Sıradan bir Kadıköy günüydü. Olgaç gene gecenin etkisiyle küçük evinin küçük salonunda 90lardan kalma siyah tüplü ve görüntünün sol yarısı gözükmeyen televizyonunun karşısında sızmıştı. Olgaç hayata ucu ucuna tutunabilen 24 yaşında bir gençti. Evi çok küçüktü fakat onun için idealdi. Çünkü yalnız kalmaktan hoşlanırdı. Sebebi ise kendisinin gerçek yüzünü tanıyor olmasıydı. Olgaç Kadıköy de küçük bir barda garsonluk yaparak geçiniyordu. Asgari ücretle geçinen birisiydi. Parasının yarısından fazlasını sigaraya verirdi. Sigara için çalışıyordu çünkü hayattan umudunu kesmişti. Annesini kaybettiğinden beri. Annesi bu hayatta tek dayanağıydı. Onun için yaşıyordu. Hayatta tek değer verdiği kadın oydu. Annesi yaşlı bir kadındı ve kalb hastasıydı. Köyde yaşam sürmeyi seven bir insandı. Gençken ilçe milli eğitim bakanlığında memurdu ve tek hedefi çalışıp çocuklarını okutmaktı. Hayatını onlara adamıştı. Düşünsenize bir hedefi ideali olmayan, işden eve evden işe mekik dokuyarak ölümü beklemek çok iç karartıcı. Annesini hayata bağlayanda Olgaç dı. Oda okumayıp boş gezenin boş kalfası olduğu için annesi işden ayırdığı bir kısım parayla kendi küçük bir ev ve küçük bir arsa almıştı. Geriye kalan parasıylada Olgaca o evi almış yaşamlarına devam etmişler. Olgaç olgunluğun verdiği ciddiyet ve düşünme hissiyatıyla büyük bir savaş veriyordu. Annesinin ona yaptıkları karşısında hiç birşey yapamaması onu hep hayal kırıklığına sürüklüyor, verdiği her sözde bunuda tutamassam endişesiyle . Annesi kendi ayakları üzerinde durabildiği için çocuklarının her istediğini elinden geldiği kadar yapiyordu. Bunların karşısında tek bir söz istemişti sadece oku . Okuyun ve adam olun. Garibanlara tokat değil zalimlere silah olasınız diye. Oku eğer okursan insan olduğun kabul edilir. Eğer okursan insanlık dışı şeylere isyan edebilirsin. Onların hakkını savunabilir onlar adına bişeyler yapabilirsin.
Devamı gelecek !!!