Yolda sekiz atlı dörtnala koşturuyordu. Bir kaç kişi Phillip'e dönerek: "Sör Phillip, kamp kurarak geceyi burada geçirebiliriz." Phillip: "Pekalâ, haklısınız. Ama en kısa sürede yola çıkmalıyız. Biliyorsunuz ki burası haydut kaynıyor." diye yanıtladı. Bir saat sonra herkes ateşin başına oturmuştu. Geceleri aydınlatan, kurtları coşturan ay ışığı sonunda ortaya çıktı. Phillip ateşe bir süre bakakaldı, gözlerini ateşin başında ısınan adamlara odaklayıp sırasıyla gezdirdi. Hepsi bu uzun maratondan yorulmuştu, dinlenmek onlarında hakkıydı. Sonunda biraz onlara acıyıp "Pekalâ baylar. Haydutların sığınağına yarın yola çıkacağız. Haftalardır yoldayız ve o adilerin karşısına bu kadar yorgun çıkamayız." Adamlar Phillip'in dedikleriyle biraz olsun mutlu görünüyorlardı. Bekledikleri anlayışı göstermişti onlara. Kafasını yukarı çevirip yıldızlara baktı, Richard'ı ve Sarah'ı düşündü uzunca. Onların güvende olması için çarpıştırdığı kılıç sesleri geldi kulağına. Gözlerini birkaç saniye boyunca kapatıp derince bir nefes aldı. Etrafı sadece gökyüzündeki yıldızlar ve masum kamp ateşi aydınlatıyordu. Çevredeki ulu ağaçların ulu yaprakları bile kıpırdamıyordu, rüzgar onları yalnız bırakmıştı. Kala kala sadece Phillip ve adamları kaldı. Bu ölüm sessizliğini bozan, kulakları sağır edermişçesine yüksek seste bir boru sesi duyuldu. Phillip, tehlikenin yaklaştığının farkındaydı. "Hazırlanın, haydutlar biz onlara misafir olmadan onlar bize olacaklar!" Hepsi oturdukları soğuk toprak zemininden kalkıp kınlarından kılıçlarını çektiler. Kamp ateşinin etrafında kare şeklinde, yan yana dizildiler ve âdi haydutları beklemeye başladılar. İşte o ulu ağaçların ulu yaprakları o zaman kopacakmışçasına sallanmaya başladı, işte o yıldızlar o zaman yerlerini yağmur bulutlarına bırakıp kayboldular, işte Phillip ve adamları o zaman çocuklarına ve eşlerine kavuşmak için, canları pahasına savaşacaklardı. Sadece bir kaç şeye güvenebilirlerdi, ellerindeki kılıçları, birbirleri ve Tanrı. Hepsi dua edip beklemeye başladı. Yağmurun şiddetli yağmasıyla ve rüzgarın kopardığı yaygara, son kez çalan boru sesinin yanında bir hiç kalmıştı. Ağaçların arasından çıkan ellerinde körelmiş balta ve üstü yırtık pırtık olmuş haydutlar bu insanları avlamak için yanıp tutuşuyordu, bağırışlarından ne kadarda kana aç oldukları belliydi. Haydutlarla aralarında sadece bir kaç metre kalmış Phillip, kılıcını savurmadan önce bir kaç kelime söylemek istedi. "Bugün buradan siz ayrılamayacaksınız! Çeliğin tadına bakın!" Phillip'in yanına yaklaşan haydut, onun boğazına savurduğu kılıç darbesiyle yere düştü. Phillip etrafına bakındı ve adamlarının yanına yaklaşan diğer haydutlarıda ustalıkla alt ettiğini gördü. Yanlarına yaklaşan her haydut ölmüştü ama o hepsinin bu kadar olduğunu düşünmüyordu. Kulakları tırmalayan savaş borusu bir kez daha çaldı. Bu sefer sefil, aptal haydutlar çıkmamıştı ağaçların arasından. Çelik zırhlı, siyah miğferli bir paralı asker ordusuydu Phillip ve onun cesur askerlerine koşan. Phillip bir kahkaha patlattı ve: "Paralı askerlerle işiniz olacak kadar zengin olacağınızı bilmiyordum!" Yanındaki askerlerde onun kahkahasına karşılık verdi. Paralı askerlerin uzun kılıçlarına karşı battal kılıçlarını iki elleriyle kavradılar ve hafifçe havaya kaldırlar. Askerler yanlarına yaklaştıkları anda hepsi kamp ateşine doğru, geriye bir adım attı ve sağ ayaklarını öne doğru atarak kılıçlarını onlara doğru savurdular. Âdi ordusuyla müttefik olan paralı asker ordusunun kanı toprakta süzülüyor, cesetleri ise gözleri açık kapalı gökyüzüne bakıyordu. Savaş borusu bir kez daha çaldı. Ama bu sefer gelen kimse yoktu. Ne bir çıt sesi, ne de bir adım... Phillip formasyonlarını bozmamaları için askerlerine emir verdi. Haydutlar gitmiş olsalar bile emin olmaları gerekiyordu. Tek bir hata onların ölümüne yol açardı. Ne kadar kılıç kullanmada usta olsalar bile...Yaklaşık birkaç saatlik bekleyişten sonra Phillip tehlikenin geçtiğini sezdi. Yollarına devam etmeleri gerektiğini düşünüyordu. Aksi halde bir sonraki saldırıda mutlaka kayıp verirlerdi. Kılıcını kınına yerleştirerek "Formasyonu bozabilirsiniz, hemen toparlanın! Artık geceleri hanlarda kalacağız, bir daha ormanda kamp kurmak yok!" Askerler Phillip'in bu sözleriyle