-Düşüncelerinizi belirtirseniz ve oy vererek burada olduğunuzu belli ederseniz sevinirim. İyi okumalar.-
Okuldan başım ağrıyor bahanesiyle izin alıp çıkmıştım, şimdi ise Berat'ın mesaj attığı kafenin önündeydim. Açıkcası onu nasıl bulacağımı bilmiyordum. Çünkü onu daha önce hiç görmemiştim o da beni görmemiştir diye düşünürsek...
Daha fazla düşünmeden onu aradım.
"Berat ben kafenin önündeyim sen neredesin?" diye sordum.
"Ben içeride cam kenarının oradayım. Sonuncu masa."
"Tamam," diyerek telefonu kapattım.
İçeri girdiğimde ona nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum.
Tarif ettiği yerde arkası dönük bir şekilde oturuyordu.
Son kez düşünüp yanına gittim ve karşısına oturdum.
Beni görünce gülümsedi, bende gülümsemesine karşılık verdim.
"Oğuz nerede?" dedi gülümseyerek, "Yoksa taksi parasını mı ödüyor?"
Bu sefer gülümsemesine karşılık veremedim. "Oğuz... yok," diyebildim sadece.
"Neden? Ne oldu ki? Yoksa kavga mı ettiniz?" Cevap vermeyince tekrar konuştu. "Merak etme Oğuz seninle küs durmaya dayanamaz." Tekrar gülümsedi.
Bende gülümsedim bu sefer ama
hüzünlü bir gülümsemeydi bu.
"Neden üzülüyorsun hâlâ? Ara şimdi onu benimde burada olduğumu söyle. Gelir kesin. Hem sizi de barıştırırım. Aslında barıştırmama da gerek kalmaz, dayanamaz o," dedi gülerek.
Ne kadar neşeli, iyimser bir insandı. Benim tersime.
Nasıl söyleyecektim onun gibi neşeli bir insana gerçekleri.
Benim gibi ya olursa düşüncesi düştü yıldırım gibi beynime.
Oğuz ölmeden önceki halim gibiydi Berat. Onun kadar neşeli değildim belki ama neşeliydim. Sinirli değildim bu kadar hep sinirliydim ama bu kadar asla değildim. Soğuk bir insandım birazcık ve kötümser ama onun ölümünden sonra iyi huylarım yerini kötü huylarıma bırakmıştı.
Aynıları ona da olursa diye düşünürken gözümün önünde sallanan elle kendime geldim. Sıyrılmıştım düşüncelerimden.
"Bu kadar düşünme Armin. Armindi değil mi?"
Evet olarak başımı salladım.
"Her terasta buluşmamızda senden bahsetti. Seni ne kadar sevdiğinden, ne kadar değer verdiğinden, ne kadar iyi bir insan olduğundan. Ama her seferinde de kendinin ne kadar düşüncesiz ve bencil olduğundan bahsetti. Bir gün seni aptalca bir nedenden dolayı bırakacağından. Uzatma sürem kendi ellerimde diyordu ama ben iğrenç insanın, bencil bir insanın tekiyim diye sinirleniyordu. Birkaç kere bu dediklerinin ne olduğunu neden seni bu denli severken bırakmak zorunda olduğunu sorsamda hep aynı cevabı aldım. 'Boşver kardeşim kötü konuları, güzel şeylerden bahsedelim' deyip geçiştiriyordu."
Derin nefes aldı konuşmalarının ardın "Hâlâ beraber olduğunuza göre küçük bir tartışmadan bir şey olmaz," deyip göz kırptı.
Üzgün bir şekilde önüme baktım.
"Aslında Berat..." derken sözümü kesti.
"Sakın bana ayrıldığınızı söyleme Armin." Bir şey demeden önüme bakmaya devam ettim.
"Ama... Nasıl olur, yani telefonu neden sende peki?"
Dolmuş gözlerimle kafamı kaldırdım. Anlamayarak bana bakıyordu. "Armin ne oldu artık anlatır mısın?" dedi sabırsızlanarak.
"Oğuz... Beni bırakmak zorunda kaldı," dedim zorlanarak.
"Neden zorunda kaldı Armin? Seni bu denli seven biri hangi zorunluluktan dolayı bırakabilir."
"Ölüm!" dedim bağırarak. "Anlıyor musun?! O öldü. Oğuz öldü Berat. Beni ardında yapayalnız bırakarak gitti," dedim göz yaşlarıma hakin olamayarak.
"Nasıl..?" dedi Berat donmuş bir şekilde.
"Hastaydı Berat. Süresini uzatmak onun elindeydi ama yapmadı. Çünkü hastalık belli değildi. Bir adı yoktu daha. Bu yüzden ilaçlarını kullanmadı düzenli, sigarayı bırakmadı."
Daha fazla anlatamadım. Ağlamama hakim olmaya çalışıyordum. Kasmıştım kendimi. Berat'a bile bakamıyordum.Berat masaya bir miktar para bırakıp kalktı. Beni de kolumdan tutup kaldırdı ardından kafenin çıkışına yöneldik.
Nereye gittiğimizi bilmiyordum, aslında umrumda da değildi. Şuan tek umrumda olan göz yaşlarımdı. Bu kadar ağlamak doğru değildi. Her Oğuz konusu açıldığında ağlamamalıydım. Güçlü olmalıydım. O konu açıldığında hasretle gülümsemeliydim sadece. Güzel anılarımızı düşünüp mutlu olmalıydım. Oğuz bunu isterdi çünkü. Her seferinde ağlarsam olmazdı. Benim ağlamamı hiç istemezdi o. Bir de onun yüzünden ağladığımı düşünürsek...
Durduğumuzda Berat kolumu bıraktı. Bir parktaydık. Boş bir parkta. Kafeye uzak değildi burası. Gelirken gözüme ilişmişti çünkü.
"Şimdi," dedi Berat. "Şimdi sakin olmalıyım. Çünkü böyle bir şey olmuş olamaz. Oğuz bu kadar bencil bir harekette bulunmuş olamaz. Ne demek ulan ilaçlarını kullanmamak?!"
Bir şey söylemedim haklıydı çünkü.
"Bana neden anlatmadı bunları. Karşı çıkacağımı biliyordu çünkü. Şerefsiz herif," diye bağırdı.
"Yeter artık Berat! Bu durumdan sonra yapacak bir şey var mı?!" diye patladım.
"Armin," dedi alayla gülümseyerek. "Sen kabullenmişsin ki zaten. Bu kadar değersiz miydi yani senin için Oğuz? Gözlerinin önünde ölmesine izin verdin bir şey yapmadan öyle mi?!" diye bağırarak konuştu.
Belki sinirleri bozulup böyle şeyler söylüyordu ama kimse, kimse benim Oğuz'a beslediğim duyguları hafife alamazdı. KİMSE.
"Sen neyden bahsediyorsun?! Engellemedim mi sanıyorsun?! Ben ne zorluklara girdim haberin var mı?! Nasıl uğraştığımdan haberin var mı?!"
Nefes aldıktan sonra bağırdım.
"YOK! Yok çünkü yanında değildin. Haberin yoktu. O bu kadar şeyler anlatırken sana merak edip yanına gelmedin. Ama ben onun yanındaydım. Her adımında yanındaydım. Anlıyor musun beni?!"
Sadece beni dinliyordu başka bir şey yapmıyordu.
"Sen onun yanında yoktun!"
"Ve," diyerek ekledim. "Sakın, sakın bir daha benim Oğuz'a beslediğim duygulara laf etme!" diye bağırdım ve yanından hızla ayrıldım.
Arkamdan ayak sesleri gelmiyordu. Sanırım düşünüyordu söylediklerimi. Biraz daha ilerledikten sonra "Armin!" diye seslenişini duydum ama durmadan devam ettim.
"Armin dur lütfen," dedi nefes nefese koştuğunu belli ederek.
Bir kaç saniye sonra kolumdan tutup durdurdu.
"Bak gerçekten öyle söylemek istememiştim. Hâlâ inanamıyorum sadece. Gerçekten öyle söylemek istememiştim. Özür dilerim," dedi üzgün olduğu her halinden belli olarak.
"Tamam," dedim sadece.
"Armin, yapma böyle," dedi kısık sesle.
