Klasik sendromlu pazartesi sabahı;
Kasım ayından ne beklenir ki her zamanki gibi yağmurlu,bir de londrada iseniz koca bir yıl bundan ibaret diyebilirim.Neyse ki bir kahvenin ardından evden çıktım,burası her ne kadar havası kadar yağmurlu,puslu,bulutlu olsa da insanlarına pek bu yansımış sayılmaz.Ben Jack Güney West, kökenim türk-ingiliz asıllı istanbul'dan buraya 3 yaşındayken taşınmışız aslında bana çakma bir londralı diyebiliriz.Çok sakin ve bir o kadar da zaman zaman hırçınlı olduğum haller vardır.Aynı zamanda Şubat yirmi beşte yirmi iki yaşına girecektim.Babam,Robert West ılıman ve bir o kadar da sevecen bir kişiliğe sahip bir araba firmasında genel müdür.Annem,Ayşin Deniz West insanlara önyargısız yaklaşan bir o kadar insanlar tarafından sevilen turizmci.Bir de baş belası aynı aileden değilmişiz gibi kardeşim,Katy Saba West.Henüz 16 yaşında olmasına rağmen bu kadar hırçınlık, öfke ,mutsuzluk neden hiç anlamadım ergenliğin getirileri herhalde...
Durak ta on dakika bekledikten sonra otobüsle okula doğru yola koyuldum, her zaman ki gibi University College London (UCL) .Okulu çok sevdiğim söylenemez tabi gitme sebepleri arttıkça herşey daha güzelleşiyor...
Daha yeni bir ayrılıktan çıkmıştım haliyle,biraz buruk oluyor insan ama atlatılmayacak hiçbir şey yok.Hayatıma bir şekil devam ediyordum.Benim için giden hep kaybetmiştir ki bu da vazgeçmektir...
Her zaman ki gibi yakın arkadaşım Chris ile birlikte değişmeyen mekanımız "Red Pub" gittik.Çok keyif aldığımız bir mekan olmakla beraber eşsiz motifleriyle hem otantik bir hava hem de güzel enerjiler için bize keyif veren yerlerden biriydi.Her pazartesi jazz müzikleri bizim için iyi bir motivasyon kaynağı oluyordu.İki bira söyledik başladık keyfimizi yerine getirmeye ilerleyen saatlerde (gece 12'den sonra)meşhur yıllanmış irlanda whiskeylerini yudumlarken mekana birbirinden farklı üç güzel bir o kadar değişik kızlar gelmişti.Chris her zaman ki çapkın haliyle kızları kendine bir şekilde odak noktası haline getirebiliyordu.Masamızın sağ tarafında oturan kızların sarı saçlı,bal rengi gözleriyle tipik bir irlandalıyı andırıyordu.Fazlasıyla bakıştılar.Chris,tanışmak için masalarına doğru ilerledi,akabinde sohbetleri gitgide ilerliyordu.Sara,uzaktan bakıldığında çok sıcak kanlı biri durmasa da aslında iyi gün için değil kötü gün için dost olan bir karaktere sahipti.
Ve o an;
Sara'nın yanında oturan kız o anı hiç bir şekilde anlatamazdım,karşılıklı bir etkileşimin tam nasıl olduğunu ilk o an da hissettim.Siyah düz saçları,kahve tonlarını andıran büyüleyici ten rengi,su yeşil gözleri herşeyi anlatmakla yetebilirdi.Uzun bir bakışmanın ardından gözlerimiz konuşurken işi gerçeğe dökmek için sabırsızlanıyordum.Adeta tutulmuştum.İçimden bir sesle:
-Sen benim kadınım olacaksın."dedim
Bu cesaretle birlikte Chrislerin yanına gittim.Sara ile Chris sanki iki yıldır birbirini tanıyan insanlar gibi ikisi birlikte içtenlikle karşılıklı muhabbet içindeydiler bu anı bölmem hiç hoş olmazdı.
Ve o masum gözler konuşmak için beni bekliyordu...
Merhaba! Ben Jack Güney dedim.Bütün bedenim buz gibi heyecandan ellerim titriyor bir yudum içkiyle kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.O yeşil gözler benden hiç ayrılmayarak merhaba,dedi.Minik bir tebessümle yanında oturan diğer arkadaşları da merhaba demişti o durumdan fazla hoşnut değildi.Bir yandan Chris ile Sara bir yandan adını hala bilmediğim o yeşil su gözler ile ben.
-"Adınız nedir?".dedim.
-Adım,"Robyn Blackfenty".Senin adın güzel bakışlı çocuk?
