, sen evcil hayvanmışçasına düzenli olarak kapıdaki küçük aralıktan verilecek, her gün sinir bozucu kameranın çıkardığı ses ve kendi sesinden başka arkadaşın olamayacak diye neden uyarmadın beni?
ben bile kendimin arkadaşı olmayalı çok uzun zaman olmuştu. oysa ki dün Isabel ile konuşurken duymuştum kendi sesimi. rüya mıydı? her zamanki gibi mi? peki.
odanın ortasında otururken buldum kendimi her uyandığımda yaptığım gibi. zaman kavramından uzaklaşmıştım. burada her zaman hava beyazdı. sıcaklık 28 derece, hava açıktı. unutmuştum asıl dünyada nasıl olduğunu. sahi. dünyadaki deneyimlerimin ne kadarını hatırlıyordum acaba. ne kadar hatırımda kalmıştı.
kendi kendime boşver dercesine omuz silktim. 19 senedir buradaydım. öyle miydi? kafamı nereden bulduğumu bilmediğim, adını ve ne olduğunu dahi bilmediğim aletle günleri kazıdığım duvara çevirdim. attığım çentiklerin gruplandırılmışmış hallerine baktım. her bir grup, 1 yıla denkti. burada harcadığım değersiz ömrümün gereksiz, boşa harcanmış 1 yılı. toplamaya başladım. 1,2,3.. 7,8,9,10.. 18,19. evet. bugün tam 19. yılı tamamlıyordum. ne güzel.
ellerimden destek alarak ayağa kalktığımda buraya ilk geldiğim yaşımı hatırlamaya çalıştım. beyin okyanusumun en dibine batmış olan anıları kurcalamam gerekmişti. kalbime bir sızı girdi o anda. o an hatırladım. buraya ilk geldiğimde 8 yaşında olduğumu, kız kardeşim hariç tüm ailemi katlettiğimden dolayı burada gözlem altında tutulmak zorunda bırakıldığımı. ne yazık. ne kadar acınası bir durumdayım.
yatağın yanında bulunan beyaz masanın üzerinden aldığım aletle son attığım dikine 5 ve onun üzerindeki yatay 1 çentiğin altına yatay bir çentik daha attım. sonuncu haftaydı. artık tam 19 yıl olmuştu işte duvardaki çiziklerin yaşı da. son 12 ayı gösteren çentikleri de bir yılın göstergesi olarak ortak elips benzeri şeklin içinde toplarken yaşımı hesaplamaya çalışıyordum. 8 yaşında geldim, 19 yılımı tükettim. yüce isa. 27 yaşında mıyım? işte bu, çıkmaya başlayan sakallarımın sağlam bir açıklamasıydı.
intiharı da denemiştim 19 yıllık süre zarfı boyunca. bazen kapının altındaki bölmeden, içeri keskin aletler ve kalın halatlar bırakıyorlardı. her fırsatı değerlendirmiş, fakat sonunu hüsranla bitirmiştim. kurtarmışlardı beni kendilerince. ölmemi istemiyorlardı. burada deney faresi gibi tutuluyordum. elimi, üzerinde kan bulunan çentiklerin üstünde gezdirdim. bunlar, denemelerimin başarısızlıkla sonuçlanmalarıydılar. her yılda 12 tane vardı. her ay 1 deneme, her ay üzerimde uygulanan 1 deney. son attığım çentiğin bulunduğu aya takıldı gözüm. bu ayda hiç kanlı bir çentik yoktu.
kapıdan gelen metal sesiyle hızla arkamı döndüğümde kapının önüne bırakılmış son derece keskin gözüken bıçağa baktım. bıçaktan çok, tırtıklı, ne olduğunu çözemediğim bir şeydi fakat zarar vermek için ideal gözüküyordu. sırıtarak bıçağa bakmaya devam ettim. kamera yüzüme odaklanmıştı, görebiliyordum. bu sefer bana verilen şansı kendi lehime nasıl kullanacağımı da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iştesine
Mystery / Thrillerbugün de yarın oldu Isabel. dün de bugün olmuştu. hep aynı şey oluyor. çok sıkıldım. her zaman dünyaya gelen insan sayısının bir o kadarı da dünyayı terk ediyor. ben de terk etsem, yokluğumu fark ederler mi sence?..