"Beni ilgilendirmiyor Berat!" diye bağırdım. "Ne kadar ağır konuştuğunun farkında değil misin? Sinirlerin bozulmuş olabilir ama şunu unutma ki bende öyleyim. Özür diledin diye hemen sinirimin geçmesini bekleme."
"Sence biraz abartma..." derken sustu.
Gözlerimi açarak ona baktım. "Ya gerçekten," dedim inanamayarak.
Sana acıyorum gibi gülerek yanından ayrıldım.
Nasıl abarttın diyebilirdi. En hassas olduğum konu bu iken bana abarttın mı diyordu gerçekten?
"Armin sakince oturup dinlenelim tamam mı?" dedi yorulmuş sesiyle.
"Oğuzla arkadaş birisiyle konuşmak iyi hissettirir diye düşünmüştüm ama yanılmışım sanırım," dedim banka oturarak.
Cevap vermeyince kafamı kaldırıp ona baktım, gözlerini karşıya sabitlemiş boş bir şekilde bakıyordu. Daha yeni yeni olayları kavrıyordu sanrım.
"Oğuz," dedi kısık sesiyle "Ne zaman öldü."
"3 ay oldu," dedim zorlanarak.
3 ay geçmişti onun gidişinin üstünden. Koca koca 3 ay.
"Nasıl dayandın yokluğuna? Yanında kim vardı? Nasıl atlattın o süreci?" diye sordu.
"Yanımdan sadece annem, babam ve Oğuz'un anne, babası vardı. Arkadaşım yoktu benim. Çünkü gerek duymuyordum. Oğuz yetiyordu bana her şeyiyle. Sonra o gitti, yapayalnız hissettim kendimi. Fotoğraflarımıza tutundum sadece. Bir videomuz vardı. 7 haziran akşamı çektiğimiz. Öldüğü gece yani. Onu izliyordum sürekli ve ağlıyordum. Ezberlemiştim artık videoyu harfi harfine. Ama bir gün annem gelip o videoyu silmişti. Güya ben iyiliğim için. Ondan sonra yanımda annem de olmadı. Sonra öğrendim ki onun annesiyle babasının ve benim annemle babamın ortak kararıymış videoyu silmek. Hayatımdan onları da çıkardım. Tek kaldım. Evden sadece Oğuz'ların evine gitmek için çıkıyordum. Gittiğim yerler odam, teras ve onun odasıyla, onların terasıydı. 3 ay tatili neredeyse böyle geçti. Şimdi de okul başladı işte," diye özetledim her şeyi.
"Söylenecek pek bir şey yok aslında," dedi. Onaylarcasına kafamı salladım.
"Ben artık gideyim," diyerek banktan kalktım.
"Evine bırakayım o zaman," dedi o da banktan kalkarak.
"Hayır, gerek yok. Yoldan geçen bir taksiye biner giderim," dedim hafif tebessümle.
"Taksiye kadar eşlik edeyim o halde," deyince bende onayladım.5 dakika bile beklemeden caddenin işlekliğinden dolayı taksi geldi.
Taksiyi durdurdu ve benim için arka kapıyı açtı. Açtığı kapıdan içeri girdim.
Kapıyı kapatmadan "Bir şeye ihtiyacın olursa beni araman yeterli," dedi ve ardından kapı kapandı.
Bir şey söylemeden de taksi hareket etmişti zaten. Evimin adresini verip arkama yaslandım.
Taksi durduğunda ücreti ödeyip indim. Evde annemin olmamasını dileyip bahçeye giriş yaptım. Ardındanda eve.
Anahtarlıkta asılı olan anahtarı görünce evde olduğunu anladım.
"Ben geldim. Odama iniyorum," gibi kısa bir açıklama yaparak merdivenlere yöneldim. Aşağı inerken annemin sesini duydum. Çantamı merdivene bırakıp oflayarak indiğim yerleri çıktım.
Aynı konuları konuşmamayı umarak yanına gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnızlık Ömür Boyu
Teen FictionBir hikayenin devamı değildir. Tek kitaptır. 1. Film bitmişti. 2. Film başlayacaktı. Peki bu 2. Filmde ne kadar gülümseyecek, ne kadar ağlayacaktınız? Ne kadar kendinizi hikayenin içinde bulacak, ne kadar hikayeden sıkılacaksınız?