Arabayı doğruca sahil kenarına sürdüm. Şu an ihtiyacım olan şey bi sigara yakıp manzaranın tadını çıkarmak,düşüncelerimden biraz da olsa uzaklaşabilmekti...
Artık dertleşebileceğim bir ablam da yok. Ben artık hiçbir şeye anlam veremiyorum. Sürekli olarak kendime sorduğum soruyu tekrar hatırladım. Ben hiç mutlu olamayacak mıyım? Belki de Başak haklıdır. İleride ne olacağı belli olmaz...
Çok düşündüğümü anlayıp etrafıma göz gezdirdiğimde hiç kimseyi göremedim. Neden? Nedeni çok açık, kim bu omega boyutunun soğuğunu aratmayacak havada dışarı çıkar ki? Tabi ki ben...
Biten sigaramı yere atıp söndürdüm. Tam ikinci bir sigara daha yakacağım sırada telefonumun zil sesini duymamla elimi cebime götürdüm. Arayanı görmem bende bir şok etkisi yarattı. Babam arıyordu. Ne kadar ondan nefret etsem de açıkçası meraklanmıştım. Daha fazla beklemeden telefonu "ne var" diyerek cevapladım. Babamın "çabuk eve gel" demesi sonucunda ben cevap bile veremeden telefon suratıma kapanmıştı. Bu adam gerçekten şansını fazlasıyla zorluyordu. Telefonumu ve sigara paketimi cebime atıp ayağa kalktım. Arabama atladığım gibi eve gittim. Mahallede arabamı park edecek bir yer aradım. Zor da olsa sonunda buldum. Tam direksiyonu kırıp park yerine girecekken yerde bağdaş kurmuş bir şekilde nazilli bardağı gibi dizilmiş olan bizimkileri gördüm. Onların da beni görmesi uzun sürmedi. Hemen oturdukları yerden kalkıp yanıma geldiler. Hepsinin yüzünden endişe ve hüzün okunuyordu.
Volkan'ın "nereye gittin?" demesi üzerine "sahil kenarına" dedim ve hiçbir şey olmamış gibi evin giriş kapısına doğru yürüdüm. Onların şaşkın bakışlarını geride bırakarak açık olan kapıdan içeriye hızlıca girdim. Tabi onlar bunu fark etmedi.
Babamın arkası bana dönüktü, onlar beni daha görmemişlerdi. Ben de bundan yararlanarak konuşmalarını daha rahat dinlemek için duvarın arkasına geçtim."Ne günah işledin de sana böyle bir aile böyle bir hayat reva görüldü." diyen iç sesime karşı bile verecek cevap bulamadım...
Dinlemeye çalıştığımda pek bir şey duyamadım. Ama annem" ben artık dayanamayacağım ve söyleyeceğim" dedi. Babam tam ağzını açacağı sırada ise ekledi. " Sonuçları ne olursa olsun."
Kesin bir ses tonuyla konuştuğu için babam hiçbir şey diyemedi. Ben de içeriye girmek yerine arkamı dönüp dışarıya çıktım.Annem her ne anlatacaksa buna şu an hazır değildim. Öfke ve nefretin hakim olduğu şu hayatımda bir de çözülmeyi bekleyen gizemli olaylar eksikti.
Ben bu düşüncelerimle boğuşurken birden bir şeye çarpıp yere uçtum. Kafamı yavaşça kaldırırken söylenmeyi de ihmal etmiyordum. " hay ben senin gib-" diyerek cümlemi kuruyordum ki onu görmemle donup kaldım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. O... O inanmıyorum. Eski sevgilim demek... demek bizim sokaklardan da geçer olmuş.
Onu yerde öylece izlediğimi fark edince öyle bir öfkeyle ayağa fırladım ki birden gözümden ateş saçacağım sandım lan.
Kolumu tuttuğunu görünce içimde büyüyen öfke birden yerini şaşkınlığa bırakmıştı.
"O kol hayırdır topraam" diyen iç sesimle birlikte kendime geldim ve hışımla kolumu ellerinden çektim. Ona son bir kez bakıp acı dolu bakışlarımı gönderdikten sonra gitmek için bir adım attım. Anlayamadığım bir hızla o da önüme geçip gitmemi engelledi. "lütfen bana böyle davranma dayanamıyorum. Ben ister miydim böyle olmasını ha ister miydim sanıyorsun" dediğinde ne diyeceğimi bilemedim. Devam etmesini bekledim. "Bak Derin neye inanmak istiyorsan ona inan ama sana ihtiyacım var sensiz yapamıyorum lütfen bana geri dön." diye devam etti. Ne yapmalıydım? İnanmak hata olur muydu? Peki ya güvenmek...Belki de bir şans daha vermeliydim. Onun bana ihtiyacı vardı, benimde ona...
"Bak Deniz sana öyle kolay güvenmemi bekleme benden. Yaptıklarını hatırlayınca duygularım bile benden bağımsız hareket ediyor. Öfke mi? üzüntü mü? yoksa hayal kırıklığı mı? bunu inan bana bende çözemiyorum. Ama şu durumda ne kadar inkar etmeye çalışsam da benimde... benimde sana ihtiyacım var." dedim ve yüz ifadesini görmek için kafamı kaldırdım. "Sana yaptıklarımdan dolayı kendimi piç herifin teki gibi hissediyorum. Zaten öyleyim ama bu bambaşka bir duygu... Ama bana şans verdiğin için de pişman olmayacağını bil ve şunu unutma seni sen istesen bile asla bırakmayacağım." dedi ve beni kendine çekip sarıldı. Benim gitmemden korkar gibi bir hali vardı. Öyle bir sarılıyordu ki sesi bile hem özlem hem de korku barındırıyordu...
Ondan ayrıldığımda tam bir şey diyeceğim sırada arkamda tanıdık bir ses "Deniz, sevgilim sen bu kızla ne yapıyorsun burda? yoksa onu, ablası, babası yüzünden intihar etti diye teselli mi ediyorsun ha" dedi ve güldü. Ardından devam etti. "Seni bir daha bu orosp-" cümlesine tamamlamasına izin vermeden saçlarına yapıştım.
"Söylediklerine dikkat et yoksa hiç iyi şeyler olmaz." dedim. Ablam konusunda hassas olduğumu biliyor ve bunu bilerek yapıyordu. "Dikkat etmezsem ne olur ha ne olur ne yaparsın!!" diye karşılık verdi."Ezgi şansını zorluyorsun!. Bir daha uyarmayacağım ve biraz daha devam edersen olacaklardan sonra uyarmadı demeyeceksin" diye tısladım.Bir dakika bir dakika başa dönelim. Ezgi Deniz'e sevgilim mi demişti.
"Ulan orospu" oha lan hemen bana döndü. "İnsanın kendisini bilmesi ne kadar da hoş öyle Ezgicim" dedim ve güldüm. Fırsatçıyım ne yapabilirim yani.
"Neyse konu bu değil siz sevgili misiniz?" Aynı anda Deniz "hayır" Ezgi ise "evet" diye karşılık verdi. Ezgi'yi bırakmıştım artık. Daha doğrusu bir kol buna sebep olmuştu. Arkamı döndüğümde daha önce hiç görmediğim bir çocukla karşılaştım. Yalnız hakkını vereyim taş çocuk ama bu benim kolumu niye tuttuğunu açıklamıyor. Taş kaya meteor olan çocuk açıklama beklediğimizi anlayınca bön bön bakmayı kesip konuşmaya başladı. "Buraya yeni taşındık ve arabamla gezerken sizi gördüm. Bir sorun mu var diye merak ettim" dedi ve tebessüm etti. Ne diyeceğimi bilemedim ama Deniz'in sinirlendiğini sıktığı yumruğundan anladım ve hemen ortamı yumuşatmak amaçlı konuştum. "Teşekkür ederiz hiçbir sorun yok." dedim. Gülümsemesi çok samimiydi. Tamam ya bu kibar söylenişi şu an eridim lan.
