BÖLÜM 1: GÖLGE

110 7 0
                                    

Bölüm müziği: Gabrielle Aplin - The Power Of Love

Her insan bir defa ölümü tadar, değil mi? Kendisine sunulan vakti tamamlar ve hayatla olan bağını ebediyen koparır. Ama belki de bu kaçınılmaz gerçeğin aksine, birden fazla da ölebiliriz hayatta. Bedenimiz canlıdır ama ruhumuz çoktan göçmüştür. Aldığımız nefes bile yakar canımızı, o bile istemsiz dolar artık solgun ciğerlerimize. Yaşadığımız her saniye, biraz daha acı vermeye başlar. Canlı zannettiğimiz cansız bedenimiz ise biraz daha ölmeye...

Kelebekler mesela; onlar yalnızca tek bir günden ibaret olduğu sanılan ömürlerine sayısız hayat sığdırırlar ama hiçbiri, o bir günlük ömrü kendi hayatına sığdıramaz. Her bir zerresinde hayallerin saklı olduğu o renkli kanatların kırılmasına, zamanla o renklerin solarak tamamen kaybolmasına neden olurlar. İşte bu yüzden, bir köşede yalnız başına veda ederler hayatlarına. Her birinin vedası son bir kanat çırpışına dönüşür ve belki de dünyanın öbür ucunda hayat bulur. Kelebek etkisi dedikleri de yalnızca bahanesidir bu hüzünlü vedaların. Çünkü her zaman en zoruyken acıyı paylaşmak, en kolayıdır terk etmek.

Ben mi? Ben; kanatlarında rengarenk hayaller saklayan, ömrü en fazla bir gün sanıldığı için yalnızlığa terk edilen küçük umutsuz bir kelebeğim şimdi. Bedenim yerli yerinde ama hayallerim, ruhum kayıp.

Dışarıdan bakıldığında varlıklı bir ailenin yaşadığını düşüneceğiniz büyük ve gösterişli yapının en az kendi kadar büyük olan bahçesine girdim ve minik adımlarla yürümeye başladım. Bahçenin her bir yanı, yeşilin en güzel tonlarıyla işlenmiş gibi, capcanlı görünüyordu. Kokusu burnuma buram buram işleyen parlak çimler, gövdesi boyumu metrelerce aşan ama dallarından uzanan çiçeklerine rahatlıkla temas edebileceğim upuzun ağaçlar, neşeyle cıvıldayan kuşlar ve hepsinin ortasında gökyüzü kadar mavi görünen kocaman bir havuz... Burası yalnızca bir bahçe değil, tam anlamıyla görsel bir şölendi.

Tüm bu güzelliğe rağmen, yine de kalbimin bir an en derinden sızladığını hissettim. Buraya ait değildim ve olmak da istemiyordum. Belki hala geri dönmek için vaktim de vardı ama şansım yoktu. Çoğu insan gibi, ben de yapmak istemediğim bir şeye mecbur kılınmış, çaresiz bırakılmıştım. Hem de hayatta en değer verdiğim insanlar tarafından. Ailem tarafından.

Ailemle daima çok özel bir ilişkiye sahip olmuş, varlıklarını bana bu dünyada hediye edilen en kıymetli hazine olarak görmüştüm. Onlarsız tek bir saniyeyi aklımın ucundan dahi geçirmemiş, hayallerimin tümünde en güzel yeri vermiştim. Kimseye ihtiyaç bile duymamıştım hiçbir zaman. Arkadaşım da onlar olmuştu, sevgilim de. Ama şimdi, hiç olmadığı kadar kimse ve kimsesizdim. Düşündüğüm kadar düşünülmemiştim.

Evin büyük demir kapısının önüne geldiğimde, koruma olduğunu tahmin ettiğim iki iri cüsseli adamla karşılaştım. Siyah takım elbiseleri ve kulaklarının arkasına doğru taktıkları şeffaf kulaklıklarıyla oldukça ciddi ve bir o kadar da resmi bir hava barındırıyorlardı. Kendimi, içi bol aksiyon dolu bir filmin, sakin başlayan giriş kısmında gibi hissediyordum. Sonumun ne olacağını ben dahil hiçbir izleyici aklının ucundan dahi geçiremiyor, sadece izliyor ve öylece bekliyorlardı.

''Hoş geldiniz, Asya Hanım. Buyurun lütfen, Ateş Bey odasında sizi bekliyorlar.'' Sağ tarafımda duran koruma, çoktan evin kapısını açmış ve geçmem için eliyle içeriyi göstermeye başlamıştı. Adımı bile öğrenmişlerdi, ne çabuk.

Söylediği şeyi onaylamak amacıyla kafamı salladım ve ardından kısaca teşekkür ederek adımlarımı büyük villanın içine yönlendirdim. İçeri adım atar atmaz, genzimi yoğun ama naif bir mandalina kokusu doldurmuştu. Bu, ister istemez gülümsememe neden oldu. Bana güzel şeyler anımsatıyordu.

GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin