Küçüklüğümden beri tek hayalim kaçmaktı. Kaçıp bambaşka bir ülkede kendi ayaklarımın üzerinde durarak hayallerimi gerçekleştirmekti. Üniversite sınavına girip burs kazanmam benim gidiş biletim olmuştu.
Sonuçlar açıklandığı anda eşyalarımı toplamış, gerekli belgeleri alarak aileme veda etmek için kapıda bir saniyeliğine durmuştum. Annem her zamanki gibi elinde şarabı ile bana "baba" diye getirdiği kocasıyla film izliyordu. Tuncay benim kapıda onlara baktığımı gördüğünde anneme "Seninki hazırlanmış gidiyor, baksana."dedi yüzündeki umursamaz ifadesiyle.
Annem yerinden kalkmaya bile gerek duymadan "Orada ne yapacağını sanıyorsun? Hadi paran uçak bileti almaya yetti. Peki ya sonra? Nasıl geçineceksin? Aptal olma. Otur yerinde." Dedi. Gerçekten gidebileceğime inanmıyordu.
Ona göre bu hareketim eskiden yaptıklarım gibi saçmaydı. Evet, eskiden de kaçmayı denemiştim. On tane bir lira biriktirdiğimde zengin olduğumu zannederek geçinirim sanmıştım. Bunun bu kadar basit olmadığını anladığım günden itibaren yememiş içmemiş para biriktirmiştim ki bu bir deri bir kemik olan vücudumun en büyük nedeni ve kanıtıydı sanırım.
"Bu seferki bir oyun değil, anne. Artık sekiz yaşında değilim. Sen kocanla gülüp içerken ben büyüdüm anne on yıl geçti aradan!"dedim her geçen saniyede ses tonum daha da yükselmişti. Annem şarabından bir yudum daha alırken beni umursamamaya devam ediyordu. Tuncay ise ses tellerini yırtarcasına "Annenle düzgün konuş Ezgi!"diye gürledi.
Tuncay'ın köpürdemeye başladığını hissedebiliyordum. Biraz daha devam edersem olası bir tokat söz konusuydu.
"Abla ne oluyor?"diye elinde kahverengi ayıcığı ile içeri geldi prensesim. Buradan giderken arkama bakmama neden olan tek şeydi. Onu umursamaz bir anne ve şiddete eğilimli bir üvey baba ile yalnız bırakıyordum.
Çantamı kenara koyup "Prenses, uyandın mı sen? Özür dilerim ablacım biraz gürültü yaptık."diyerek yanaklarından öptüm. Bembeyaz yüzü, alnına düşen kıvırcık sarı saçları ile bu evdeki tek masum şeydi.
"Siz neden kavga ediyorsunuz abla? Bu bavullar ne?"
Karnıma batırılmış bir bıçak acısı çeker gibi geriledim bir an ve sırtım duvara değdinde ne diyeceğimi düşündüm. Kelimeler birbirine girmiş boğazımda bir düğüm olmuşlardı.
"Ablacım, canım kardeşim seni çok seviyorum bunu sakın unutma. Belki elini tutamicam ama hep yanında olucam söz veriyorum. Zamanı geldiğinde seni de alıcam yanıma abla sözü."dedim gözlerimden akan yaşı silerken. Ağlarken gülümsemeye çalışmak gerçekten zordu heleki dört yaşında bir çocuğun karşısındaysanız.
"Hop! Orda dur bakalım Ezgi Hanım! Sen gidersin, annen karışmazsa bir şey diyemem ama Ceren benim de kızım! Onu hiçbir yere göndermiyorum."
Ceren'e sıkı sıkı sarılıp hala daha bebek kokan tenini kokladıktan sonra saçlarına bir öpücük bırakıp kulağına "Senle gittiğimiz parkta hep saklandığın ağacın altında mektup var onu al ve güvenebileceğin birinden okumasını iste, sakın annemlere gösterme."dedim.
"Madem Ceren senin öz kızın, bu kadar önemsiyorsun, o zaman ona adam gibi babalık yap."
"Hoşçakal anne. Ceren'e iyi bakın."dedim ve eşyalarımı alıp evden çıktım. Ceren'in hıçkırarak ağladığını duyabiliyordum. Arkasından Tuncay'ın ona sessiz olması için nasıl kükrediğini ve annemin nasıl sessiz kaldığını...
Ama ben bugün gitmek zorundaydım. Bugün yeni hayatıma kucak açmazsam bu cehennemde bir ömür geçirmek zorunda kalabilirdim. Kendim için olmasa bile Ceren için gitmeliydim.
Cesur olmalıydım. Cesaret olmadan başarı olmazdı. Korkmamlıydım. Korku belayı çekerdi. Başaracaktım, başka seçeneğim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gri'nin Hikayesi #Wattys2016
Teen FictionUmursamaz bir anne, agresif üvey baba, masum ama üvey bir kız kardeş... Çocukluğundan beri kaçmanın hayalini kuran Ezgi, sonunda üniversite sınavını kazanmış ve dünyanın başka bir ucuna gidebilmişti. Peki orada neler olacaktı? Çocukluk aşkı ile muci...