Sabah yüzümü aydınlatan bir ışıkla uyanmıştım. Bugün pazar günüydü ve erken kalkmak istemiyordum. Korkuyla komodinin üzerinde duran telefonumun kilit tuşuna saate bakmak için bastım ve ekranda gördüğüm fotoğrafla iç çektim. Ablamın ölümünün üzerinden neredeyse bir ay geçmişti ve ben onu çok özlemiştim. Kendimi düşüncelerden uzaklaştırmak için saate baktım ve saatin 7.40 olduğunu görmemle hayata bir kere daha sövdüm. Ne vardı sanki bir kerecik geç uyansaydım diye iç geçirdim.
Dün Petro ile yaptığımız uzun konuşma ve ablamın bana bıraktığı mektuptan sonra eğitim hayatıma devam etme kararı almıştım. 17 yaşındaydım ve lise üçe gitmem gerekiyordu. Bugün Volkan ve Petro ile yeni okuluma gidip kaydımı yaptıracaktım. Madem erken uyanmıştım sıcak bir duş almaktan zarar gelmezdi. Hemen küveti sıcak suyla doldurdum. Sıcaklığı ayarladıktan sonra üzerimi çıkarıp çamaşır sepetine attım ve kendimi içi sıcak suyla dolu olan küvete bıraktım. Suyun tenime değmesiyle rahatlama hissi içime yerleşmişti.
Hızlı bir şekilde duşumu aldıktan sonra bornozumu giyip dolabımın karşısına geçtim. Üzerime giyebileceğim bir şeyler aradım. Daha sonra siyah bir pantolon ile üzerinde New York yazan gri tişörtte karar kıldım. Giyindikten sonra eyeliner çekip rimelimi sürdüm. Sonra ablamla çok beğenerek aldığım nude tonlardaki ruja gözüm takıldı. Bir süre sonra ruju da alıp güzelce sürdüm. Saçlarımı da düzleştirdikten sonra aynanın karşısına geçip kendime baktım. Gayet sade ve hoş olmuştum.
Salona gittim ve masanın üzerindeki sigara paketinden bir dal alıp dudaklarımın arasına yerleştirdim ve yaktım. Pencereden dışarıyı izlerken yine derin düşüncelere dalmıştım. Bu düşüncelerden kurtulmak için kalan son nefeslik sigaramı dudaklarıma götürdüm. Tam bu sırada telefonum çalmaya başladı. Düşünceleri kafamdan atmak için silkelendim ve telefonumu almak için koşar adım odama gittim. Arayan Petroydu. "Hazır mısın yavrum" demesiyle "Evet hazırsan seni almaya geleyim" dedim. "Tamam. Ama ben Volkanlara gideyim, sende oraya gel iki iş olmasın" diye bir fikir ortaya attı. Bende kabul edip telefonu kapattım.
Arabaya bindiğimde en sevdiğim şarkılardan biri olan Keti'nin ver beni yalnızlığa parçası çalmaya başlamıştı. Hiç değiştirmeden yol boyunca bu şarkıyı dinledim. Ne yapayım sevdiğim bir şarkı olduğunda onu ardı ardına dinlesem bile sıkılmıyordum.
Gülen yüzüm girdiğim mahalle yüzünden yine düşmüştü. Bırak annem ve babama selam vermeyi onlarla karşılaşmak bile istemiyordum. İçimdeki bir tedirginlik, korku veya üzüntü değil, kin ve nefret duygusuydu. Kafamı daha fazla boş insanları düşünerek bozamayacaktım. Arabamdan inmeden Petro'yu aradım. İkinci çalışta açtı. "Kapının önündeyim. Acele edin, bilirsiniz beklemeyi ve bekletilmeyi sevmem" dedim ve telefonu kapattım. 5 dakika sonra arabaya gelebilmişlerdi.
Yolda ölüm sessizliği vardı ve bu benim işime gelmişti. Soracakları ufacık bir soruda birisine patlayabilirdim. Biri en yakın arkadaşım diğeri ise abim dediğim insandı. Onların kalbini kırmak dünyada yapmak isteyeceğim en son şey ve ben Petro'yu incitmiştim. Hiç bir suçu yokken sinirimi ondan çıkarmıştım. Bu da yetmezmiş gibi bir de telefonu suratına kapatmıştım. Ablamı ve bedenen benim ebeveynlerim olan ama ruhları ise hiç bir şekilde bana ait olmayan ailemi kaybettikten sonra bir de en yakınlarımı kaybedemezdim. Zor zamanlarımda ne olursa olsun hep yanımda olan bu insanları üzmeye hakkım yoktu. Ama her zaman dediğim gibi ben ne pahasına olursa olsun bu insanları kaybetmeyecektim...
Nihayet okulun önüne gelebilmiştik. Arabamı uygun bir yere park ettikten sonra yeni okulumu yani muhteşem Karahan Koleji'ni dikkatlice inceledim. Bu benim için açılan tertemiz bir sayfanın ilk adımıydı...İçeri girip müdür yardımcısının kapısının önünde durdum. Derin bir nefes aldım ve başka bir şansımın olmadığını anladığım an kapıyı iki kere tıklattım. "Gel" sesini duymamla kapıyı hafifçe araladım. En fazla otuzlarında olan adam bana bakıp gülümsedi ve "gel bakalım genç bayan" diye devam etti. Adam gözüme çok sıcakkanlı görünmüştü. Her neyse daha fazla böyle bekleyemezdim. Bir şey söylemek zorundaydım. "Ben Derin Poyraz yeni öğrenciyim. Sınıfımı ve ders programımı öğrenmeye gelmiştim" dedim. Bu kadar şeyi bir çırpıda toparlayıp nasıl söylemiştim ben de merak ediyordum. Bu yeni okul heyecanı dedikleri şey miydi yoksa? İmkansız... Benim bu düşüncelerimden ayrılmamı sağlayan müdür yardımcısı da "Ben de Kenan Gezer" diye karşılık verdi. Uzun konuşmaları pek sevmezdim bu işkenceden de bir an önce kurtulmak istiyordum. Bu yüzden "tanıştığıma memnun oldum. Ben artık sınıfımı öğrensem olur mu?" diyerek nefesimi dışarı sesli bir şekilde verdim. Canım acayip derecede sigara istiyordu ve ben sınıfımı öğrenip bu odadan çıkıp gitmek istiyordum. Yaklaşık iki dakika sonra bana ders programımın ve sınıfımın yazılı olduğu bir fotokopi verdi. Başımı hafifçe eğerek selam verip çıktım. Volkanla Petro beni bekliyorlardı. Yanlarına giderken bir sigara yaktım. Onu içime öyle bir çekmiştim ki sanki dumanıyla boğulmak ister gibiydim. Bir bakış atıp arabaya doğru gideceğimizi işaret ettim. Hızlı bir şekilde arabaya bindik ve aynı şekilde yola koyulduk. Sessizliği bozan Volkan "mahalleye gidelim bizimkiler bekliyor" dedi ve ne tepki vereceğime baktı. Bunu anladığım an "ben sizi bırakayım eve geçeceğim. Bir nescafe yapıp yarım kalan kitabımı okuyacağım" dedim. Sorgulamadan kafasını tamam anlamında salladı.
Onları bırakıp eve gitmek için tekrar yola koyuldum. Evim görüş alanıma girdiğinde arabamı uygun bir yere park ettim. Arabadan inip filmlerden gördüğüm gibi havalı bir şekilde arkama bakmadan arabamı kilitledim. Evin dış kapısını açacağım sırada arkamdan yavaşça gelen adım seslerini duymamla arkamı dönüp gelen kişinin kolunu refleks olarak kıvırdım ve arkasında birleştirdim.
"Ah bırak ya tamam benim ben geçen gün tanışmıştık" diyince bunun o gece Denizlerle uğraşırken tanıştığım çocuk olduğunu fark ettim. Hemen kolunu bıraktım ve"affedersin, bir anlık refleksle oldu her şey, çok özür dilerim" dedim. Aptal kafam ya insan bi arkasına döner ve kim olduğuna bakar dimi yok illa aksiyon yaratacak. Ben böyle kendimle bir iç savaş açmışken adını bilmediğim çocuğa dönüp"sahi ben senin adını bilmiyorum"diyerek düşünmeye başladım. "Daha söylemediğim için olabilir mi?" diye soran çocuğa karşılık "çok mantıklı lan" diyerek düşünüyormuş gibi elimi çeneme koyup yukarıya baktım. "Şaka mısın kızım sen "diyen çocuğa ciddi mi diye bakmak için kafamı biraz daha indirdiğimde güldüğünü görmek beni rahatlatmıştı. Benim de gülümsediğimi görünce "Merhaba ben Uzay"diyerek elini uzattı. "Ben de Derin tanıştığımıza memnum oldum" diyip havada kalan elini sıktım. Bir süre gözlerimiz birbirine kenetlendi. Birden kafamı başka tarafa çevirince "neyse benim gitmem gerek sonra görüşürüz"diyip bana daha bir şey deme fırsatı vermeden gerisin geri yürüyüp gözden kayboldu. Artık koca ve bomboş sokakta tek başıma kalmıştım. Ne oldu da gitmişti? Acaba gözlerimi gözlerinden ayırmam onu kırmış mıydı? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrenmişti? Birden durdum ve saçmaladığımı fark ettiğimde eve girmek için hareketlendim. İç kapıyı açtım ve anahtarı kasenin içine fırlattım. Salona girdiğimde gördüğüm kişiyle donup kalmıştım. Ama, ama onun burada ne işi vardı? Ne cüretle benim evime gelmeye cesaret edebilmişti?
"Kafanda yine deli sorular ha Derin"
diye soran iç sesime kötü bir bakış atıp susturdum. Normalde sadece iç sesimle dertleşen ben ona karşı bile kötü davranmaya başlamıştım. Ondan, daha sonra özür dilemeyi kafama koyup salonumda duran mikrobik varlığa baktım. "Kızım" diye bana yaklaşması üzerine sinirimi kontrol altına almaya çalışarak"bana kızım deme aynen benim sana baba demediğim ve demeyeceğim gibi" diyerek tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde dışarı verdim. Bu hareketim bile ne kadar sinirlendiğimi gösteriyordu. "Ne olursa olsun sen benim kızımsın" diye sitem etti. "Sen yıllar önce benim içimde-" diyip duraksadım ve devam ettim." Benim içimde öldün. Artık senin gibi bir BABAM yok anlıyor musun lan beni"diyerek olabildiğince bağırdım. Daha doğrusu kükredim diyebiliriz. "Şimdi evimden defol git.!" dedim ve ekledim "Bir daha da sakın karşıma çıkma yoksa bu sefer ki gibi sağ bırakmam canını alırım." diyerek yine son noktayı koyan ben oldum. Mikrobik varlığı evden attıktan sonra havanın kararmaya başladığını anladım ve bugün için fazla gerildiğimi düşünüp rahatlamak adına bir sigara yaktım. Dumanını içime çekip dışarı vermemek için uğraştım. Azraille oynamak hobilerim arasındaydı. Daha fazla gözlerimin yaşarmasına izin vermeden aldığım dumanı dışarı verip sigaramı kül tablasında söndürdüm. Banyoya gidip hızlı bir duş aldım. Üzerime en sevdiğim pokemonlu pijamalarımı giydim ve kendimi uykunun kollarına daha çabuk bırakmak adına kulaklığımı takıp Küll- Galiba şarkısını açtım. Şarkı ilaç gibi gelmişti ve bende daha fazla direnmeden kendimi uykuya teslim ettim.
En azından rüyalarımda rahattım. Bu yüzden uykuyu çok seviyordum. Bana çok az da olsa mutlu olmam için şans veren tek şey uyku ve uykuyla birlikte gelen rüyaydı...