Herkese merhaba. Bu benim ilk hikayem ve yazarken ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Bu işlerde çok yeniyim o yüzden eksiklerim varsa lütfen yorum yazmayı unutmayın. Yorumlarınız benim için çok değerli. Lafı fazla uzatmadan herkese iyi okumalar.
Her yıl bugün olduğu gibi yine bir nefretle merdivenlerden iniyordu. Sanki mümkünmüş gibi bastığı her adımda etrafına daha da nefret saçıyordu. Son basamağı da inince kendini her yıl farklı bir renkte dekore edilen büyük salonda buldu. Bu yıl mavinin tonları kullanılmıştı. Oysaki eski rengi çok severdi. Su yeşili duvarlar artık gökyüzü mavisiydi. Duvardaki sızıntı lekeleri ve dökülmüş alçılar kapanmıştı ama dökülen yerlerin izleri hala görülebiliyordu. Yıpranmış orman yeşili deri koltuklar, lacivert kadifeyle kaplanmış, ortada duran büyük ahşap sehpa gitmiş, yerine beyaz üstü camlı bir tanesi gelmişti. O eski orman havasından hiç eser kalmamıştı.
Bir anda nefesinin kesildiğini hissetti. Artık duvarlar üstüne üstüne gelmeye başlamıştı ve bir an önce buradan çıkmazsa boğulacağını hissetti. Arkasına dönüp tekrar merdivenlere yöneldi. İlk başta normal temposunda yürüyordu ama sonra içini bir panik kapladı. Temposunu arttırdı, daha hızlandı, daha da hızlandı ve bir anda yer ayağının altında kaydı. İlk başta ne olduğunu anlayamamış, kafası karışmıştı. Gözlerini açıp soyulmuş, alçısı dökülmüş tavanı görene kadar düştüğünü anlayamamıştı. Bir süre boş gözlerle tavana baktı ve sonra tavanın boyanmadığını fark etti. Herhalde insanların kafasını kaldırıp tavana bakacaklarını düşünmedikleri için orayı hiç boyamıyorlardı.
Belli bir süre yerde yattı. Sonra hala büyük salonda olduğunu fark edince o boğucu his tekrar gün yüzüne çıktı ve aniden doğruldu. Ani hareketi yüzünden başı dönmüş, gözleri kararmıştı ama şuan bununla ilgilenemezdi. Bir an önce güvenli yerine, odasına dönmeliydi. Hemen toparlanıp ayağa kalktı. Çoktan merdivenlerin başına gelmiş olduğunu fark etti ve koşarak çıkmaya başladı. O kadar hızlı çıkıyordu ki aynı zamanda da kendisine doğru gelen küçük kızı görmedi ve kıza çarptı. Çarpmanın etkisiyle kendini bir daha yerde buldu. Kızı da kendisiyle beraber düşürmüştü. İlk toparlanan küçük kız oldu ve ona yardım etmek için elini uzattı. İlk başta tereddüt etti. Kızın büyük kahverengi gözleri çarpışmayla kocaman açılmıştı. Kahverengi bukleli saçları ve saçına taktığı pembe kurdeleyle bir sanat eserinden çıkmış gibi duran kız şimdi daha da tatlı gözüküyordu. Kızın eli hala aynı havadaydı. Sonunda dayanamayıp kurdeleli kızın elini tuttu ve ayağa kalktı. Gitmeye hazırdı ama kızın gözleri ona bir umutla bakıyordu. O da sorarcasına baktı ama sonra kız gözlerini kaçırdı ve bu sefer temkinli bir şekilde aşağı inmeye devam etti.
Biraz kızın arkasından baktı. Bu evdeki en küçük oydu. İlk geldiği günü hatırlıyordu. Kızın gözleri daha demin ki gibi korkudan kocaman açılmış ve etrafa bakıyordu. En küçük patırtıda arkasına bakmadan koşabilirdi. Bu yüzden evdekiler de ona belli bir süre temkinli davranmış, onunla ilgilenmiş ve korkulacak bir şey olmadığını anlatmaya çalışmışlardı. Tabi o hariç. Kendisi her zamanki gibi olayları kapısının arkasından dinliyordu.
Kız gözden kaybolunca merdivenlerden çıkmaya devam etti ama bu sefer normal temposunda ve daha temkinliydi. Zaten merdivenlerin tam karşısındaki oda da ona aitti.
Evin en büyük odası onundu. O odayı çok istemişti ve kimse de sıkıntı çıkarmamış -belli bir süreye kadar- , kabul etmişti. Evin büyük odası olduğu gibi tek banyosu olan oda da onundu. Bu onun için çok iyiydi çünkü fazla içine kapanık ve çekingendi. Banyo odanın girişinde, kapıdan girince hemen sol taraftaydı. Odanın bir duvarı ve banyonun odaya bakan duvarı eski, ahşap bir kitaplıktı. Kitaplığın karşısında da boydan duvara yaslı bir yatak vardı. Yatak artık o kadar eskiydi ki yayları bozulmuştu ve yatağın altı neredeyse yere değiyordu. Kitaplıkla uyumlu olsun diye eskimiş bir ahşap bulup yatak başlığı yapmıştı. Yatakla kitaplık arasında da tavandan yere kadar uzanan büyük pencereler vardı. Pencerelerden dolayı çok ışık alması gereken oda aslında hiç ışık almıyordu çünkü evin etrafında kocaman çam ağaçları vardı. Dışarıdan gören birisi buranın ilk bakışta orman olduğunu söyleyebilirdi.
Odasına girince o rahatlama duygusunu hissetti. Hemen telefonundan rahatlatıcı bir müzik açıp kitaplığından en sevdiği kitabı (Gurur ve Önyargı) alıp yatağına kuruldu. O kitabı en az altı defa okumuştu ama elinde değildi, kitap bir şaheserdi. O kadar ustalıkla yazılmıştı ki okuduğu hiçbir kitap kendisine bu kadar zevk vermiyordu. Sayfa altmış beşe geldiğinde zaten var olan uykusuna yenik düşmüş ve akşam yemeğine kadar uyuyakalmıştı.