"Acıdı mı? "
"Hayır. " şüphesiz ağzımdan çıkan kelimelerle karşımda duran siyahi, kel ve fazla beyaz önlüklü doktor kalın dudağını ısırarak bana baktı. Onlara hiç yardımcı olmuyordum, farkındaydım ve bu onların daha fazla çalışmasına neden oluyordu. Bunun için gerçekten fazla üzülüyordum ama ne yapmam gerektiğini bilemeyecek kadar güçsüzdüm.
"Dinle, Amber... " dedi bacaklarımı kenara uzatarak bu sefil hastane yatağında oluşturduğu boşluğa otururken. "Artık bize yardımcı olman gerek, bütün gün yaptığın tek şey burda oturup evet, hayır ya da tamam demek. " içerli bir nefes verip eli kararsız bir şekilde elime uzandı. Sıcak elleri artık hiç ısınmayan elime değdiğinde ürpermemek için kendimi zor tuttum. "Tedavinin olumlu yanıt vermesini istiyorsan artık ipin ucundan tutmalısın.. " uzun süre gözlerimin içine baktıktan sonra dişlerimi sıkarak cevap verdim.
"Peki, şimdi biraz çıkıp hastaneyi dolaşabilir miyim? " bir kaç saniye önce aldığı kağıtlardan başını kaldırıp bana baktı. Gözlerindeki acıma duygusunu görebiliyordum. Belki de şu anda konuşamayacak kadar bana acıdığından kafasını sallamakla yetindi. Derin bir nefes alıp yataktan aşağıya ayaklarımı sallandırdım. Yerde duran eskimiş ve yırtık pembe terlikleri ayağıma geçirerek dışarı çıktım.
Hastanede dolaşmak bana iyi geliyordu. Sinirlendiğimde, üzüldüğümde veya yorgun hissettiğimde bu korkunç kokulu koridorlarda dolaşmayı severdim. Başka insanları gördükçe hislerimi unutuyordum. Eğer dışarıya çıkabilseydim tüm hislerimi denize bakarak unutmak isterdim. Ama malesef öyle bir seçeneğim yoktu.
Bugün ayaklarım pek uğramadığım bir bölüme götürdü beni. Psikiyatri bölümündeydim. Daha önceden sadece konuşmak için iki kere Bayan Irwın' den randevu almıştım. Randevu aldığım zamanlar dışında buraya hiç uğramamıştım. Bayan Irwın alanında iyi bir kadındı, ama içimdeki karmaşayı çözebilecek kadar ben değildi.
Burası fazla sessizdi, çok uğrayan insan olmazdı buraya. Ve buraya gelen insanlar korkutucu derecede normallerdi. En azından ben şimdiye kadar hiç garip bir vakayla karşılaşmamıştım.
Her ne kadar fazla yürümemiş olsam da ilaçlardan dolayı yorulduğum için gözüme kestirdiğim en rahat oturma koltuğuna oturdum. Tam Bayan Irwın'ın kapısının karşısındaki koltuğa oturmuştum. Oturur oturmaz bir kişi hariç tüm gözler bana döndü. Nazikçe tebessüm edip ne zamandır insan görmemenin verdiği utangaçlıkla başımı öne eğdim.
Birkaç saniye sonra ilgi odağı olmayı bıraktım zaten.
Yanımdaki benden 5 yaş büyük duran adama ve ordan da gözlerininin odaklandığı yere baktım. Bileklerindeki sargıların çirkin görüntüsünün üzerine resimler ve semboller çizerek kapatmayı başarmıştı. Bakışlarımı kapıya çevirip kendimi adama doğru yaklaştırarak kimsenin duymayacağı şekilde fısıldadım.
" Güzel yöntem, bilekler için... " dediklerinden sonra eski halime dönerek cevap bekledim. Uzun bir sürenin ardından gözlerimi ona çevirdim. Ne renk olduğunu algılayamadığım gözleri deminkine göre koyulaşmış, dişlerini ise fazla sıkmış ve bu yüzden de çenesi kasılmıştı.
"Ufaklık emin ol bana bulaşmak istemezsin! " etraftakilerden dolayı sesini yükseltmemeye çalışarak kurduğu cümleden sonra bir saniyeliğine bana bakıp bakışlarını tekrar bileklerine yöneltti.
Ters psikolojiyle belki benimle konuşmasını sağlayabilirdim. Ya da herşeyi berbat ederdim. Neden bilmiyorum ama onunla konuşmayı çok istiyordum.
"Bana bulaşmak istemezsin diyorsun, ama aslında bulaşmamı istersin. Sadece arkadaş olmaktan korkuyorsun.. " tek kaşımı kaldırarak kurduğum cümlelerden sonra sıkıntıyla nefes verdi.
"Derdin ne senin? Benimle yatmak falan mı istiyorsun? " söylediği cümlelerle kan yanaklarıma hücum etmişti. Uzun zamandır hastane ortamında olduğumdan hormonlarının var olduğunu bile unutmuştum. Kendi iç dünyamla savaşırken dedikleriyle gerçek hayata dönüş yaptım. "Şu haline bak seksi kaldıramayacak kadar zayıfsın, kafanda kullandığın,ilaçlardan dolayı saç kalmamış... " dedikleri bir erkeğe göre bile fazla kabacaydı. Evet, hastaneye geldiğimden beri kötü anlamda fazla değişmiştim. Ama bunları başkasından duymak acıtıyordu. "Gözlerinin altı mor bile değil; siyah. 15 yaşında ve dünyanın en tiksindirici kızı gibi görünüyorsun.. Yeterince aşağılandın mı yoksa devam etmemi ister misin ucube? "
Sözleri karşısında hayatımda ilk defa tutuldum. Boğazımda bir yumru oluşmuştu, hiç bu kadar aşağılanmamıştım. Tam ayağa kalkarak buradan uzaklaşacaktım ki, orda olduğunu deminden beri ikimizin de farketmediği ve kaşlarını çatarak bize bakan Bayan Irwin'i görünce kalkmaktan vazgeçtim.
"Ashton, sen bu dünyada sahip olunabilecek en rezil evlatsın! Senden tiksiniyorum..! " kızgınlıkla ve bağırarak söylediği cümlelerden sonra Ashton ayağa kalkıp Bayan Irwın'e karşılık vermeye başladı. Ne dediğini duyamıyordum çünkü her zamanki gibi kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.
Artık kalkma vaktimin geldiğini farkedip orada kavga eden anne ve oğlu bırakıp gözlerimde yaşlarla odama doğru ilerlemeye başladım. Arkadan hala bağırış sesleri geliyordu.
Herşeyi yine mahvetmiştim..
Benim yüzümden belki de annesiyle arası bozulacaktı. Kendimi fazlasıyla suçlu hissediyordum eğer kendi odamdan çıkmasaydım hiçkimse üzülmeyecekti.
İçimi üzüntünün yanında bambaşka bir his daha kaplamıştı. Konuştuklarımız hiç de yutulacak cinsten değildi.
Aslında bana hedef verdiği için bir ara gidip çocuğa teşekkür etmeliydim.
Ben ucube değildim ve bunu herkes görecekti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Freak :Irwin
Short Story"Bana ilk tanıştığımız zaman dünyanın en acı şeyi ne diye sormuştun. Sana o zaman verecek cevabım yoktu ama artık var. Dünyanın en acı şeyi; kalbin dünyanın en ucube ucubesini isterken onun her gün gözlerinin önünde erimesidir işte... "