ne kadar haklı olduğunu anlamıştı. Gece karanlığında ölüm sessizliğine gömülmüş bir ormanın ortasında kamp yapma fikrini tekrar düşündüklerinde aptalca olduğunu onlarda fark etmişti. Phillip, bu yaptıkları hatanın sonucunu yüzlerine vururmuşçasına gibi konuştuğu için grubun onu çekemeyen üyeleri tarafından ufakta olsa dedikodulara maruz kaldı. Hemde grubundaki en yetenekli ve en ailesine yakın gördüğü kişi tarafından. Bu kişi Lim'den başkası değildi. Phillip'in ona dışarıdan adalet için savaşan bir melek gözüyle bakması başlı başına hataydı ama bu onu bilmiyordu. İçindeki şeytan, dışındaki melekle ters düşüyordu. Haydut kampına olan yolculukları sırasında Lim ve arkadaşı Robert, en arkada birlikte atlarını sürüyorlardı. Nefes kesen dövüşlerinden pek bir zaman geçmemişti, gece daha yeni başlıyordu. Yağmur dinmiş, bulutlar ay ışığının yer yüzüne vurmasına müsade etmişti. Lim sessizce Robert'a yakınlaşarak konuşuyordu. "Dinle beni Robert. Evet bu adamın hayatını onlarca kez kurtarmış olabilirim, o da benim hayatımı onlarca kez kurtarmış olabilir. Ama bu adam, onun için yaptığımız onca şeyden sonra bizim hakkımızda böyle konuşamaz." Bunun üzerine Robert'a biraz daha yaklaştı: O adamın artık işi bitti. İmparatorluk eğer o adam ölürse ondan sonraki en kıdemli kişi ben olduğum için yetkiyi bana verecek. Bende seni yardımcım yapacağım ve bu aptallar sürüsünü biz yöneteceğiz. Benimle misin? Robert'ın sanki bir anlığına nefesi kesildi. Buğday teni bembeyaz oldu, kupkuru cildi akan teri yüzünden sırılsıklam oldu. Sonunda yavaşça Lim'e yaklaştı. "Bilmiyorum Lim... Bunu yapabileceğimizi sanmıyorum... Bu çok yanlış, eğer birisi bizi görürse bu sonumuz olur." Lim sırıtarak ona baktı ve: Merak etme, bu iş bu gece bitecek ve bu koyun sürüsünün yeni çobanları biz olacağız.
Ay yavaş yavaş alçalmaya başlamıştı, yerini güneşe bırakmak için hazırlanıyordu. Lim'in şeytani planları, Robert'ın içindeki iyiliğin kötülükle savaşması üzerine oluşan tereddütü geceyi ilginç bir şekilde sonlandıracaktı. Lim, Robert'a planını anlatmıştı, ama Robert bunu yapabileceğinden emin değildi. Çünkü Robert, Phillip'e borçluydu. Onun hayatını onlarca kez kurtarmasından sonra bunu ona yapamazdı. Onunla kaç kez omuz omuza savaştıktan sonra onu bu ihanete uğratamazdı. Lim kısık ama zorlarmışçasına bir ses tonuyla: Hadi artık Robert, yap şunu! Robert sertçe öksürerek boğazını temizledi ve "Casus var, birisi bizi takip ediyor, arkada... Kaçıyor!" diye bağırdı. Phillip ve diğer askerler atlarını geriye doğru çevirerek bir kaç adım gittiler. Lim hızlıca atını ormana doğru sürdü ve sağ eliyle belindeki bıçağı kavradı, kafa hizasına getirdi ve mırıldandı: "Beni affet, Phillip." Bıçağı Phillip'in sırtına doğru fırlattı, gözlerini kısarak Phillip'in acınasıca yere düşüşünü izledi. Lim bir anda kendine gelerek Robert'ın yanına dönmesi gerektiğini anladı. Ağaçların yanından dolaşarak kimseye fark ettirmeden Robert'ın yanına geldi. Kafasını yavaşça ona doğru yaklaştırdı. "İşi bitti." Robert yüzünü asarak Lim'e doğru baktı, ardından gözlerini devirdi. Robert: Tanrım.. Olamaz.. Zamanında yakalayamadık. En iyisi yola devam etmeliyiz. Herkes atlarının iplerinden tutup geriye çevirdikten sonra Phillip'in yerde olduğunu fark etti. Bir anda panik olup atlarından indiler ve yanına koştular. "Sir Phillip!" Yüzü çamura bulanmış, sırtındaki bıçak yarasından kanlar akmış bir vaziyette yatıyordu oracıkta Sir Phillip. Sonsuzluğa ihanetle kavuşmuş olduğu için gözleri açıktı, Sarah ve Richard'ı ölmeden önce göremediği için birer damla yaş vardı gözlerinde. Onun geri gelmeyeceğini anladıkları anda Lim ve Robert haricinde herkes onun etrafında diz çöktü. Robert, Lim'e sert bir bakış attı, diğer askerlerin yanına giderek onlarla beraber Sir Phillip'in cansız bedeninin karşısında diz çöktü. Hepsi birden bire kılıçlarını çektiler:Kanın yerde kalmayacak Sir Phillip! Adalet, senin ruhun gibi hep yanımızda olacak! Huzur içinde yat...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zafere Doğru
Historical FictionBabası asil bir Kudüs şovalyesi olan Richard'ın maceralarına sizde tanık olun. Doğumundan ölümüne kadar zafer hırsıyla yanıp tutuşan Richard, yaşadığı olaylarla mücadele edebilecek mi? Bunu sadece Tanrı biliyor.