2.BÖLÜM

24 4 0
                                    

Resmen artık her sene okul değiştirmek geleneğimiz olmuştu. Ve bu geleneğimize uyarak yeni okuluma giriş yaptım.

7. sınıftan beri sürdürdüğümüz geleneğimizden dolayı sanki senelerdir bu okuldaymışım gibi binaya doğru ilerledim.

Sınıfımı bildiğim içinde dolanmadan sınıfa çıktım.

Sınıfa baktığımda çoğu yer doluydu.

"Yeni mi geldin sen?"

"Boş yer mi arıyorsun yoksa?"

İnce bir ses gelmesiyle kulağıma etrafıma bakındım. Çoğu yüz bana bakıyordu ama bunları söylemiş surat ifadesi yoktu hiçbirisinde.

Tekrar sağıma soluma baktım, arkama bile baksam da görünürde kimse yoktu. Sınıf gülüşmeye başlayınca sinirlendim.

Tam söylenecekken sırtımdan dürtülmemle arkama döndüm.

Saçma bir mutlulukla gülen bir insan vardı karşımda.
Kısa boyluydu, benden oldukça kısa boylu. Sesin geldiği kişi buymuş demek ki.
Sınıfın gülmesi de sanırım onu görmememden ötürü oluşmuştu, herneyse.
"Evet," dedim "Boş bir yer gösterirsen memnun olurum."
"Boş yer yok," cümlesi geldi bu sefer arkalardan kulağıma.
"Müdürün beni boş yeri olmayan bir sınıfa göndereceğini sanmıyorum." dedim hafif sinirle. Ardından ince sesli kıza döndüm.
"Artık boş bir yer gösterir misin?"
...

Öğle arasının geldiğini belirten zil çaldığında oturduğum pozisyonumu değiştirdim. Öğretmenlerin geldiğinde ayağa kalkmam dışında hiç ayağa kalkmamıştım ve bundan ötürü bir yerlerim uyuşmuştu.

Sıramın üstünde gölge oluşunca kafamı kaldırdım. 3 kız başımda dikiliyordu.

Ortadaki gülümseyerek konuştu. "Kantine gidiyoruz gelmek ister misin?"

"Hayır, teşekkürler," diyerek kafamı çevirdim. Hâlâ başımda beklediklerini hissedince kafamı kaldırdım. "Başka bir şey mi vardı?" diye bir soru yönelttim üçüne.

Sağ baştaki kız konuştu bu defa. "Neden gelmiyorsun? Eğer paran yok..." cümlesini bitirmesine izin vermedim.

"Param var!" dedim sinirimi fazla belli etmemeye çalışarak. Israr edilmesinden nefret ederdim.

"Sadece..." bu sefer benim cümlem kesildi.

"Sadece acıkmamıştır."

"Aynen," diye onayladım cümlemi kesen kişiyi ve yine önüme döndüm.

Kızların ayak seslerinden gittiklerini
anladım.

"Teşekkür etmen gerekmiyor mu?" diye konuştu bu sefer de cümlemi kesen şahıs.

"Teşekkür edilmesi gereken bir durum mu oldu?" dedim aynı zamanda başımı konuşan kişiye doğru kaldırarak. Bizim sınıftan olduğunu tahmin ettiğim bir çocuk vardı karşımda.

"Cümleni tamamladım," dedi yanıma otururken.

"Ben tamamlıyordum zaten," dedim kafamı bir şeyler karaladığım defterime çevirerek. Kalemi elime almış devam ederken "Yanına oturmuş bir insan varken bir şeylerle uğraşmak yerine o kişiye bakabilirsin. Hani bil diye söylüyorum." dedi hafif alayla.

"Dalgınım biraz bu aralar," dedim varla yok arası bir tebessümle.