-Ben Jack Güney.Jack Güney West.
Her kelimesi içimi eritmeye devam ediyordu...Bu ne kadar hızla gelişebilir di ki böyle! Hiç anlamamıştım.
-"Nerelisiniz?".dedim.
-Kolombiya kökenliyim fakat londrada dünyaya gözlerimi açtım bildim bileli londradayım, demişti.
Kolombiya mı ? O nasıl olur çok ilginç demiştim kendi kökenimde de türklük olduğunu unutsam da.
-Çok değişik,çok güzelmiş...
Diyerek sohbeti başlatmıştım ve kalbimin her attığında mutluluk sana daha bir adım yakınlaşıyor Bay West dedim.
Tam da o saniye sanki herşey planlanmış gibi Red Pub'dan gelen yüksek seslerle Adele-Someone Like You çalmaya başlamıştı.Chris ile Sara hala sohbete devam etmekle meşguldu.Diğer yanda ki kız ise oldukça sıkılmış telefonla mesajlaşmaya geçmişti.
Ben o anı kaçırmayarak:
-Benim ile dans eder misin? "Robyn".dedim.
Sevimli bir tavır ile;
-Tabi ki Jack Güney demişti.
Şarkının her melodisin de kendimizi bir o kadar daha tanımak için sabırsızlanıyorduk o yeşil su gözler ve hep göz göze...
Şarkının bitimine doğru masamıza geçtik buraya ilk defa geldiklerinden bahsettiler ben de ki hisler ;
"Seni tüm halimle ilkin yapacağım ve sen benim olacaksın."demeye devam ediyordum.Bende ki o iç sesler...
Bence bu olanlar bi tesadüften ibaretti ve bu tesadüf benim aklımı başımdan alacağını hiç tahmin bile edemezdim çünkü daha yeni bir ayrılık yaşamıştım...
Muhabbet devam ediyordu.Robyn birden:
-Jack Güney hayatın da hiç aşkı tattın mı ? Diye bir soru yöneltti,oldukça şaşırdım.
-Bunun cevabını vermek her ne kadar doğru bilmiyorum ama hep saygım oldu bir o kadar da sevgim,bunun ne kadarı bir tutkuyu getirir onu hiç bilemem,dedim. Oldukça kararsız bir o kadar da düşündürücü bir cevaptı.
Hafif bir tebessümle Robyn:
-"Her sevmek aşkı getirmez.". Dedi.
Oldukça kendinden emin bir tavrıyla beklemediğim bir cevabı vermişti açıkçası şaşırmıştım.Hala içimdeki o ses aslında içimdeki melek, benim Robyn ile bu zamana kadar tatmamış tutkulu aşka dönüşeceği bi yolculuğun başlangıcındasın,diyordu.Red Pub'ta tek masa olarak biz kalmıştık,saat epeyce geç olmuş neredeyse gün doğmak üzereydi.Zaman çok çabuk akıp geçmiş halbuki. Kahvaltı zamanı diyebilirdim.Neyse ki bu anı bırakmamak için,
-Birlikte kahvaltı yapalım mı?dedim.
Chris ve Sara:
-Olabilir,bu zamanı es geçemeyiz,birlikte gülerek onayladılar.
Asıl kahvaltı yapmak istediğim insan o yeşil su gözlerdi...
-Robyn ve sen ? Aramıza katılmayan sürekli telefonunla ilgilenen kız, dedim.
Robyn:
-Çok isterim fakat annem hamile olduğu için onu yalnız bırakamam,dedi.
Arkadaşı:
-Malum bir saat sonra dersim var bu uykusuzlukla nasıl gideceğim onu düşünüyorum,özür dilerim başka zaman seve seve gelirim,dedi
Ben de üzgünlüğümü berlirtmeyerek başka zaman bunu en kısa zaman da yapmak çok isterim,dedim.
Hesabı istedik ve mekandan ayrıldık.Robyn ve adını bilmediğim tüm gece boyunca telefonunu kurcalayan kızı taksiye bindirdik, ardından Chris,Sara ve ben arabaya bindik.Saat tam yedi olmuştu artık gün aymıştı insanlar da caddeler de yürüyor,durak ta otobüs bekliyor,kısacası herkez işe gidiyordu.Bu gecemizi uykusuz geçirdiğimiz için hepimiz de bir aptallık söz konusuydu.Sanki bu gün çok güzel bir gün olacak!
Nedeni ise Londra'da beklemediğimiz şey, güneş evet güneş...Güneşli havaları diğer havalara göre daha çok severim,pozitif enerji verdiğine inanıyorum.
Ardından bir cook shop'a girdik.Benim her zaman ki gibi değişmeyen sade kahvem ve iki kruvasan önümdeydi.Chris ve Sara peynirli omlet yediler birer de yeşil çay...
Her ne kadar da buranın kültüründe kahvaltı anlayışı yoksa aslında yemek zevkleri bakımında annemin kökenini alıyor gibiydim,pastırmalı yumurta benim için vazgeçilmezdi, hele ki o kebaplar...
Kahvaltımıza devam ederken Sara:
-Robyn'den birşeyler hissettin, haklımıyım?dedi.
Ben de şaşırmış gibi yaparak;
-Şuan da böyle birşey mümkün değil bunu nerden çıkardın sizleri daha yeni tanıyoruz,dedim.
Demek ki o yeşil su gözler artık herkez tarafından farkediliyordu...
Sara'nın telefonu çaldı, Robyn yazıyordu içimde bir heyecanla telefonu açmasını bekliyordum.Robyn Sara'ya:
-Eğer hala kahvaltı yapıyorsanız gelebilirim büyük annem bizde anneme yardımcı olur,dedi.
Ohh! Sonunda dedim ve gelmesini iple çektim.Üzerine eşofmanlarla gucci gözlükleriyle fazlasıyla dikkatimi çekmişti ve kapıdan girdi.
Herzaman ki o tebessümle;
-Günaydın gençler.Her şey yolunda mı ? Dedi.
-Karnım çok aç hemen patatesli omlet alabilirmiyim? Yanına bir çay...
Sohbet etmeye devam ediyorduk,bu yıl bizim için son yıldı.Robyn, reklamcılık bölümünden mezun oluyordu.Eğer ben de bu yıldan mezun olursam iyi bir psikolog olacaktım.Robyn'in okulda son yılları diye biraz üstünden geçerek geleceğe dair eğitime devam edeceğini söylüyordu,yüksek lisans için amerikaya gitmek istediğini belirtmişti ki bu benim için hayal kırıklığı yaşatmıştı bile...
Benim de her zaman amerikada yaşamak istememin bir fırsatı olabileceği görüşündeydim fakat aynı şehirler de de olabilir miyiz? Diyordum.Ve sordum;
-Amerika'nın neresinde yüksek lisans yapmak istiyorsun?
Her zaman ki tebessümle;
-California istediğim şehir Los Angeles fakat reklamcılık alanında pek çok Newyork'ta daha iyi eğitimler uygulanabiliyor şuan kararsızım,dedi.
Chris ve Sara:
-Artık kalkalım saat dokuz oldu hala bir damla uyku gözümüze girmedi yatmamız gerek dediler,haklıydılar.
Uykusuz bir sabah hele ki gecesi içkiliysen baş ağrısından bir çileye dönüşebiliyor...
Hep birlikte kalktık,Chris'in evine doğru yola koyulduk.
Chris,Manchester'dan buraya okumak için geldi tanıştığımız yıllarda çok kafamız uymasa da gitgide uyumlu bir dost olduk,bu yıl mezun oluyorduk.Ve onun da manchester'a dönme ihtimali söz konusuydu, bu okulun bana katan en iyi dostlukların başında gelebilir Chris.Chris'in evi tam bir bekar evi diyebiliriz bir tek kişilik, bir çift kişilik yatak vardı.Tek kişilik yatakta Robyn'in yatmasını istedim.Chris ile Sara sevgili olmaya an be an devam ediyorlardı ve birlikte uyudular.Ben ise salondaki orta boy lcd televizyonun önünde duran koltukta yattım ve Chris'in coccer cinsi köpeği Esty ayaklarımın ucunda uyuyordu.O sırada gözlerimi kapadım,kapar kapamaz gözlerimin önüne o yeşil su gözler geldi,çok yakınımdaydı sağda ki odada yatıyordu şuan.O tebessüm o içtenliği aklımdan çıkmıyordu,ben artık aşık mı olmuştum?
Hayatın neler getireceği hiç belli olmaz insan da bazen kötü bazen ise çok iyi hallerin içinde bulabilir insan kendini,ben ve ben hayatımı birine adıyacağımı hissetmiştim o yeşil su gözler benim yolumda bana neler katacaktı?Hiç bir şeyden habersiz...
İnsan,geleceği bilse o kişiyi bulur ve ondan hiç kopabilir mi? Ama şunu biliyorum ki hayatıma giren insanlardan hep ders çıkardım benim hatalarım olabilir ama bunlar beni doğru yola götürmeye yardımcı oluyordu.
İçerden bir ses:
-Jaccccccccckk!!!!
Sanırım Robyn idi...