ANAFOR

495 28 7
                                    

Elindeki sigarayı, sanki her an düşecekmiş gibi tutarken içine derin bir nefes çekti. Beyaz duman, dağınık bir şekilde dudaklarından dışarıya çıkarak, özgürlüğünü ilan ettiğini vurguluyor gibiydi.
Dalgın gözleri karşısında oturan Soykan'ı bulunca hafifçe öksürdü ve zihninde dönen kelimeleri toparlamaya başladı. Nereden başlayacağını bilmediği gibi zihninde dönen kelimeleri de bir türlü cümle haline getiremiyordu. Sıkıntılı bir nefesi içine doldurup dışarıya verdi ve bakışları tekrar Soykan'ı buldu. Normalde aklından geçeni hiç çekinmeden söyleyen biriyken, bu konu hakkında cümlelerini özenle seçiyordu. Sigarasından son nefesi de içine çektikten sonra, önündeki sehpaya acımasız bir şekilde izmariti bastı. Sanki biraz önce dudaklarında dans eden başka bir şeymiş gibi acımasızca yapmıştı bunu.
İki elini kenetleyerek ensesine dayadı ve oturduğu koltuğa başını hafifçe yasladı. Bir erkeğe göre dolgun ve çekici olan dudakları aralandı ve gözleri otomatikman Soykan'ı buldu.
"Kararımı verdim, bu konu hakkında konuşmak için geldiysen kaybol." İtiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla kurduğu bu cümle Soykan'ı şaşırtmamıştı. Yıllardır yanında olduğu bu adamı iyi tanıyordu.
"Olayların seyrini değiştirebilecek bir haberim var. Kızın bir hastalığı varmış. Henüz ne olduğunu öğrenemedim fakat önemli bir şey olabilir." Emir derin bir nefes aldı ve çelik gibi sert gözleriyle Soykan'a baktı. "Sence bu sikimde mi? Ellerimde geberse bile umurumda olmaz. Şimdi kes sesini ve sana söylediğim belgeleri getir." Emir, büyük ve kemikli eliyle kapının çıkışını göstererek Soykan'a yol verdi. İtiraz istemediğini belli eden yüz ifadesi, asla taviz vermeyecek gibi duruyordu. Soykan pes ederek odadan çıktı.
Yine söyleyememiş olmanın siniriyle sehpanın üzerinde duran çakmağı hınçla yere savurdu. Çakmak, onun gücüyle yerde parçalara ayrılırken genç adam ayağa kalkıp vestiyere ilerledi ve siyah deri ceketini üzerine geçirdi. Ayna gibi gereksiz bulduğu bir şeye bakma gereği bile duymadan evden ayrıldı.

Soğuk hava bir tokat gibi yüzüne çarparken o buna aldırmıyordu. Birazdan arabasına binecek ve belki de kendisi için dönüm noktası olacak bir şey yapacaktı. Düşünceler, bir çark görevi görüp kafasının içinde dönüp duruyordu. Acabaları yoktu fakat kendi içinde birkaç çelişki yaşıyordu. Bunu kendine bile itiraf edemese de bu çelişkiler onu dehşete düşürüyordu. Siyah mersedes görüş alanına girdiğinde cebinden arabasının anahtarını çıkardı ve tık sesiyle araba açıldı. Kendisini rahatlattığına inandığı bu bebeğe gözü gibi bakıyordu adeta. Arabayı ilk etapta yavaş kullanıp ardından gaza bastı ve eliyle direksiyonda ritim tutmaya başladı. Dışarıdan nasıl göründüğünü bilmiyordu fakat içi alev alıyordu sanki. Bunu kimse anlayamazdı.
İçini bir kat daha karartan mezarlığa geldiğinde kafasının içinde bir sürü şey dönüyordu ama o bunları umursamadı. Artık neredeyse ezberlediği yola bakıp arabasından dışarı çıktı. Ayakları onu ezbere bildiği yere götürürken o da düşüncelerle cebelleşiyordu.
Mezarın başına geldiğinde duraksadı ve bir süre öylece mezara baktı. İçinde yaşadığı bu duyguları az daha bastıramayacaktı ama bastırdı. Güçlü olmak zorundaydı. İçinden söylediği cümleyi kendisi bile zor kavrarken bir eliyle de mezarın toprağını okşadı.
"Sakın merak etme, burada olmana sebep olan herkesi ve her şeyi bitireceğim" Kurduğu bu cümle onun dudaklarına küstah bir tebessüm kondurdu. Vâr ile yokluğu belli olmayacak kadar silik bir tebessümdü bu.
Hırs ve intikamı içinde bulunduran cüretkar bir tebessüm. Her şeyin başladığı yerdeydi ve başlangıç cümlesi de bu cümle olmuştu. Onun lügatında;
Acımak.
Vazgeçmek.
Korkmak.
Yenik düşmek. Gibi kavramlar yer etmiyordu. O bir savaşçıydı ve savaş daha yeni başlıyordu.

ANAFORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin