Ne zaman onun ayak bastığı topraklardan geçsem eğilip yerleri öpesim gelirdi... Bazı geceler boyu attığı her adımı sevmekten yorulurdum. Belki bir gün gelir diye her gün beklemeyi ve artık gelmeyeceğine, aramayacağına emin olduğum her gecede ölesiye ağlamayı ezbere bilirdim. Bu ne bitmez bir ayrılık, bu ne bitmez bir özlemdi... O güzel ağzından adımın çıktığını bir kez duyabilseydim, aşarak denizleri kapısına gidecektim. Ellerini avuçlarımdan çektiğin o gün, gözü yaşlı bir gassal son kez yıkıyordu bedenimi. İnan yaşamak sen varsın diye güzel bana. Saksılarımda çiçekler büyüyordu güzelliğinden... Ve bu şehrin tüm sokaklarında seni aramam boşuna değildi, seni bunca sevmem boşuna değildi. O sokaklarda bir evimiz vardı, kapısında huzur çiçekleri. Düşlerimde kimse çalmıyor kapımızı güzellikten, aşktan başka. Şimdi her ayak sesine kapılara koşmak bilsen ne zor, sen gelinceye kadar. Çorak bir toprağın yağmura özlemiyle beklemek seni, ne zor. Hep böyle sensiz miydi bu şehir? Buraya baharlar gelmiyor muydu? Peki ya çiçekler hiç açmıyor muydu burada? Yine de benim seni sevmediğim, anmadığım gün olmuyordu. Ne olur açık tut, kapatma pencereni yarın yine evinin önünden geçeceğim o zaman bastığım her yer ağlayacak, duyacaksın. Bir tanıdık ses çınlayacak kulaklarında. Sana sevgiyi anlatacak, artık anlamayacaksın. Bense size bakacağım uzaktan... Peş peşe cümleler geçecek aklımdan, yüreğimden. En ağırı ise artık "aşkın" olmadığına inanan iki yabancı olacağız. Ateşle birbirine bakan iki gözün küllere dönüşünü izleyeceğiz saatlerce. Yalancı kahkahalar eşliğinde güleceğiz koca bir aşka. Acılar, çaresizlikler, en kahırlı ayrılıklar, umutsuzluklar doğuran bir gece, Tanrı şahitti ki bir kadın bir adamı seviyordu. Seviyordu elbette, fakat bundan kime ne? Boz bulanık bir gençliğin en solmayan gülleri gibi... Belki yıllar sonra diyecekler; bir kadın vardı, elleri küçücük... O eller bir adamı sevmişti, onun için kalem tutmuştu. O küçük elleri kalemle neler yazmıştı adama... Her iki cihanda da ne bir dilim ekmek ne de bir yudum su beklemişti, sevgiden başka. Onsuz ölmekten korkar dururdu öylece... O gece, sabahların doğuşunu utandırıyordu. Bir kadın susarak ağlıyordu. O bir adamı sevmiş miydi? Sevmişti elbette... Lakin adam gözünü kırpmadan kıyıyordu onlara. Kadınsa mütemadiyen onu kaybedersem yaşayamam diyordu. Yaşarsın diyordu Tanrı, yaşarsın. O gece koca bir aşk, kadının farz-ı kifayesiyle sona eriyordu. Ne de olsa yirminci asırlarda ölüm acısı bile en fazla bir yıl sürüyor... Aşk mı? O ise yirminci asırların en popüler yalanı... Pamuk ipliğine bağlı insanlardan, hayal tutmayan hayatlardan ibaret. Çabuk yaşayıp, ansızın bitiyor işte. Şarkılar bile aşklardan daha uzun sürüyor buralarda. Bitince de geriye yürekte ince bir sızıdan başka bir şey kalmıyor. Bir de "hayırlısı" var işte. Tüm cinayet saatlerinde orada. Açıp baksalar ne kanamalar, ne yaralar ne bekleyişler var içerisinde. Oysaki birini öyle alelalede sevemezsiniz bayım. Kimimiz ömrümüz yetene kadar seveceğiz, kimimiz ömrümüzün kısa oluşundan yakınıp sevgimizi ahirete taşıyacağız.