-1-

152 14 2
                                    

* İnsan fırsat buldukça çıplak ayakla yürümelidir, o zaman yaşadığını daha da iyi hisseder. ~ (Mehmet Murat İldan) ~

Duru ' nun Bakış Açısından

Bölüm 1

Ailemin karar almasıyla birlikte - ne kadar çok yorucu gelsede - geçim dertlerimiz yüzünden İstanbul ' da bir tanıdığımızın evinde kalmak şartıyla ; bir giyim mağazasında kasiyer olarak çalışacaktım.
Bu benim yararıma değilde sanki diğer aile bireylerimin faydalanacağı bir işe benziyordu. "Amann !! Her işte bir hayır varmış derler" dedim ve yarın İstanbul ' a gideceğimden şimdiden valizimi hazırlamaya koyuldum.

Ailemle şartları konuşurken zamanın su gibi akıp geçtiğini anlamadım, ve ne kadar erken yatarsam o kadar erken yola çıkacağım düşüncesiyle ihtiyaçlarımı giderip, yatmaya koyuldum. Bir yandan yatarak, bir yandan ise her genç kızın yaptığı gibi anne ve babamın benim için koymuş olduğu bazı şartları unutmamak için kendi içimden tekrarlamaya başlamıştım.

1. Her ayda bir toplanın paranın yarısı posta yoluyla anne ve babama verilecekti.

2. Yabancı insanlarla tek kelime dahi konuşulmayacaktı.

3. Telefonum sessize alınmayacak. Her dakika gelen çağrılara bakılacak.

4. Çalışacağım yerde telefonla konuşmak yasak ise de ; annem veya babam arasa bile geriye dönüş yapılacak.

Bu maddeleri kafama sokmaya çalışırken, neredeyse vücudumu oynatamayacak kadar uykumun geldiğini anladım ve uykum kaçarsa bir daha asla uyuyamayacağım düşüncesiyle bütün her şeyi bir kenara bırakıp uyumaya koyuldum.

Sabah uyandığımda ise annemin ilk girişimi ; sırf ben uyanayım diye odamın perdesini hafifçe - güneş ışığı girecek şekilde - açması oldu.

Ne kadar çok uyumayı sevsem de ve anneme böyle uyandırmak istemesine karşın ona kızsam da nasıl olsa bugün büyük gün diye düşünerekten yataktan fırlayıp, adeta bir çita çabukluğunda elimi ve yüzümü yıkayıp annemin o güzel narin elleriyle hazırlamış olduğu sofraya oturdum. Düzenli ve hızlı bir şekilde bir güzel yemeğimi yiyerek sofradan kalkıp giyinmek için odama gittim.

Yine çok hızlı bir şekilde giyinerek telefonumun alarm sesinin ne kadar gıcık edici bir müziği olsa da bana otobüsün kalkmasına yarım saatten daha az bir vakit kaldığını uyararak da olsa söylüyordu. En son olarak ; ailemle vedalaşarak, ayakkabılarımı giyip, sokağımızdan geçen ilk taksi ile otogora gittim. Rezervasyonla ayırttırdığım şoför koltuğunun sırasından 15. ve 16. koltukların cam tarafına geçtim. Her yolculuğumda olduğu gibi kulaklıklarımı takıp, birbirinden değişik hayaller içerisine dalıp, yolculuğumu sürdürdüm. Ben diyeyim 15 dakika siz deyin yarım saat yolculuğa başlayalı, ama İstanbul ' a varmamıza 20 dakika kaldığını öğrendiğimde büyük bir şok geçirdim diyebilirim.

Kısacası söylemek gerekirse doğduğum günden beri kısa yolculukları hiç sevmemişimdir ve her ne kadar burcum gereği duygusal biri olmasam da şimdiden anne ve babamı özlemiş gibi hissediyordum. İlk gözlerimi açtığım andan itibaren burcumun özelliklerini her zaman taşıyan bir karakter olmuşumdur. Yani aileme çok ayrı bir çerçeve içerisinde sevgimi iletmişimdir çoğu zaman. Ben bu düşüncelerin arasında gezip dururken, varmama çok az bir zaman kala otobüsün sağa sola yalpalanarak ilerlediğini fark ettim.

Başımı hiç anlamadığım bir anda koltuğa vurduğumda aldığım darbe yüzünden kafamda adeta bayılmışçasına bir his verirken korkuyla doğruldum.

Sanırım kaza yapmıştık ve ben en son gözlerimi açtığımda bir sedyede yatırılmış, upuzun yatıyordum ve başımda adlarını bilmediğim birkaç sağlık görevlisi vardı ve bana bakarak "Kız uyandı" diye bağırırken bir anda benim neden sedyede yattığım konusunda aklıma binlerce soru takılmıştı. Şu an şu dakika korkarak söylemem gerekirse galiba hafızamı yitirmiştim.

Bundan birkaç dakika öncesine kadar her şeyi hatırladığıma adım kadar eminken, 1 saniye içerisinde her şeyi nasıl unutmuştum? Şu an içinde bulunduğum durum bana okuduğum bir kitaptaki bir bölümü hatırlatıyordu. O hikayede de benden birkaç yaş büyük bir kızın otobüsle uzakta olan memleketine yolculuk yaparken otobüsün kaza yapıp, kızın hafızasını kaybettiğini hatırlamıştım ve bu durum içerisinde tek hatırladığım olay okuduğum kitaptaki bu bölümdü sanırım. Başımda duran bu abla sayesinde biraz olsun kendime gelebilmiştim. Kazayı yarım yamalak olsada hatırlayabiliyordum. " Ablalara bana ne oldu? " diye sorduğumda onlarda gülümseyerek sanki hiç kötü bir olay olmamış gibi "Küçük bir kaza geçirdin" diye cevap vermişlerdi.

Şu an otobüsten inip, anneme sağ salim İstanbul'a vardığımı söylemeyi o kadar çok isterdim ki. Ama maalesef şu an içinde bulunduğum otobüs kaza yaptığı için, ambulansın sedyesinde upuzun yatıyordum. Hiçbir şey olmamış gibi davranmayı o kadar çok isterdim ki ama aklıma kötü şeyler gelmesine sebep olan durum ayağımı hissedemememdi. Annem ve babam eğer bu olayı duymuş olsalardı herhalde kahırlarından kalp krizi geçirip ölürlerdi ama - kimse anne ve babamı aramadıysa - çok şükür daha öğrenmemişlerdi ve ne yazık ki öğrendikten sonra bu düşündüğüm şeyin gerçekleşmemesini istiyordum. Eğer olursa da daha önce söylediğim gibi ben ailemsiz yapamazdım, onlarsız yaşamayı küçüklüğümden bu yana hiç düşünmemiştim. İnşallah her şey umduğum gibi olurdu ve bu düşündüklerimin hiçbiri yaşanmayacak olsun. Şimdi ne olacaktım ki? Annem babam yanımda yokken ve hele hele ki bu haldeyken nasıl mücadele edecektim?

En iyisi halamı arayıp, onun evine gitmekti. Ama bacağımı hissedemediğim için kalkmam o kadar zor görünüyordu ki.. Ayrıca ben burdan kalkmaya çalışsam bile, sağlık görevlilerinde çalışan ablaların beni salmayacağı elde birdi.

Karanlık GeceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin