- Gereği düşünüldü...
- Tutuklu Gamze Çervez suçunu kabul etmesine rağmen olaya yönelik hiçbir açıklama yapmaması ve tanık Tarık Durbaz'ın duruşmaya katılmamasından dolayı duruşmanın 29 Eylül 2014 tarihine ertelenmesine, tanık Tarık Durbaz'ın o duruşmaya polis zoruyla getirilmesine ve bu süre içerisinde Gamze Çervez'in tutuklu olarak yargılanmasına devam edilmesine karar verilmiştir.
Hâkimin ağzından bu cümleler dökülürken belli ki geçmişin pişmanlık dolu anıları akıp gidiyordu genç kızın gözbebeklerinden. Titreyen dizleri, buğulu gözleri ve ter içinde kalmış küçük bedeni anlatıyordu mutluluğunu bölen siren sesinin kulağında çınladığını. Her şeyi kendi planlamasına rağmen zor gelmişti jandarmanın ellerini bağlaması, çok zor gelmişti. Yaptıklarını, yaşadıklarını ve yaşattıklarını anlatmıştı deniz gözlü sevgilisine fakat ondan son bir kelime bile duyamamıştı bu karanlık yolculuğun öncesinde. Gamze anlattıkça Tarık'ın boynu bükülmüştü. Haklıydı delikanlı zira iki yıldır yaşadığı mutlu hayatın yalanlar üzerine kurulu olmasını kimse hazmedemezdi bir çırpıda. Kim kendini Tarık'ın yerine koysa eminim o da hissederdi aynı duyguları. Kolay değildi insanın zor bulduğu mutluluğu yalanlara teslim etmesi. Kolay değildi yaşananların sineye çekilmesi... Elbette düşününce hak verecekti sevdiğine ancak bu vakit alacaktı çünkü her acının bir silinme vakti vardı. 'Artık çok geç' denen zamanı kim üretti bilinmez ama mantıklı düşününce ortaya çıkan bir gerçekti zamanın böyle bir diliminin olmadığı. Ayrıca insan isterse hiçbir şey için de geç olmazdı.
Gitme vaktinin geldiğini anımsatan adımlarla arabaya yönelen komutan önde, Gamze ve ona eşlik eden askerler arkada giderek uzaklaşıyorlardı Tarık'tan. Sessizce izlemekten başka hiçbir şey yapamıyordu gözlerine denizi saklayan adam. İlk defa donuktu bakışları ve ne içinden ne de elinden bir şey gelmediği belliydi her hâlinden. Haklıydı kendince çünkü duydukları ağırlaştırmıştı kalp atışlarını. Birlikte geçen onca zamanın hatırına bir el sallardı belki ardından ancak ona da gücü yetmedi geç adamın. Nasıl gücü yetsin ki? Bir anda yok olmuştu iki yıldır hayata tutundukları. Güzel olduğu kadar sahte miydi her şey? Umut dağıtmaktan ötesi değil miydi yaşadıkları? Uzun süren bir rüya mıydı geçen süre yoksa kısa bir kâbus muydu o an yaşadıkları? Ucu Gamze'ye dokunan her şey soruya dönüşmüştü Tarık'ın kafasında. Bundan sonra ne yapacağı ise en büyük sualdi belki de. Beynini kemiren sorulara takılıp kalan Tarık tek kelime bile söyleyememişti sevdiğinin arkasından.
Gözlerinden okunsa da içinde kopan fırtınaları kimseye anlatmayan Gamze, mahkeme salonunun gürültülü havasında sessizliği sağlayan tek mahkûmdu belki de. Kararsızlık kararı çıkmıştı duruşmadan. En az üç ay daha içeride kalacak kızı hızlı adımlarla koğuşuna getirdi gardiyan. Koğuştakiler de merak içindeydi. Hep bir ağızdan sorulan;
- Ne oldu Mahmut Efendi, konuşmuş mu? sorusunu içlerinde en samimi olduğuna dönerek cevapladı yaşlı adam.
- Yok Naciye! Aynı tas aynı hamam. Tutturmuş "Evi ben yaktım, evi ben yaktım!" başka bir şey söylemiyor.
- Görgü tanığı falan da mı çıkmamış yine?
- Yok, o da yok. 29 Eylül'e kaldı duruşma.
- Neden böyle yapıyorsun kızım? 2. mahkemen oldu bu, neden konuşmuyorsun? Hâkimden çekiniyorsan bari bize anlat. İçini dök, rahatla. Yoksa böyle ölüp gideceksin kahrından mapushane damında.
- Evi ben yaktım...
-Aman ne hâlin varsa gör be! Seninle mi uğraşacağım? Senden çok ben dertleniyorum hâline. Canın ne zaman isterse o zaman konuş.
Naciye Ana çok severdi aslında Gamze'yi. Genç kıza yardım etmek için çabalar dururdu ama nafile. O söyledikleri de sinirle çıkıverdi ağzından. Kızın başına en ufak bir şey gelecek olsa herkesten önce koşardı yardımına.
2 aydır hapishanede olmasına rağmen kimseye bir şey anlatmamıştı. Zaten dilinde üç kelime vardı, onu da sürekli tekrarlardı.
"Evi ben yaktım."
Sessizliğe ve çaresizliğe alışık olan genç kız için çok da anormal bir durum değildi içine kapanıklığı ancak günden, güneşten ve hayatına anlam katan herkesten uzak olan mahkûmlar birbirleriyle konuşarak azaltıyorlardı dertlerini. O yüzden de suskun kızın değişmez tutumuna anlam veremiyorlardı.
Gamze'nin koğuşa girdiği ilk günden itibaren içerideki herkes mücadele vermişti onu konuşturmak için ama malum üç kelimeden başkasını duymayı başaran olmamıştı. Pek çoğu merak ediyor, bazısı umursamıyor, birkaçı da korkuyordu yalnızlığının arkasına sığınan sessiz kızdan. İçine 15 farklı hayatı hapseden bu dört duvarın, geçmişine pişmanlık duymayan tek mahkûmu ilan edilmişti Gamze. Bu hükmü veren kızlar, yatağından çıkmaya bile gücü kalmayan zavallının, hayatını saran kaçıncı pişmanlıkta oraya düştüğünü bilseler öyle düşünmezlerdi kesinlikle.
Gamze'nin sessizliğiyle korkuttuğu kızlardan biri,
- Böyle durması hiç hayra alamet değil abla. Babasını diri diri yakan kız ya bize de bir şey yaparsa?
diye sorunca parlayıverirdi Naciye Ana.
- Saçmalamayı kes kız! Dilini döndürmeye dermanı olmayanın seni öldürmeye mi gücü yetecek? Hem ne zararı var size garibanın? Belli ki kabullenemiyor yaptıklarını. Eve açtığı ateş yüreğini de yakmış, konuşamıyor zavallı. Zaman zaman ben de kızıyorum ama anlamadan dinlemeden yargılamıyorum sizin gibi.
Bazen saygıdan sonuna kadar dinler bazen de dayanamaz sözünü keserlerdi koğuşun en merhametli kadınının.
- Aman ablaaa. Sanki dinlememize izin verdi de biz anlamadık hâlinden. Konuşmayan kızın neyine hak vereceğiz? Hadi bizi geçtik de sana yaptığı saygısızlık doğrusu. Yıllardır şuradayız kimseyle ilgilenmedin onunla ilgilendiğin kadar ama karşılığında tek kelime bile etmedi haspam.
Kızlar ne zaman bu konuyu açıp söylenmeye başlasa sözlerinin bitmesini beklemeden yanlarından uzaklaşırdı Naciye Ana. Uzaklaşmak dediğim de beş adım ötesi işte. Sekiz ranza, bir masa ve birkaç da sandalye alacak kadar dar, anlatmaya gücümüzün yetmeyeceği acıları içinde barındıracak kadar geniş bir dört duvar arasındaydılar.
Kırılmaya yüz tutmuş ranzalar kurum müdürüne sorulduğunda,
- Kederiniz yataklara ağır geliyor, az sabredin hele.
der, geçiştirirdi kadınları. Müdüre inandıklarından mı yoksa kendi içlerinde kıdem oluşturduklarından mı bilinmez ama cezası hafifleyen mahkûm kullanırdı ranzaların üstteki yataklarını. Pas tutmuş demir yığınlarıyla doluydu içerisi. Beyazlığından eser kalmamış duvarları yumruklayan mahkûmlar sırtını dayamaz olmuştu bu kirli soğukluğa. Panayırı aratmazdı kızların 1 saatlik sabah havalandırması. Kimisi güneşe dalıp gider, kimisi akşama yetecek kadar dedikodu toplar kimisi de volta atmaya çalışırdı filmlerden öğrendiği kadarıyla.
Gamze'nin son duruşmasından umutluydu herkes. "En azından bir tanık çıkar da gerçekler dile gelir." diye düşünüyorlardı. Kızın, çıktığı mahkemeden yine sessiz dönmesi sonu gelmeyen merakın büyümesine neden olmuştu ve bu merak git gide korkuya dönüşüyordu. Kendilerine bir şey yapmasından korkanların yanı sıra genç kızın, geçmişinden kalan tek cana kıymasından çekinenler de vardı elbet.
Duruşmanın baskıcı havası yormuştu sessiz kızı. Yatağına uzanmış tavanı izliyordu ki zaten onun tavanı, üstteki yatağın tabanından ötesi değildi. Koğuşun çömeziyken Aslı'nındı o yatak. Tavanı özlem dolu kelimelerle süslenmişti. Lise yıllarında edebiyat derslerinin bir numarası olan Gamze bu yazıları gördükçe iştahlanıyordu iştahlanmasına ancak dile gelmeyen kelimelerin kaleme mürekkep olabileceğini düşünmediğinden uzak durmuştu kâğıtla kalemin birleşmesinden. Daha fazla dayanamadı Gamze. O gece herkes yattıktan sonra bir defter ve kalem çıkardı çantasından. İçinden atmaya başladı içine atamadıklarını. Koğuştaki herkesten gizlediği o defter bir daha hiç düşmedi genç kızın elinden.
YOU ARE READING
BAŞUCU KİTABI
RomanceDaha dünyaya gözlerini açmadan önce başkasının hayatını yaşamaya başlamıştı Gamze. Altı aylık bebekken ölen ablasının kimliğini vermişlerdi talihsiz kıza. O günden sonra da kendine ait bir hayatı olmadı zaten. 'Kızlar okumaz!' düşüncesinden tutun da...