"Dışarıdan bakıldığı gibi değilmişsin," dedi sesindeki hoşnut tınıyla.
"Dışarıdan nasılmışım?" diye sordum ama merak ettiğimden değildi, sadece cevap vermekti amacım. Çünkü duyacaklarımı biliyordum. Soğuk, asabi, suratsız vs...
"Soğuk duruyorsun mesela ve birazda sinirli gibi," dedi pek söylemek istemiyormuş gibi.
Gülmekle yetindim. Şaşırarak bana baktı, sanırım böyle bir tepki beklemiyordu.
"Neden güldün?" diye sordu anlamaya çalışarak.
"Alışkın olduğum kelimeler. Ayrıca bunları söyleyeceğini tahmin etmiştim bu yüzden yani," diye açıklamada bulundum neden açıklama yaptığımı da anlamayarak.
"Aynı şeyleri hatırlatmak istemezdim," dedi biraz mahçup bir şekilde.
"Önemli değil."
Bir şey söylemeyince kafamı saate çevirdim zilin ne zaman çalacağını bilmediğim için tekrar önüme döndüm.
"Kolyen," derken elini kolyeme doğru uzatıyordu. Hızla kolyemi tuttum. Elini çekerken "Çok güzelmiş," diye devam etti.
"Evet, öyle," dedim hâlâ elime ordan çekmeden.
"Elini çekebilirsin, tamam dokunmuyorum," dedi iki elini havaya kaldırıp dokunmayacağını belli ederek ayrıca gülüyordu da.
Sinirli bakışlarımı üzerine dikerken konuştum. "Komik bir durum olduğunu sanmıyorum."
Gülmesi dururken konuştu. "İnsanların gülmesi herzaman komik bir şey olduğundan değildir, mutlu olduklarında da gülerler."
"Beni ilgilendirmiyor," diyerek önüme, karaladığım şeye geri döndüm.
"Kolyenin bir önemi mi var?" diye bir soru yöneltti.
"Evet," dedim umursamaz bir şekilde.
"Yanlış bir şey mi yaptım? Ne oldu birden?" diye sorarken de elini omzuma koymuştu.
Elini çekmesi için omzumu hareket ettirdim mesajı almış gibi elini çekti.
"Bir şey olmadı," diyerek sorusunu cevapladım.
"Sanırım fazla konuşkan değilsin," diyerek yanımdan kalktı. "Görüşürüz," diye ekledi. Cevap verme zahmetine girmedim.
Derin nefes alarak yanımdan ayrıldı.

Çocuğun gidişinin ardından çantamdan iki telefonu da çıkardım.
Kendi telefonumda bir hareketlilik yoktu peki onunkisinde?
Derin nefes alarak telefonu açtım. Ekranda ikimizim fotoğrafı vardı. İlk çekildiğimiz fotoğraf. Özlemle gülümseyip şifre yerine parmak okuyucuyla giriş yaptım. Bir mesaj vardı.

Mesaj Berat adlı kişiden gelmişti.
'Kardeşim bugünü hatırladın mı?' yazıyordu. Bugünün nesi vardı ki?

Oğuz'un ölümünü çoğu kişi bilmiyordu. Böyle mesajlar arada bir geliyordu.
Soğuk kanlılıkla Berat adlı kişiyi aramaya başladım. Burası hiç doğru bir yer ve mekan değildi ama onunla arkadaş birisiyle konuşmak iyi gelebilirdi.

"Kardeşim, hâlâ mesaj yazmayı sevmiyor musun?" dedi gülerek.
Onayladım içimden, mesaj yazmayı hiç sevmemişti. Saçma mesajlar yerine sesini duymak daha doğru geliyordu ona.

"Berat?" diyo sordum emin olmak için.
"Evet, benimde siz?" diye sordu.
"Ben," dedim. Yutkunduktan sonra devam ettim. Boğazıma bir yumru oturmuştu. "Oğuzun sevgilisiyim."
"Demek dillere destan olan kişi sensin," dedi Berat gülerek.
"Anlamadın?" diye sordum.
"Oğuz senden çok bahsederdi," diye açıkladı.
"Anladım."
"Oğuz nerede? Bir işi mi var?" diye sordu. Zor olan yere gelmiştik işte.
Elimden geldiğince uzattım o kelimeleri söylememek için konuşmayı.
"Nerden tanışıyorsunuz Oğuz'la? İsmin pek tanıdık gelmedi."
"Okul gezisinde tanışmışdık. Terastaydık sanırım, sigara içiyordu. Bende o sıra teresa çıkmıştım. Beraber içerken sigaralarımızı konuşmaya başladık işte. Öyle devam etti. Otelde kaldığınız sürece terasta buluşup sigara içip konuştuk. Ayrılacağınız gün bugün buluşmak için sözleşmiştik." diye kısaca özetledi tanışmasını.
"Bursa gezisinden Berat mısın?" diye sordum hatırlamaya çalışarak.
"Evet, Bursa gezisinden Berat," dedi gülerek.
"Hatırladım," dedim. "Oğuz senden çok bahsetmişti. Bu aralar kafam biraz karışık, hatırlayamamışım üzgünüm," dedim mahçup olarak.
"Sorun etme güzellik," demesiyle durdum. Oğuz'la anım gelmişti yine aklıma. Oğuz gibi konuşuyordu aynı.

"Oğuz şuan müsait değil. Nerede buluşacağınızı mesaj atarsan ben ona mesajı gösteririm," dedim. Belki yüzüne söylemek daha doğru olurdu.
"Ya da," dedi neşeli sesiyle. "Ona söyleme, beraber gelin yanıma. Sürpriz yapmış oluruz."
"Tamam," dedim ama sesim kısık çıkmıştı. Asıl sürprizi kim yapacaktı acaba. Ama sürprizler güzel olmaz mıydı? Bu sürpriz miydi gerçekten?

"Eğer istemiyorsan gelmene gerek yok. Yani bir an aklıma gedi işte," dedi.
"Yok hayır. Seninle tanışmak isterim. Bakalım Oğuz'un anlattığı gibi biri misin?" dedim sesimi neşeli tutmaya çalışarak.
"Okulda mısınız siz?" diye sordu.
Değiliz demek istedim. Ben okuldayım ama o yok. Bıraktı beni. Yalnızım artık demek istedim. Ama demedim. Diyemedim. Ağlardım çünkü ve sınıfta ağlamak hiçte uygun bir yer değildi.
"Evet, ama istersen çıkarız. Önemli dersler yok. İlk gün zaten." dedim. Hangi dersler olduğunu bilmiyordum ama umrumda da değildi.
"Tamam o zaman. Bir kafeye gideriz. Olur mu?" diye sordu.
"Olur. Sen mesaj atarsın adresi. Benim şimdi kapatmam gerekiyor. Görüşürüz." dedim.
O da görüşürüz dedikten sonra kapattım.
Arka planda da beraber fotoğrafımız vardı. Sarılıp birbirimize gülümsüyorduk.
Aynı şekilde gülümsedim. Ama gözlerimin içi parlamıyordu. Göz yaşlarıyla doluydu sadece.
Okulda olduğumu hatırlayınca gözlerini kırptım. Telefonun ekranını kapatıp iki telefonu da çantama koydum.
Gözlerimin kızardığını bildiğim için kollarımı masaya koydum ardından da başımı kollarıma dayadım.
İnsanın uyanınca da gözleri kızarırdı değil mi? Biraz uyusam ya da uyuma numarası yapsa bir şey anlaşılmazdı.
Kısa bir süre sonra birisinin omzumu dürtmesiyle başımı kaldırdım. Daha demin yanıma oturan çocuktu gelen.
Efendim anlamında kaşımı kaldırdım.
Bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra kaşlarını çattı. Doğrulduğumda konuştu. "Gözlerin neden kızarık?"
"Seni ilgilendirdiğini sanmıyorum," dedim hemen. Sonra "Ama uyuduğum içindir," diye devam ettirdim cümlemi. Neden toparlamaya çalıştığımı bilmiyordum, içimden öyle yapmak gelmişti sadece.
"Anladım," dedi başını sallayarak.
Tam gidecekken "Bir şey söylemeye mi gelmiştin?" diye sordum. Kırılmış gibiydi. Bunu umursam bana biraz garip gelmişti. Daha deminki duygu yoğunluğumun devamına yordum bu olayı.
"Sadece sıkılıp sıkılmadığını soracaktım."
"Sıkılmıyorum, zaten gideceğim birazdan."
"Neden gidiyorsun, hasta falan mısın?" dedi. Sesindeki duyduğum endişemiydi yoksa bana mı öyle geliyordu?
"Hayır, bir arkadaşımla buluşacağım sadece," dedim. Ve biraz daha soru sorarsa patlayacaktım.
"Peki bu arkadaşın kız mı yoksa," derken sustu. Kısa süre sonra devam etti. "Neyse beni ilgilendirmiyor zaten," diyerek sırasına gitti.
"Aynen," dedim sesimi duyması için yükselterek. "Seni ilgilendirmez."

Yalnızlık Ömür BoyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin