İnsan taşıyan bu tekerlekli kutunun içi o denli klostrofobik ve sıcaktı ki, ölmek üzere olduğumu düşündüm. Vücudumla bağlantım kesilmişti. İlahi bir güçmüşüm gibi sadece görebiliyordum; fiziksel hiç bir varlığım yoktu bu kutunun içinde. Kalabalık o kadar yoğundu ki, büyük bir çukura düşmüş bilyeler görüyordum yalnızca; bir bilye üstte, bir bilye altta. Okul çantalı bilyelerin kedi gözü desenleri vardı. Evrak çantalılarınki sadece siyah ve beyaz.
Vagon iyice loşlaşmıştı şimdi. Giderek kararıyordu. Sanki havadaki karbondioksidi görmeye başlamıştım. Giderek kararıyordu. Sonra bir hareketlilik oldu. İnsanlar panikle çığlık atıyorlardı. Sessiz çığlıklar. İşitme duyum uyuşmuştu. Sonra kalabalık iyice kontrolden çıktı. Gözüme bir dirsek yedim; ancak muhtemel acıyı hissedemiyordum. Karıncalanan sol gözümün de etkisiyle görüşüm daha da silikleşmişti şimdi.
İlk düşen kamburlu şaşkın oldu. Zemin çatlıyordu. Çılgına dönen kalabalığın antik trajedi tiyatrolarını anımsatan hareketliliğinin sebebi buydu demek ki.
Zemin parçalanmaya devam ediyordu, insanlar aklını kaçırmış bir şekilde bağırarak açılan çatlaklardan düşüyorlardı. Kıvılcımlar saçan rayların arasında parçalanıp çatlaklarda sonu gelmeyen bir dehşet manzarasına neden oluyorlardı. Bu vahşetin şokuyla uyarılmıştım. Çığlıklar, ray sesleri, görüntüler, elinde meşalelerle kontrolden çıkmış anarşik bir kalabalıkmış gibi hücum ediyordu beynime. Suratıma sıçrayan ve dudaklarıma değen kanın metalik tadı tüm vücudumda yankılanmıştı. Gözlerimi kapamak istiyordum ama adeta taşlaşmıştım. Düşmemek için sarıldığım direğe alnımı dayadım ve tüm bunların bir kabus olmasını diledim. Ama hala çığlıklar kulaklarımı taciz ediyordu. Midemin hareketlendiğini hissettim, acı tat boğazımı yakıyordu. Her nefes alışımda bir balon gibi şişen ve soluk verişimde vakumlanan ciğerlerim, yırtılmamak için direniyordu. Kalbim göğsümü parçalayıp çıkmak için can atıyordu.
Uyandığımda ne bir insan, ne bir çığlık, ne bir vahşet manzarası algılarıma işkence ediyordu. Kafamı kaldırdım. Tekleyen lambanın dışında hiçbir hareketlilik yoktu. Bayılmadan önce tutunduğum direk sapasağlam yerinde duruyordu. Trenin zemini parçalara ayrılmıştı. Sanki bir dev, vagonu ağzında çiğneyip tükürmüş; sonrasındaysa umursamazca yoluna devam etmişti.
Devin salyaları değildi üzerimdeki, kanla ıslanmıştım. Zihnim bu manzaranın gerçekliğini reddediyordu. Gerçek olma ihtimali yoktu; yine de gerçekti. Artık kendimi tutamayıp bağırmaya başladım. Tırnaklarımın göğsümü çizerek keskin acıyı zerk etmesini umursamadan gömleğimi parçalayarak çıkardım. Düğmeler küçük tıngırtılarla tren yoluna düştü.
Dakikalarca ağladıktan sonra susadığımı fark ettim ve parçalanmış zeminden indim. Sürünerek tren yolu zemininden dışarı çıktım. Gün ışığı parlaktı, tenimi yakıyordu.
Güçsüz düşüp yere serilene kadar yürümeye devam ettim. Kızgın kum bir süre sonra sol yanağımı yakmayı bıraktı. Tüm anılarımı yağmalayıp yerine dehşetin tohumlarını eken bu tren kazası öyle yorgun düşürmüştü ki zihnimi ve bedenimi; göz kapaklarıma hakim olamadım. Uyursam uyanamamaktan korkuyordum ama vücuduma söz geçirememiştim. Gözlerimi kapayışım sanki sonsuzluğa attığım ilk adımdı.
Ve sonra o ilk adımı gerçekten attığımı fark ettim. Tam bilinçli ve farkındalıkta bir kavrayış değildi bu; ancak sonsuzluğu hissedebilmiştim.
Dr. Fehrin, avuç içini alnına dayayarak hayal kırıklığı içinde sandalyesine oturduğunda katatonik hastası Aral birkaç saniye önce aşırı ateşlemeden ölmüştü. Ölüm tarihi kasımın on dördüydü ve huzur içinde ölmediği şok geçirirken tırnaklarıyla kanattığı avuç içinin rahatsız edici görüntüsünden anlaşılabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATATONİ
Mystery / ThrillerMidemin hareketlendiğini hissettim, acı tat boğazımı yakıyordu. Her nefes alışımda bir balon gibi şişen ve soluk verişimde vakumlanan ciğerlerim yırtılmamak için direniyordu. Kalbim göğsümü parçalayıp çıkmak için can atıyordu.