Elimde bulunan ama adını bilmediğim çiçeğin yapraklarını koparmaya devam ettim. Ilık rüzgâr, kısa mavi saçlarımı uçuruyordu. Altımda giyindiğim eteğin açılmaması için, bacaklarımı birbirine bastırdım.
On altı yaşında bir kızın mavi saçları olması, insanlar tarafından pek hoş karşılanmıyordu. Ama bu; benim umrumda bile değildi. Kendi kafama göre takılıyordum; küfür ediyor, sigara içiyor, açık giyiniyordum. Kimse benim hayatıma karışamazdı. Belki bunun ailemin beni küçük yaşta bırakması ile ilgili bir alakası da olabilirdi.
Bisikletlere ait olan o zilin sesini duyduğumda, Onur'un geldiğini anladım. Kafamı yapraklarını kopardığım çiçekten ayırıp, Onur'a ve sürdüğü eski bisiklete baktım. Ona dedesinden kalmasına rağmen hâlâ kullanışlıydı. Ama dedesi alzheimer* hastası olduğundan, bir süre sonra torununu hatırlayamıyordu. Onur bunun için oldukça gözyaşı dökmüştü ama babası ona, "Herkesin başına neler gelebileceğini Allah'tan başka kimse bilemez oğlum. Aynı şey senin de, benim de, Rüya'nın da başına gelebilirdi. Bir hayır varki, Allah dedene bu hastalığı vermiş." diyerek üzülmemesi gerektiğini kibar bir dilde söze dökmüştü.
"Günaydın." Oturduğum kaldırım taşıdan elim ile destek alarak kalktım. Onur'un moralinin bozuk olduğunu anlayabilmiştim. Çünkü her zaman beni almaya geldiğinde ya, "Günaydın, çilli." ya da "Günaydın, çakma Rafael." derdi. Beni Ninja Kamplumbağalar filmi ve dizisindeki Rafael'e benzetiyordu. Tabii sadece huylarımı.
"Günaydın." Elindeki bana özel olan mavi kaskı vererek, olması gerekenden daha soğuk bir gülüş gönderdi bana. Aynı şekilde bende ona gülümsedim. Hıçkırdığımda, Onur'un bakışları alay ile karıştı. Aynı şekilde yine hıçkırdım.
"Birileri bana yalandan gülümsüyor, ha?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi, gözlerinden kaçırırken dişlerini göstericek bir şekilde gülümsedi. Ağzım kapalı olduğu için, bu sefer boğuk bir şekilde hıçkırdım.
"Bana yalan söylediğini itiraf et, Rüya." Alaylı sesini tekrar duyduğumda, gözlerimi sinirle yüzüne çevirdim. Eski hâline geri dönmüştü. Bunu; benimle dalga geçmesinden anlabiliyordum. Biz Onur ile hiç normal arkadaşlar gibi sakin bir arkadaşlık kurmamıştık, kuramamıştık. Kurmaya çalıştığımızda ise, hep bir kavga ile son buluyordu. Biz de çok ve kötü kavga edeceğimize, kısa ve öz kavga etmeyi tercih etmiştik.
"Bono yolon soylodoğono otorof ot, Royo. Siktir git şuradan, uğraştırma beni." Ve bir hıçkırık daha. Şöyle bir hastalığım vardı ki, her yalan söylediğimde ya da bir şeylerin yalan veya hata olduğunu bildiğimde hıçkırırdım. Bu hastalık zor görülen bir hastalıktı ve şanslı (!) kişi bendim.
"Senin ağzın iyice bozulmuş." Kaskı kafama geçirirken, "Tamir et o zaman, mala bak." dedim. Hıçkırdım.
Piç sırıtışını yüzüne yerleştirirken, "Bana uyar," dedi.
Kafamı iki yana sallayarak, "Sana ben bile uyarım, hey yavrum hey!" dedim.
Sırıtması kahkahaya dönüşürken, sahte bir sinir ile arkasına, öhm bisikletin arkasına doğru yürüyerek oturma yerine bacaklarımı iki yandan açarak oturdum.
Sahte kızgınlığım beni ele veremeyecekti; zaten az önce ona sahte bir gülücük gönderdiğim için hıçkırmıştım. Şimdi de hıçkırmaya devam ediyordum.
Ayaklarını bisikletin pedallarına koyarak bisikleti sürmek için hazırlandı. Düşmemek için okul hırkasının uçlarını tutuyordum. Tabii bu kadar hızlı gideceğini bilseydim, beline tam sarılırdım. Bir düşme tehlikesi bile geçirmiştim.
Hıçkırıklarım bana hiç yardımcı olmuyordu. O hızlı bir şekilde toprak yolları giderken, kafamı geriye atarak bağırdım: "Sana sahte bir şekilde gülümsedim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hıçkırık
Ficção AdolescenteOkunmayacağını bile bile kendimce yazdığım ve kendimce paylaştığım bir kitap. - Küçüklükten beri tanıdığım Onur, hayatımın sonuna kadar yanımdaydı. Her yalan söylediğimde hıçkırırken, tek sığındığım battaniyem oydu. Küçükken canavarlara inanarak on...