I. Bölüm

549 19 36
                                    


Dünyanın en güzel manzarasına bakıyorum diye geçirdi içinden. Kabataş'ta, Setüstü'ndeki ofis binasının en üst katında, tüm cephesi camla kaplı odasında ada vapurlarını seyre dalmıştı. Telaş içinde koşturanlar, adadaki evlerine dinlenmeye gidenler, bir somun ekmek için dilenenler... Hepsi bir arada koşuyordu farklı yönlere, farklı hayatlara.

Dışarıdan bakıldığında hepsi aynı yöne gidiyor sanırdı insan, ancak gitmek için kullandıkları araç aynı, amaçlarıysa çok farklıydı. Hayatın ta kendisi gibi diye düşündü.

O, baktığı bu insanların hepsi olmuştu zamanla. Belki de başkalarının hayatta kalabilmesi için kendini bir tarafa bırakıp unutmuş ve bunu çok geç fark edebilmişti.

Olanların hiçbiri kendi seçimi değildi. Hepsi hayatın getirdikleriydi. Ne istediğini soran olmadığı gibi, seçim hakkı tanıyan da olmamıştı. Tam tersine seçim hakkını dahi elinden almak için uğraşanlar olmuştu. Tam "Hayat bana iyi davranmadı." diye düşünürken, hatta düşünmeyi bile bırakmış sadece gününü yaşayıp giderken, aynı zalim hayat, özür dilercesine kanatlar takmıştı sırtına, uçması için. Kafası karışmıştı. Önce inanmamış, tekrar kırılmamak için direnmiş, sonra da sonuna kadar açıvermişti kapılarını.

Hayat tekrar onu bıraktığı yerde bulsun ve parçalasın diye...

Hayatının son beş yılı üst üste gelen beklenmedik olaylarla geçmişti. Sonra akış tamamen değişmiş, başka yönlere sürüklemişti onu. Yine fikri sorulmadan...

Şu anda durduğu noktaya ve oturduğu koltuğa, bütün bunların hiçbiri yaşanmadan, seneler önce de gelmiş olabilirdi. Ama bugünkü o olabilmesi için bu yollardan geçmesi gerekiyordu belki de. Bunu kendi de bilmiyordu.

Dışarıdan bakanlar, onu dev bir armatörlük şirketini tek başına yöneten sert, soğuk ve mesafeli bir kadın olarak görebilirdi.

Ancak bu ona dışarıdan bakanlar için geçerliydi. Yakından bakacak kadar yaklaşabilenler onun gerçek yüzünü, mütevâzılığını ve kırılganlığını görebilirdi.

Bunu görecek insan sayısı da bir elin parmaklarını geçmezdi.

Elinde kahvesi, dalıp gitmişti pencerenin ötesindeki hayata. Aylardan Mayıstı. "Güzel aydayız." diye geçirdi içinden. Önce yüzünden bir gülümseme sonra da hüzün geçti. Camdaki aksında gördü kendini. Sonra gözlerini camdan alıp ileriye baktı. "İlkbahar" dedi. Her şeyin değiştiği zaman. Hayatının en önemli olaylarına tanıklık etmiş zamandı. İyiler de kötüler de hep bu aya denk gelmişti kırk senelik ömrü boyunca.

Belki de tesadüftür diye düşündü. Belki herkesin böyle döngüleri vardı ama o kendininkine dikkat etmişti sadece.

Karşıya baktı, Kadıköy'e.

Kaderini İstanbul'unkine benzetti.

"Bak." dedi kendi kendine. "Bahar geldi, İstanbul mora büründü. Son geçit töreni; başkente son veda için giyindi mor pelerinini Konstantinopolis yine her baharda yaptığı gibi. Gizliden gizliye... Sırrını başka bir şekilde göstermek ondan işaret bekleyenlere bir haber uçurmak istercesine."

İstanbul'un erguvanları ona çocukluğundan beri Bizans kral ve kraliçelerinin pelerinlerini hatırlatmıştı.

Ve aylardan yine 'Erguvan'dı, İstanbul yine mor.

Üzerinden beş iri boncuk tanesi geçirilmiş düz ipi elinde yuvarladı. Bu bir hatıraydı. Hediye edildiği günü hatırladı. Paros Adası'nda yaşayan bir ustanın işiydi. Tespihleri sağlamlıkları ve taşlarının farklılığı ile dünyaya nam salmıştı. Şimdi anılarda kalan adam tespihi kendisine verirken, "Bunu ömrün boyunca sakla. Ben orda olmasam dahi bunu elinin içinde tut ve beni düşün. Kopmaması için elinden geleni yap. Kopması hayra yorulmaz, ayrılık getirir derler adada. Ona iyi bak." demişti gözlerinin içine bakarak. Sonra aynısından bir tane de kendi için almıştı. "Merak etme, zaten bunlar çok sağlam, istesen bile koparamazsın, ayrılık getirmesin diye ben yedeğini aldım." demiş kahkahayı basmıştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 17, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İKİ ADA BİR KADINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin