Bağır çağır susuyor içimiz,kimsesiz nidalara esaret..
Anlamsız bir kovalamaca,gereksiz kaçışların ardısıra..
Duygular alacabulaca..
Karanlık ve de sisli bir orman..
Günahın çığırtkanı zevk..
Bakışlar sahte..Sözler ziyankar..İntikam bahane..
Dün,yarından nankör.Tanrı pişman,zaman şahit..
Ve duygular bir ölü kadar derinde esir..
Sadakatin katili insan...
Cennetin kapısını açan,sadakatin tılsımı..Tanrı'dan önce gelen inanışın,aldanışın resmi..Bunu söyler, inancın özgürlükten sonra geldiğini benimseyen fikirler.Temsili göğe esir olan kuşlar..Edebi,ahlâk fakiri gözlerle izler göğün lanetli kanat çırpanını edepsizler..Yalın ayak koşar tapınağına arafta eziyet çekenler..Ve geceleri susar,ölüler konuşmaya başladığında ruhunu şeytana teslim edenler.Kimse daha çıplak değil oysa,yeni doğmuş günahtan...
Yaşamı boyunca yalnız anlık mutluluğu seçti insan..Bunu fark ettiğim günden beridir uzağım insanlığa.. Kimse gerçek dost değil diyorum..Kimse samimi değil.. Herkes anlık mutluluğun peşinde..Ve herkes sahte gülümsüyor aynada kendine..
Ve yine herkesin yüzü boyalı..Kimi hüznü resmediyor,kimi mutluluğu..Kimi zevkin doruğunda,kimi dibini kazarken insanlığın tırnaklarıyla..
Tan vakti belirir göğün mavisi,geceden kalma birkaç hüzün,ve bir iki melodi eşliğinde..
En özel,en eşsiz,en doğal haliyle bekler güneşi..
Bir umut,bir mucize,güzel bir gün yahut bir haz beklentisinden çok,daha sade,daha neşeli,daha sevimli ve daha samimi..
Tanrının ruhu dalgalanır o an ufukta.. Ardısıra hayaller..Ve o anlık affedilir günahlar..Günaha bestelenmedikçe hayatlar..
En yalın haliyle koşar çıplak ayak tüm ruhlar ufka...Sonsuz mutluluğu yakalamak,tüm ruhların vazgeçilmezi olduğu andır "o" an...Ölüm gibi değil de,doğmak gibi daha çok.. Daha çok isteyerek bu kez..
Acizliğini karanlığa gizleyenlerle dolu gece..Pişmanlıktan eser yok...
Dillerin savaşı..Ne de çaresiz üstelik kelimeler...Esaret kaplamış ruhları..
Beyaz bir ışığın altında yazılan teslimiyet satırları fazlasıyla mağrur..
Şüphe bu kez keskin bir kılıç edasıyla sabırsız kınında...
Yükselen kahkahalar kötülüğün simgesi..
Kendi gölgesinde kaybolan yüzler bir yabancının geldiğinin habercisi..
Şehrin ışıkları dalgaların üzerine serpilmiş birer fırça darbesi ressamın gözünde,boyarken tüm günahları karanlığa...
Anlamını kaybediyor her geçen saniye iyiye dair olan herşey..
Şarkılarda bağır,çağır ve hatta notalardan yoksun çığırtkanın ağzında...
Soytarılar çelik çomak oynarken kaldırımlarda,cellat ağaçları buduyor,ne varsa yok ediyor yeşeren..
Fahişeler saygın ve seçkin birer hanfendi..
Parmak ucunda dans ediyor sefiller..
Hint fakiri sek sek oynuyor sarmaşık dallarının arasında..
Budalalar vaaz veriyor kör cahillere..
Medeniyet zırhı giydirilmiş bir bakirenin teslimiyetine..
Sevişmeler ucuz ve gülünç..
Bu kasaba da herkes samimiyetsiz.
İnsanlar doğrularından vazgeçmiş..
Savaşmakta gereksiz artık...
Bu kasaba kendini bile terk etmiş..
Bizim yolumuz belliydi aslında...
Tanrı çizmişti resmeder gibi,belki de teoride doğruyu...
Tanrı yanılır mı..?
Peki ya inananlar,kendi doğrularına.!?
İnanmakta bir bahanedir aslında...
İnançsızlıksa yalın bir günah..!
O halde gülelim Tanrılaştıranlara kötüye dair olanı... Yaşatılmayana,yaşanmamış olanlaraydı tüm aldanış...Vazgeçmek mümkün,ancak çare değildi...Bir bekleyişten öte bir dokunuştu inanç...Bu bir isyan..Bu bir baş kaldırış...Üstelik günahlar da yakılarak temizleniyordu artık..Buna inanmaya çabaladı insanlık...
Tanrı elini uzatacak,yanacaktı yer ve gök...Temizlenecekti tüm günahlar...
Sahi neydi inanç..?
Vazgeçiş mi..?
Direniş mi..?
Kaybedildi tümüyle gerçek...Artık günahlar da tutuksuz...Ve ağırlaştırılmış müebbete mahkum edilmişti ruh...
Bu şehir kirli..İnsanlar tatminkar günahtan...
Vazgeçmek mümkün,ancak çare değil...
Kalıp savaşmak gerek...