İlk bölüm veya tanıtım diye ayrıca bir açıklama eklemedim çünkü burada üç bölüm birden var. Çok yakın zamanda yayınlıyordum ama beğenisi -her zamanki gibi- düşüktü ve ben de kaldırmıştım. Çok ısrar edildiği için ekliyorum ama yeni bölümleri haftada bir falan beklemeyin lütfen... Yazabildiğim aralarda yazıp hemen ekliyorum. Anlayışınız için teşekkürler... Şimdi iyi okumalaaaaar♥
“Giriş için arka tarafı kullanacağım.”
Ağzımdaki sakızı çıkartıp poşetine koyduktan sonra Harry’e döndüm. “Neden?”
“Daha eğlenceli,” diyerek omuz silkti. Ardından arabadan inip binanın çevresini dolaştı. Ben ise cebimden telefonu çıkartıp saate baktım. 10.45’ti.
“Ben de çıkıyorum,” dedim biraz bağırarak. Paul anladığını belirten bir homurtu çıkartıp arkamdan indi. Biraz önce bir şeyler atıştırmama rağmen hala canım bir şeyler istese de son lokmasını alacak değildim. Öyle baktığımı görünce ağzını açıp elindeki ekmeği de ağzına tıkıştırdı. Gülerek yürümeye başladım. Neden Sweetie Bar’ı seçmiştik, hiçbir fikrim yoktu ama bugünlük Harry ile takılmayı tercih etmiştim. Her zamankinin aksine sakin bir yer seçmesine şaşsam da itiraz etmemiştim. Paul bir saniye bile yanımdan ayrılmıyordu. Bara girer girmez görevlilerin beni işaret ettiğini gördüm.
Paul yanımdan ayrılıp onlara bir şeyler söylemeye gitti. Muhtemelen giriş çıkışların ayrıca kontrol edilmesini tembihliyordu.
Piste doğru gelirken burnumun ucunun sızladığını hissettim. Canım hemen bir şeyler içmeyi istemişti. Barmene doğru ilerlerken bir yandan da etrafa bakıyor, Harry’i arıyordum. Barmene yaklaşmış tam içkimi sipariş edecekken gözlerim hala barın içinde dolanıyordu. Göğsüme inen bir darbeyle inleyip geri çekildim.
“Ah, ayı mısın be!” Gözlerim bir an çarpıştığım kıza kaydı. “Önüne baksana!” dedi suratıma bakarak.
Aramızdaki mesafeyi biraz daha açıp, “Af-afedersin,” dedim kekeleyerek. Neden kekelediğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu ancak kız oldukça sinirli görünüyordu. Gözlerini kaçırıp bir şey demeden yanımdan geçti. Ancak omzuma –bilerek- sertçe vurarak geçtiğini fark edince kendime engel olamadan, “Hey, şuan ayı olan sensin aslında,” diye çıkıştım. Sonra gereksiz yere uzatıyor olduğumu düşündüm ama aldırmadım. Yavaşça arkasını döndü. “Bana ayı mı diyorsun?”
Şaşkın bir tavırla kendini işaret edip bana baktı. Gözlerimi tavana dikip ışıkları inceledim. Bar o kadar karanlık sayılmazdı. Aklımdan gerçekten beni tanımıyor olduğu ihtimali geçse de buna inanmazdım. Bu konuyla ilgili övünmeyi sevmezdim ama bizi tanımayan bir insan olamazdı. En azından biz öyle düşünüyorduk. Bir şey demeden barmene döndüm.
“Ayı senin babandır!”
Tam dudaklarımı aralamış içkimi söyleyecekken kızdan gelen sesle afalladım. Hafifçe ona dönüp, ağzım açık bakakalmıştım. Benim babam ayıymış, ha?
Hayatımda daha önce hiç onun konuştuğu tarzda hakaret duymamıştım. Pekâlâ, bir İrlandalı olarak ve çevremden dolayı küfür eden bir tiptim ancak sıradandı. Aksanından ve hareketlerinden bir yabancı olduğu gayet belli oluyordu ve ben buna rağmen onunla münakaşaya girmiştim.
Görevliler bizi dışarı çıkarttığında Paul veya Harry hala ortalıkta görünmüyordu. Üstümdeki lakostu düzeltirken başımı kaldırıp ona baktım. “Hepsi senin yüzünden!”