"Neyse Deniz sonra konuşalım şu an sizinle uğraşamayacak kadar yorgunum." dedim ve bir şey demesine izin vermeden yürümeye başladım. Şu an aklımda tek bir kişi vardı. O çocuk... O çocuktan etkilenmiş miydim? Yoksa sadece dikkatimi mi çekmişti? Umarım saçma sapan duygular içinde kaybolmazdım. Eğer kendime hakim olamazsam sonu belli olmayan karanlık bir aşkta boğulurdum. Sanırım ben bundan korkuyordum...
O lanet evde kalmıyordum. Kendi evim vardı. Bu yüzden rahattım. Çatı katına çıktım ve son ses müzik açtım...
Evet, müzik insanın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.
Bazen kafanızın bir kenarında boğuşan düşünceler geçmişinizden örnek kesitler aramaya başlar ve hatıralarınız bir anda üst üste yığılır ya, hani başınızın ufaktan ağrımaya başladığını bir de gözlerinizin ansızın doluverdiğini hissedersiniz ya... Tıkanıverirsiniz... Kelimeler boğazınızı tıkar ve nefes alamaz hale gelir ağlamaya başlarsınız ya... Aslında bu olanlar büyük bir duygu ağırlığı altında ezildiğini kısaca duygusal olarak bittiğinizin ve an itibariyle hayatın artık sizi duygusuzluğa, ruhsuzluğa ittiğinin bir kanıtıdır. Ne yazık ki toplumumuzda bu tür psikolojik sorunlar yaşayıp, ruhsuzlaşmış daha doğrusu yalnız ve bir başına sessiz takılan bu tür insanlar 'asosyal' olarak nitelendiriliyor. İşte en çok buna kızıyorum. Onların neler yaşadığını bilemeyiz. Başta bu anlattığım karmaşık olayları yaşayanlar aslında geçmişlerinin ve yaşadıklarının altında ezilen, hayattan darbe yiyen insanlar... İnanın onlar bu hayatı istemediler. Ama insan geçmişinden kaçamıyor ve hayat bazen insanları çok zorluyor. Sonuç olarak içine kapanmış yaralı kalpler ve 'asosyal' diye toplumda itilip kakılan zavallı insanlar...Ağlamak kolay gülmek ise zordur. Nefes almaksa en zoru. Hayattan kopmaya çalışan zavallı 'asosyaller' içinse geçmişlerinden kaçmak ve bir anlığına da olsa gülüyormuş gibi yapmak en zoru. Onlar kendi kapalı dünyalarında düşünceleriyle oldukça boğuşurken bir anlığına gözlerindeki yaşları ve kafalarındaki sancılı ağrıyı takmaksızın topluma dönüp sosyalleşmek mi? İşte bu onlar için fazlasıyla zor ve bizler (!) onların içinde oldukları bu psikolojik sorunların farkına varmaksızın onları dışlıyor ve dalga geçiyoruz. Sahi biz insanlar nasıl da bu kadar acımasız olabiliyoruz?
İşte müzik bir ilaçtır. Ne zaman içtiğin önemli değildir. Sabah, öğle, akşam değil, hayatın boyunca bir defa tadına bakmak ömürlük etkidir.
Bir anlığına kafanızdaki düşüncelerden arınıp geçmişinizdeki acı gerçekleri unutmak mı? Hayatı durdurup bir saniyelik bile olsa gülmek mi?
'Benim yaptığım gibi hiçbir şeyi takmayın kafanıza dünya boş açın müziğin sesini biraz daha... Sağır olurcasına...'