O gece hava sanki bir felaket olacağını anlatmaya çalışıyor, rüzgar gürleyerek esiyor, yağmur durmaksızın yağıyordu. Kardeşim Meliha ile salonda oturuyorduk. Meliha 9 yaşındaydı, henüz 3. Sınıfa gidiyordu, ben ondan çok büyüktüm, 19 yaşındaydım ama ben her gökgürültüsünde yerimde sıçramama rağmen, onun buna aldırdığı yoktu çünkü uğraşması gereken kendi sorunları vardı.
Kardeşim 1 haftadır sürekli kuru kuru öksürüyor, hırıltılı hırıltılı soluk alıyordu, onu yarın doktora götürecektim. Babamız ben 5 yaşındayken işten dönerken sarhoş bir sürücü yüzünden ölmüştü, annem ise öğretmen maaşıyla iki çocuk geçindirmeye çalışıyordu. Ben de çeşitli işlerde çalışıp biraz katkı sağlıyordum. Çok lüks yaşamadığımız barizdi ama 2 ayda bir sağlık kontrolüne giderdik. Ben bunları düşünürken birden Meliha'nın boğulur gibi sesler çıkarmaya başladığını duydum. Daha ben yanına gidemeden tuvalete fırlamıştı. Hemen ne olduğuna bakmak için yerimden kalkıp peşinden koştum. Çok endişelenmiştim.
Meliha tuvaletin önüne çökmüş öğürüyordu,bana arkası dönük olduğundan sadece kustuğunu düşündüm. Bir yandan saçlarını tutup yardım etmek için yanına yürürken bir yandan da söyleniyordum:
" Bak işte üşüttün ben sana deme..."Cümlemi tamamlayamadım. Kardeşimin yanına gelmiş ve kustuğu şeyi görmüştüm. Klozetin içi kan doluydu!×××
Şimdi düşünüyorum da, o manzarayı ve ambulans çağırmak için telefona atılmamı hatırlamama rağmen, ambulansın gelmesinden Meliha'nın acile alınmasına kadar olan kısım silik silik. Bir tek ambulans sirenlerini, bir de hastanede beyaz önlüklü bir kadının başka akrabası olup olmadığını sorduğunu hatırlıyorum. Annemin numarasını vermiştim. Annem geldiğinde çok telaşlıydı, yüzü kıpkırmızı ve ter içindeydi ve nefes nefeseydi. Beni bekleme odası dedikleri yerde başımı ellerimin arasına almış otururken görünce, hemen yanıma geldi ve beni kollarının arasına aldı.
"Ne oldu oğlum, durumu nasıl söylediler mi?"Yalvarır gibi bakıyor,büyük yeşil gözlerinde yaşlar parıldıyordu. Başımı yavaşça iki yana salladım. Kardeşim için o kadar korkuyordum ki. Annemle birbirimize destek olarak ya bir ya da iki saat oturmuşuzdur ama Meliha'yı soktukları odadan beyaz önlüklü sarışın bir adam çıkana kadar sanki yüzyıllar geçmişti.Yanımız gelip sordu:
"Akrabaları siz misiniz?" Gözlerinde hafif bir acıma gördüm ve daha çok endişelendim. Hemen ayağa fırladık.
"Ben annesiyim, o da ağabeysi."dedi annem. Ardından aceleyle sordu,"Neyi var kızımın, ciddi mi durumu, söyleyin doktor!"
"İsterseniz odama geçelim"dedi doktor. Annemle peşi sıra doktorun ofisine gittik. Annemin korkusu gözlerinden okunuyordu.
Doktorun ofisine geçtiğimde neler gördüğümü dün gibi hatırlıyorum. Böyle anlarda her şey insanın hafızasına kazınıyor. Duvarları yeşile boyanmış, büyük pencereli,aydnlık bir oda. Kapının hemen yanında yapay bir palmiye, pencereni hemen önünde duran maun ağacı masanın üstündeyse bir sürahi ile bir bardak su. Masanın önünde beyaz iki koltuk. Biz annemle bunlara otururken,doktor da döner koltuğunda,masanın arkasında yerini almıştı. Ellerini masanın üstünde birleştirdi. Bir an gözgöze geldiğimizde yine gözlerinde bekleme odasındaki o acıma ifadesini gördüm. Uzun bir konuşma yapacakmış gibi boğazını temizledi, ama hiç de uzun konuşmadı.:
"Kızınız akciğer kanseri.." İçimde bir şeyler kırılıp tenim buz keserken, annem ise idrak edememişti durumu."Ne..ne?"dedi,ve ona baktığımda yüzünde korkunç bir dehşet olmakla birlikte,sanki bir yanı olan bitenin farkında bile değildi. Doktor devam etti:" Röntgenden anlaşıldığına göre kanser 3. Evreye geçmiş, yani iki akciğerin arasına ve kalbin olduğu bölgeye yayılmış, elimizden geleni yapacağız ama bu evreden sonra yapabileceğimiz fazla bir şey yok." Başını kaldırıp ikimize de göz attı, annem şoktaydı, bense buz kesmiştim.×××
Doktorun bunları söylemesinden sonra annem bayılmıştı.Annemi de bir hastane yatağına yatırırlarken ben ne hissedeceğimi bilmiyordum, daha doğrusu uyuşmuştum sanırım. Rüyada gibi yine Meliha'nın çıkmasını beklediğimiz plastik sandalyelere doğru gittim ve orada ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre oturdum. Belki 1 saat. Başımı kaldırıp kendime gelmeme neden olan şey, ayak sesleriydi. Bir bayan doktordu. Kızıl saçlıydı. Yanıma geldi ve istersem Meliha'yı görebileceğimi, ama yormamamı söyledi. Hemen ayağa fırlayıp doktoru takip ettim. Tek kişilik küçük bir hastane odasında kardeşim duruyordu. Beni görünce gözleri parladı ve "Ağabey!" Deyip kollarını açtı. Hemen yanına gidip ona sarıldım.
"Nasılsın bakalım küçük cadı?"dedim gülerek. Ona bir şey çaktırmamaya çalışmalıydık şimdilik. Gülümsemesi daha da genişledi.
"Ben iyiyim. Sadece öksürüyorum. Bir makineyle fotoğrafımı çektiler biliyor musun ağabey!" Röntgen cihazından bahsediyordu. "Öyle mi, ne güzel"dedim ve kardeşimle biraz vakit geçirdim. Hemşire bizi ayırana kadar yani. Ondan ayrılırken koluma yapıştı ve nereye gittiğimi sordu. Ben de " Bak hemşire abla kızar seni yoruyorum diye,dinlen biraz."dedim. Üzgün üzgün baktı. Ardından gözleri parladı ve "Ağabey, bir şey isteyebilir miyim senden?"diye sordu. O sırada bilmiyordu ama ne isterse yapardım. Gülümsedim ve ne istediğini sordum. "Benim uzay posterlerim,mars topum, kitaplarım evde kalmış da,gelirken onları da getirir misiiin?" Kardeşim tam bir uzay delisiydi, çeşitli gezegenlerle ilgili dergiler okur, posterlerinden odasının duvarı görünmezdi. Özellikle de Mars'a takmıştı. Sebebini bilmiyordum ama sanırım en sevdiği gezegen oydu ve büyüyünce astronot olup oraya gideceğini söylerdi hep.Gözlerini kocaman kocaman açmıştı, buna karşı zaafım olduğunu biliyordu ama dediğim gibi istediklerini yapmak için yalvarmasına kesinlikle ihtiyacı yoktu o dönem. Başımı salladım ve gözlerimdeki yaşları görmesin diye hemen arkamı dönüp odadan çıktım.×××
8 ay sonraKardeşimin artık o güzel kızıl-kahve saçları kalmamıştı artık. Kemoterapi denen ölüm makinesine başvurmuşlardı çünkü. Herkes umudun kalmadığını biliyordu. Sanırım kardeşim de. O akşam annem ağladığını çaktırmamaya çalışarak hastane odasından çıkarken, bir deri bir kemik kalmış saçsız kardeşim Meliha koluma asılarak bana o kabus gibi günü hatırlattı yine. Onunla aynı seviyede olmak için eğildim. O kocaman güzel kahve gözlerini koca koca açmıştı yine. Öksürükler arasında "Bana bir söz verebilir misin ağabey?"diye sordu. "Elbette küçük prenses."deyip reverans yaptığımda gülümsedi ama zorakiydi bu. Yine bir öksürme faslından sonra, " Benim için Mars'a gider misin ağabeyciğim?"diye sordu. Ben şaşırdım. Kardeşim benim tanınmış ve iyi bir üniversitede Uzay Mühendisliği okuduğumu biliyordu. "Bu da nereden çıktı?"diye sordum. Üzgünce bakarak;"Marsı öyle çok görmek istiyordum ki, ama artık göremeyeceğimi biliyorum. Sen çok başarılısın benim için bunu yapabilirsin." Dedi. Gözlerindeki ifade her şeyi bildiğini söylüyordu zaten. Bir daha top oynayamayacak, asla üniversiteden mezun olamayacak, bir astronot olarak Mars'a ayak basamayacaktı. Bitmişti. Gözyaşları görüşümü bozarken başımı sallayıp söz verdim,ona sarıldım ve odadan çıktım. Son konuşmamız bu oldu. Ertesi sabah ölmüştü.
×××
Cenaze töreninde annem yıkılmış ağlarken,benim ağlamaya bile halim yoktu. Orada ağlayan annemin yanında otururken kendi kendime söz verdim, kardeşimin son isteğini ne olursa olsun yerine getirecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARS
AdventureUzay aracı gitgide Dünya'dan uzaklaşırken işte, diye düşündüm. Sana verdiğim sözü tutmaya gidiyorum Meliha .