Tanıtım

7K 290 64
                                    

Üzerimdeki kan kırmızısı kazak beni ısıtmaya yetmiyordu, buna rağmen sahil kenarında yürümeye devam ediyordum. Soğuk rüzgar resmen bedenime bıçak kesikleri atıyorcasına canımı yakıyordu. Üzerime montumu almadığım için kendime küfürler savurdum. Ellerimle kollarımı sıvazlayıp ısınmaya denesem de pek etksi olmamıştı. Hava kararmıştı, kaç saat burada yürüyordum, kim bilir? Siyah pantolonumun arka cebinden telefonumu çıkartıp ekran kilidini açtım.

17 cevapsız arama

14 mesaj

Kimden olduğunu bildiğim için bakmadan direk telefonu kapattım. Hatta kilit tuşunda basılı tutarak 'Kapat' seçeneğine bastım. Şuan nefes almaya ihtiyacım vardı, boğulmaya değil.

Geçtiğim sahil kenarındaki insanlara göz ucuyla bakıyordum. Sanki yokmuşum gibi. Hiç var olmamışım gibi. Beni fark etmiyorlardı zaten fark edilecek bir durumda da değildim. Güldüm sadece. İçimin acısı gözle görülür gibi değildi. Gözlerime baksalar belki yardıma muhtaç olduğumu anlarlardı. Ama kimse bakmıyordu. Görünmez olmuştum. Kendimi yapayalnız hissediyordum. Bu ülkeye, bu şehire gelmeden önce böyle değildim. Annemden, babamdan, kardeşlerimden, hatta arkadaşlarımdan gördüğüm sevgi, ilgi o kadar yoğundu ki boğulacak gibi oluyordum. Şimdi tam tersi. Sevgiye ilgiye o kadar açtım ki, sevgi için dilenecek duruma gelmiştim. Şuan tam acınası bir durumda olduğumun herkes farkındaydı, bende dahil.

Kafamı gökyüzüne çevirdim. Yıldız yoktu. Tekrar insanlara baktığımda herkes kendi derdindeydi, ne gökyüzündeki olmayan yıldızlara, ne de yanlarından geçen insanlara bakacak vakitleri yoktu veya umurlarında değildi. Herkes kendi derdinin peşinden koştuşturmakla meşguldü.

Belli ki hava kötü olacaktı yarın. Kollarımı bedenime sarıp yürümeye devam ettim. Rüzgar bana inat daha sert esmeye başlamıştı ve denizde oluşan dalgalar insanı korkutacak derecedeydi. Yarın fırtına kopacaktı. İçimdeki fırtınalar gibi.

Yarın FIRTINA kopacaktı.

Sahile konulan lambalar, her ne kadar bazıları çalışmıyor olsa da, diğer çalışan lambalardan loş ışık vuruyor önümü görebiliyordum. Böylelikle düşme olasılığım azalıyordu. Boğazlı kırmızı kazağımı burnuma kadar çektim ve ciğerlerime dolan çikolata kokusu bir nebze olsun beni rahatlatıyordu.

"Keşke montumu alsaydım..."

Kendi kendime söyleniyordum. Evden aceleyle çıkarken montumu almak aklıma gelmemişti. Hatta havanın bu kadar soğuk olmasını bile tahmin etmiyordum. Ne saçmalıyordum ki? Aralık ayında havanın soğuk olmayacağını bilmeyecek kadar aptal değildim...

Daha fazla ayakta duracak gücü kendimde bulamıyordum. Kayalıklara oturup dalgalı denize baktım. Keşke hava güzel olsaydı belki hiç düşünmeden suya atlayabilirdim. Ama yaza daha çok vardı. Ve her yaz olduğu gibi ben kapana kısılı bir şekilde hiçbir yere gidemeyecektim. Bu şehire adım attığımdan beri bu böyleydi. Nefes almak için kaçan bir kız çocuğuydum. Ama sonunda annem veya babam beni bulup neden kaçtım diye azarlamıyordu. Beni tekrar eve toplayan kişi benim karanlık kuyumdu.

Hissettiğim ürpertiyle kendime geldim.

Hissediyordum.

Arkamdaydı.

Sonu ölüm olan yolda sürükleyen esaretim.

"Demek buraya kaçtın."

Duyduğum kalın sesle olduğum yere çakılı kalmıştım. Nefes alamaz oldum. Donmuştum. Bu kez soğuktan değil. Arkamda duran adamın sesi bedenimin buz kesmesini sağlamıştı. Adımlarından daha da dibime sokulduğunu anlamıştım. Boynumda hissettiğim nefesiyle bedenim kaskatı kesilmişti. Korkuyordum. Bu adamdan çok korkuyordum.

MİRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin