Banyo taşlarını sevmezdim esasen..

53 2 0
                                    

                                                                                            Giriş

Su damlaları saçlarından süzülüyordu. Yüzünü kaldırmadan gözlerini kaldırıp yerinden bana baktı. Çimen kokulu gözleri vardı. Bana bakınca bütün duşu o çimen kokusunun kapladığına yemin edebilirim. Duşu kaplamış buhar yüzünden bej rengindeki duvar taşları daha soluk görünüyordu. Üstten açık pencereden giren soğuk üşütüyordu bedenimi ancak ses çıkarmaya hakkım yoktu bu sefer. Çıkarsam sesimi son koklayışım olacaktı bu bir avuç dolusu çimeni. Hoş buda son sessizliğimdi..

Konuşacak çok şey varken susmanın havayı ne kadar ağırlaştırdığını, bu ağır havayı solumanın ne denli zor olduğunu bilirsiniz.. Ağır hava sebebiyle mi bilinmez üstümüzdeki sarı ışıkta arada bir cızırdıyordu.

Çırılçıplak vücudundan akan su damlaları vücudundaki dokunuşlarımı temizliyordu. Bu son duştu. Bu bir ayrılık duşuydu. Arınma duşu. Kendini ve karşındakini bedenine affettiren kutsal bir duştu. Tüm öpüşler ve dokunuşlar bir banyo giderinden süzülüp gidiyordu. Bense ona hiç dokunmadan başımdan aşağıya süzülüp vücudumu yakan sıcak suya aldırış etmeden onu izliyordum. Sessizlik nasıl ağır ve sertti.

Aslında ikimizde biliyorduk. Kimse bu ayrılık duşundan sağ çıkmayacaktı. Bu son duştu sağ ve hisli bedenlerimizle aldığımız... ve ben aslında banyo taşına çıplak ayakla da basamazdım. Ama bu ayrılık en fazla kirlettiği kadarını akıtırdı, bu ayrılığın pisliği benim en gaddar yanımdan daha temizdi. O yüzden bugün tüm banyo taşlarını affettim. Bugün tüm nemli duvarları ve bugün tüm saçları..

Aslında sorsanız nereden çıkıp geldik bu duşa diye verecek cevaplarımız yoktu ikimizinde. Sanırım salondan çıkıp kıyafetlerimizi bir zamanlar "bizim" olan odamızda çıkardık ve çıplaklığından hiç utanmayan iki beden olarak buraya adımlar attık. Peki bu kadar mı elbette hayır. Tabi bunu sizde biliyorsunuz. Ancak bunu bilerek yaşamak, o anın ağırlığını iliklerinde hissetmek sanırım bilmekten daha ağır ki o an bunu kendime itiraf edemeden aldım duşumu.

Siyah uzun saçlarını önüne alıp şampuanladı. Bunun küçükken annesinin onu kazanda veyahut leğende yıkamasından gelen bır alışkanlık olduğundan bahsetmişti bir seferinde. Başını önüne eğmeden duş alamazdı. Bazen yetmeyen boyumla başını eğmeden ona duş aldırmaya çalışır, çocuk gibi sımsıkı kapadığı gözlerine güler öpüverirdim güzel dudaklarından. Ancak bu kez bu işin şakası kalmadığı için yapamadım. Aynı duşu kullanan, bedenlerine alışkın iki yabancıydık.

Herkesin hayatında bir kez yazdığı bir cümledir sanırım bu. "Birbirini çok iyi tanıyan iki yabancı". Artık okumaktan bıktığım bu cümleyi şimdi bu kadar içten bir samimiyetle, yerine başka hiçbir cümle bulamamak sebebiyle kullanmak ne kadarda trajikomik. Aslında dahada trajikomiği, bir kadının kullanılmak pahasına bile olsa, onu bir kaç ay daha fazla görmek adına yatağındaki yerini korumayı talep etmesi ve bunun karşısındaki adamın gözlerinden kendini düşüreceğini kabullenerek sırf kokusunu biraz daha ezberlemek ve yerini biraz daha hatırda tutmak için yapmasıydı. Demiş ya "Tek yanlı aşk kişiyi nasıl da aptallaştırıyor.." .

Soruyorum kendime şimdilerde bu denli acıyı neden çekerdik? Hissizleşmediğimizi kanıtlamak için mi kendimize? Bu acıdan ve aşktan kalan ne varsa hislerimin üzerini örten bir şeffaf örtüdür şimdi. Ben, ben değilim, bu yaşadığım, bu yaşanılan bir şeffaf örtü. Öylesine benliğe işlenen bir şeffaflık ki bu, kendini kendisine unutturuyor adamın..

Yüzüne baktım. Adı "Huzur" du ama adına yakışmıyordu şimdilerde. Oysa bu şehrin en kutsal adıydı ondaki.

Birilerini ikna etmem gerektiğini hissedecek kadar, beni artık sevmediğine inandırdı beni. Oysa ki beni ne kadar sevdiğine benim bile inanmam için benimle birlikte birilerinin de benimle birlikte inanmasına ihtiyacım vardı artık. Bana dokunmaktan korkan adamın, bana dokunurken titreyen ellerine birilerine inandırmam lazımdı artık. Islak saçlarımı taramak istediğini, saçlarımı örmek istediğini, yüzündeki muzip gülüşleri, çok dırdır yaptığımda çocuk gibi benimle oynayıp "Seviyorum işte seni kadın aaaa" diye gülerek bağırdığına inanmasına ihtiyacım var birilerinin. Bu yüzden bu ayrılık duşunu yazıyorum size. Tek taraflı sevdiğini kabullenmek ne denli ağır. İki kişilik sevgi, iki kişilik acı, iki kişilik ayrılık.. Yetemedim.

Başını kaldırdı bana baktı çimen gözleriyle. Gözlerine baktım ve dudaklarımdan refleks olarak iki kelime döküldü. "Beni öper misin?". Seni iştahla dudaklarından içen adamdan seni öpmesini rica etmekten daha ağır ne olabilir derken daha ağırı döküldü kırmızı güzel dudaklarından. "Bunu sana yapamam." Bitti ayrılık duşu.

Şimdi size çok sevdiği mavi kareli gömleğinden, sevmediği ama üzerine çok yakışan kahverengi deri montundan, aşık olduğu kedilerden, güzel siyah kıvır kıvır saçlarından hatta adının neden Huzur olduğundan hatta eğer bir çocuğu olursa ne koymak istediğinden bile bahsederdim ama ayrılık duşuyla birlikte şeffaflığım görünmezliğimi ilan etti ve artık cümlelerimin bir anlamı yok. Duştan ilk adımını attı ve bana dönüp "Hoşça'kal" dedi. Oysa biliyordum bitmemişti. Devam edecekti yakındı biliyordum. Bu ayrılık tek duşla arınmayacak kadar acı ve keder doluydu.

Evden çıkıp giderken kapattığı kapının sesiyle irkilip suyu kapattım, kedileri sevdim bavulumu topladım ve evini terk ettim. Seslendim boş eve ve güzel kedim Şef'e "Hoşça'kalın..".. Bu hayatımdaki ilk veda olmadığı gibi bu ayrılığa ettiğim son veda da olmayacaktı. Biliyordum yakındı.. Çıktım evden ve elimde bavullar ve ıslak saçlarımla duraklara yürüdüm tonlarca ağırlıkla.. 







Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 17, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ayrılık DuşuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin