Ruhunun mevsim değişimini yaşıyordu genç adam. Fakat sonbahara geçiyordu. Bitmişti onun icin bahar. Güzel bir kaç yaşını verdiği genç kadına artık bulutların arasına giren uçağa el sallayan çocuk gibi hüzünle uzaktan bakmak zorundaydı. Nerede olduğunu nasıl olduğunu biliyordu. Fakat göremiyordu. Hatıra defteri gözlerinin kenarındaki genç çizgilerden oluşuyordu genç adamın. Artık duymak için duyuyor, görmek için görüyordu. Manalar yitirmisti onun için benliğini. Çocukluğundan beri oturduğu ahşap merdiven basamaklarına oturup tepeden vuran kavurucu güneşin sıcaklığı altında oturan genç adam bahçedeki çınar ağacının yapraklarına bakarak sigara içiyordu. Ve sönen her sigaranın ardından sigara paketini açıp yenisini çıkarıp yakmaya hazırlanırken "Ömür mü hızlı biter, sevinç mi?" diye söyleniyordu. Eskisi gibi keyifle içtiği sigarasının neşeli izmaritinin üstüne basmıyordu. Artık izmariti olduğu yere bırakıp yenisini yakarken kibrit kokusunu genzine çekerek yanan sigaraya bakıp " İşte böyle kendi kendime yanıp sönmeye ve rüzgarda uçup kaybolmaya bırakıldım." Diyordu. Güzel günler yaşarken farkına bile varmadan üzerine neşeyle bastığı ahşap merdivenlerin yılları taşıyan toprakla dolmuş çatlaklarına bakarak acısını hissediyordu. Hissetmeliydi. Titizlikle giydiği takım elbisesiyle artık tozlu merdivenlerde oturuyordu. Sanki bütün yaşamı beyninin kıvrımlarındaki bir kaç milimetre genişliğinde, aşık olduğu genç kadının bakışlarını hatırlatmaya yarayan bir sinir ucunda toplanmıştı. Güneşin batışını ahşap merdivenlerde sigara içerek bekledi. Ve kıravatını çıkarıp gülümseyerek çınar ağacına doğru attıktan sonra hiç sevmediği meyhanelerden birine gitti. Karanlık genç adamın gözlerindeki acıyı saklıyordu. En azından o öyle düşünüyordu. Meyhanede loş ışıklara dalıyordu. Bir ses duydu ve irkildi. Fakat artık irkilmesi on saniye kadar sürüyordu.
- Hoşgeldiniz. Ne alırsınız?
- Bilmem.
-Anlamadım efendim.
- Şarap..
Genç adam şarabını katı bir yüz ifadesiyle beklerken kemanın sesini acısında duyuyordu. Ahşap sandalyesine yaslandı. Gözlerini kapattı. Kapat baydı! Dediği o müziklerin ne acılarla yazıldığının farkına vardı. Dinliyordu sadece. Ve içten içe çaresizliğini hissediyordu. Daha önce hiç gelmediği bu koyu pembe loş ışıklı ortama ait olduğunu hissetti. Oraya aitti artık. Ve üzerine rastgele oturup aşk acısını çektiği o sandalye bile artık genç adamın acısına aitti. Her gün geleceğim diye düşünüyordu. "Sahi, gelecek demişken geleceğim ne olacak benim? Acaba hep böyle keder mi kokacak düşüncelerim? Ya zaten gelmeyecek şimdi kimse kendimi niye kandiriyorumki yani ne anlamı var. Ben yani daha düne kadar işlek yer buraya kurulalım diyerek açılmış marketlerden meyveli soda alıp içiyordum oğlum yani şimdi şarabı söyledikte yani tadını da bilmiyorumki. Neyse içerim ulan sanki yani şarap tadı ne kadar acı olabilecekki ben ne yaşıyorum ya" diye iç sesiyle konuşurken yine uzun bir aralıkla irkilerek garsonun sesine kulak verdi.
- Efendim doldurmamı ister misiniz?
- Yok. Acı çeken şişeden içmez mi?
- İçer mi efendim?
- Bardakları götürsene çok temizler.
Garson bardakları kirli olmamalıydı zaten diyerek götürürken genç adam yeşil şarap şişesine vuran koyu pembe loş ışığın yansimasina dalmıştı. Temiz bardaklar aşık olduğu genç kadını hatırlatmıştı ona. Ve iç sesiyle konuşuyordu. " Ne alakası var olur mu hiç. Var alakası yani çünkü Açelya kirli bardaklardan nefret ederdi. Var alakası o zaman ben şarap içeyim acıyı geçiriyormuş."
Şarabı sakin bir tavırla açtı. Kokusunu bile merak etmeden yeşil şarap şişesini kafasına dikti. Hoşlanmıştı kırmızı şarap tadından. Dudaklarından çenesine süzülen şarabı elinin tersiyle silip garsonu çağırdı.
- Bundan yedi tane istiyorum şimdi gideceğim. Hazırlar mısın.
- Yedi?
- Yedi işte güzel sayı. Yedi bi hafta içmelik yani. Bekliyorum ben hesabı da alabilir miyim?
Genç adam yedi şişe şarabı poşetle taşırken meyhanenin kapısında duraksadı. Sanki her zaman sergilediği bir davranışmışçasına meyhanenin kapı eşiğine oturdu. Kemanı dinliyordu. Notalar beyninin en uç noktalarına harbim ortasında taninmayan bir ere sıkılan ve geri dönüşü olmayan kurşunlar gibi saplanıyordu. Meyhanenin kapı eşiğinde dakikalarca oturdu. Dakikalarca kemanı dinledi. Acıyı daha iyi hissediyordu. Güzel hislerini bir güneş doğması kadar kısa bi zaman önce yitiren genç adam kapıya tutunarak ayağa kalktı. Şaraba alışkın olmayan bünyesi acı çeken adam duruşu sergiliyordu. Yavaşca kapiyi kapatip çıktı meyhanen. Deniz kenarında bir banka oturdu. Denize taş atıyordu. Attıği küçük taşların nereye düştüğünü ve oluşturduğu dalgayı unutmuyor denize taşlarla oluşturdugu küçük dalgalarla Açelya yazıyordu. Ölesi vardı. Çok fazla ölesi vardı. Ama Açelya'nın acısını çekmek ölmekten daha güzeldi. En azından o gece öyleydi. Banka uzandı. Gözlerini gökyüzüne dikti. Uzun süre baktı. Ve sonra zoraki gülümseyerek " Tanrım, sarhoşum. Çok sarhoşum. Acıyı yaratmamalıydın. Ya da Açelya'yı yaratmamalıydın. Veya beni. Ya da Açelya'yla beni aynı anda yaratmamalıydın. Yani yaratıyorsan da beraber yaşatmalıydın. Sarhoşum belki bağışlarsın. Özür dilerim. " diyerek acılı rüyalarda derin bir uykuya daldı.