Mona Lovasque, her zaman olduğu gibi, saat 6 da kalkmıştı. Yine bir kabus görmüştü. Ve bu kabuslar, onu hep erkenden uyandırıyorlardı.
Her zaman, bir malikanede oluyordu. Kendi odasında uyurken, bir sesle, uyanıyor ve yatağından çıkıyordu. Merdivenlere yöneliyordu. En aşağıdan, sesler gelmeye devam ediyordu. Adımlarını hızlandırarak, sesin geldiği tarafa doğru gidiyordu. Sonra, orada görüyordu. Garip bir kask takmış adam. Heykellerden birinin ardına saklanıyor ve oradan o adamı izlemeye başlıyordu. "Beni kandırabileceğinizi mi sandınız ha?" Adam, çok sinirli oluyordu. "Bunun hesabını vereceksiniz." Adamın elindeki para, haraket etmeye başlıyordu. O para, daha sonra, oradaki çiftin, beyinlerini deliyor ve ikisinin de yere yığılmasına sebep oluyordu. Mona, heykelin ardında, avazı çıktığı kadar bağırıyor ve kabustan uyanıyordu.
1 aydır, aynı rüyaları görüyordu. Kaç kere, o çifti öldüren adamı, araştırmış, ama her seferinde başarısız olmuştu.
Yine aynı kabustan sonra, nefes nefese, uyandı. Yüzünü sildikten sonra, yatağında doğruldu. Ayaklarını, yataktan sarkıttıktan sonra, birkaç dakika öylece kaldı. "Yine aynı adam. Kim olabilir ki?" Acaba, eski hayatından, bir kesit olabilir miydi? Mona, yetimhanede büyümüş bir kızdı. Ona anlatıldığına göre, evlerinde yaşanan büyük bir yangın sonucu, yetim kalmıştı. Ve hafızasını kaybetmişti. Hala hiçbir şey hatırlamıyordu. Kabuslar haricinde. Onlar da eski hayatını hatırlatan şeyler olabilirdi. Yastığının altındaki defteri, çıkardı ve gördüğü kabusu oraya yazdı. Bu sefer, daha da ayrıntılı görmüştü. Yazma işini bitirdikten sonra, defteri, yastığının altına, geri koydu.
Yatağından çıktı ve banyoya gitti. Yüzünü yıkadıktan sonra, aynadaki yansımasına baktı. Göz altları morarmıştı. Göz altlarına dokundu. "Ah Mona. İyice çökmüşsün." Banyodan, çıktıktan sonra, hemen giysi dolabına yöneldi. Giyeceklerini ayırdıktan sonra, üstünü giyindi. Tam saçını tararken, kapı çalınmaya başladı. Gözden, gelen kişiye baktığında, takım elbiseli, iki adamın olduğunu gördü. Bir an, tereddüt etti. Daha sonra, önemli bir şey olabileceğini düşündü. Yavaşça, kapıyı açtı, başını öne çıkararak. "Buyrun?" "Merhaba, Bayan Lovasque. Biz Shield'den geliyoruz." "Shield mi?" Kafası karışmıştı. Shield'i, ilk defa duyuyordu. "İçeri geçebilir miyiz? Elimizdeki şeyi size, kapı ağzında veremeyiz." Mona, kapıyı iyice açıp, adamların girebilmesi için, yana kaydı. Adamlar, oturma odasına girip, koltuklara oturdular. "Sizi rahatsız ettiğimiz için üzgünüz. Ama elimizdeki şey, size ait ve Bay Fury, bunu size teslim etmemizi istedi.
Mona, tekli koltuğa oturdu. "Bana ait olan şey, nedir peki? Ve isimleriniz nedir?" Hafifçe saçları azalmış olan adam, konuşmaya başladı. "Ben Phil Coulson. Bu da Carl Hall." Mona, kafa salladıktan sonra, Coulson, çantasını açıp, içinden, metal bir kutu çıkardı. Metal kutuyu, Mona'ya uzattı. "Kötü ellere düşmezse, çok iyi olur Bayan Lovasque." Mona, metal kutuyu açınca, içinde, altın bir pusula olduğunu gördü. Altın pusulayı gördüğü anda, aklına bir şeyler geldi.
Küçük Mona, oyuncaklarıyla oynarken, çalışma odasından, sesler gelmektedir. Üç kişi, tartışıyorlardı. Mona, merakına yenik düşüp, çalışma odasına gitti. Kapıyı, hafifçe aralayıp, içeriyi izlemeye başladı. Tartışanlardan birisi, tekerlekli sandalyede oturan, ve kel olan birisiydi. Yaşlı adam konuşmaya başladı. "Jean ve Scott! Sakin olun lütfen. Bu görevi seçen sizlerdiniz. Şimdi geri dönemezsiniz." Jean, öne çıktı. "Az daha, Mona'yı öldürecekti Charles. Kızımı öldürecekti. Ve artık, gücümüzü kullanamıyoruz. Kızımız çok savunmasız!" Jean, odanın içinde, volta atıyordu. Scott, Jean'i durdurdu. "Sadece tek bir yolumuz kaldı. Altın Pusula'yı, Nick Fury'e vereceğiz. O bizim için saklar. Ve bu şekilde, Mona'da güvende olur.
Phil'in ismini seslenmesiyle, Mona, kendine geldi. "Hatırladım." dedi sadece. "Neyi hatırladın?" diye sordu, Phil. "Gerçek ailemin kim olduğunu." İki adam, birbirine baktı. "İsimleri?" diye sordu Carl.
Mona, derin bir nefes aldı. Uzun zamandır, bu anı bekliyordu. Sonunda, ailesi hakkında bir şeyler, hatırlamıştı. "İsimleri, Jean ve Scott." dedi, heyecanla. Phil'in yüzü düşmüştü. Mona'nın yüzündeki gülümseme, yavaş yavaş silinmeye başladı. "Bir şey mi oldu? Olduysa lütfen söyle." dedi yalvarırcasına. "Annenin ismi, Jean Grey. Babanınki ise Scott Summers. Ve ikisi de Magneto tarafından, öldürüldüler. Altın Pusula'yı, Nick Fury'e verdikleri için. Tabletini çıkardı ve bir resim açtı. "İşte, Magneto da bu." dedi, tableti, Mona'ya verip. Mona, fotoğrafa baktıktan sonra, sürekli gördüğü kabus aklına geldi. Garip kasklı adam. İşte, o adam buydu. Magneto. Göz yaşları, akmaya başladı. "Hem de bir gümüş parayla, öldürdü onları." dedi, Mona. Sonradan, sinirlenmeye başladı.
Evdeki eşyalar, hareket etmeye başlamıştı. Sonradan, havalanmaya ve bir yerlere fırlamaya başladılar. "Sakin ol Mona." Phil, epeyce endişelenmişti. Mona'nın annesi, çok güçlü ve çok tehlikeli bir mutanttı.
Mona, kendini sakinleştirmeyi başarmış ve her şey eski haline dönmüştü. Phil'e döndü. "Bunu nasıl yaptım?"
"Sen bir mutantsın Mona. Tıpkı ailen gibi."
"Hadi canım!" diye hayretle bağırdı Mona.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Golden Compass(Marvel)
FanfictionMona, küçük bir kasabada yaşayan 19 yaşlarında, bir kızdır. Bir gün eline, altın bir pusula geçer. İşte ondan sonra, hayatı değişir. * Natasha ve Clint, Mona'nın yanına yaklaşırlar. "Elindeki pusula, çok önemli Mona. Doktor Strange tarafından üretil...