Eziyet

52 1 1
                                    

Gözlerini araladığında kendini bir kafesin içinde buldu. Yarı baygın bir vaziyetteydi. Yavaş yavaş kendine gelmeye çalışıyordu. Gözlerini açıp kapattı defalarca. Kaybettiği bilincini geri kazandı sonunda. Kafesin hareket ettiğini farketti. Kafesin altında tekerlek olduğunu anladı. İki at tarafından çekiliyordu kafes. Etrafa bakındı. Ağaçlar hakimdi etrafa, burası bir ormandı. Düşman İngiliz askerleri vardı dört bir yanda ve İskoç Lordu Wallace Karlsson yenilginin bedelini ödüyordu.

İngiltere İskoçya'yı ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Savaşta yenileceklerini anlayan Lord Adair askerlerini de alıp kaçmıştı. Wallace Karlsson ve askerleri mücadeleye devam etmişlerdi. Ama düşman sayısı çok fazlaydı, sanki bütün bir ülke savaşa gelmişti. Askerleri bir bir ölen Wallace kaçabilirdi, bir yolunu bulup kaçabilirdi. Kaçmak korkak onursuz lordların işiydi. Savaşla beraber onurunu da kaybetmemek adına kaçmamıştı. Kalan son İskoç olmasına rağmen ısrarla kılıcını elinden bırakmadı. İngiliz askerleri bir çember içerisine hapsetmişti Lordu. Çok sürmeden kafasına yediği ağır darbeyle yere yığıldı.Ne zamana kadar baygın kaldı bilmiyordu. Yeniden bakındı çevresine. Şehrin surlarını gördü burası Londra'ydı. Savaş alanı ile Londra arasında 4 günlük mesafe vardı. Demek ki uzun süredir baygındı.

Londra'ya daha önce casus olarak gelmişti. Şehrin planını çok iyi biliyordu. Bir şekilde kaçış yolunu bulmalıydı. Bekle dedi içinden henüz erken. Askerler ona bakıp gülüyorlardı. Şehre yaklaştıkça gülüşmeler artıyordu. Lord Wallace bir şeyler seziyordu. Aklında kurduğu senaryoların gerçekleşmemesini diliyordu gözlerini kapatarak.

***

Pencereyi açtı. Bir ayağını dışarı sarkıttığı anda ikizi koluna yapıştı ve içeri çekti kardeşini.
"Violet napıyorsun?" diye kızdı Prenses Lara.
"Babam dışarı çıkmanı istemiyor. Artık büyüdün, bir prenses gibi davranmanı istiyor. Sen napıyorsun? Babamın söylediklerinin tam tersini yapıyorsun. Düşüp bir yerini kıracaksın. Saraydan çıkamazsın. Yasak." dedi Violet.
" Babam izin vermediği için pencereden kaçmayı deniyorum. Pencereden çatıya, oradan da sarayın duvarlarından aşağıya iniyorum. Ve özgürlük..." Kaçış yolunu eliyle göstererek tarif ediyordu. Violet gözlerini devirdi. İkizinin bu tutkularına anlam veremiyordu. Lara'nın üzerindeki kıyafetlere baktı. Pantolon üzerine tunik ve geniş şapkalı pelerin.
"Bir prenses böyle giyer mi şu haline bak!" diye kızdı Violet.
"Bunlar rahat kıyafetler. Eğer kaçacaksam bunlarla kaçmalıyım Violet. Yoksa bir prenses olmanın kurallarını biliyorum. Şimdi izninizle prenseslikten sıyrılıp kısa da olsa özgürlüğe gidiyorum." önünde reverans yaptı alay ederek. Sonra ikizine sarılıp öptü.

Pencerenin önündeki mermere bastı ve beline bağladığı ipi çıkardı. Cebinden çıkardığı üçlü büyük kancayı ipin ucuna bağladı ipi çatıya fırlattı. Sağlamlığını kontrol edip yukarı çekmeye başladı kendini. Bunları defalarca yapmıştı. Bu konularda uzmandı artık. İki senedir bu şekilde çıkıyordu dışarıya. Hergün çıkmasa da iki günde bir muhakkak çıkıyordu. Elinden gelse hergün giderdi. Ama babasına yakalanmak istemiyordu. Neden mi dışarı çıkıyordu? Saray da sıkılıyordu. Dışarı çıktığında ise halkın arasında geziyordu, pazarları dolaşıyordu. Bazen ormana gidiyordu yeni yerler keşfediyordu, avlanıyordu. Sarayın dışında olduğu zamanlar mutluluğu doruklarda yaşıyordu. Sarayda olduğu zamanlarda ise bir kuş gibi kafese konduğu ve özgürlüğünün elinden alındığını hissediyordu.

Çatıdan hızla ilerleyip sarayın ormana bakan duvarlarından aşağı inmeyi düşünüyordu. Bir iki adım atmıştı ki arkasından duyduğu emirle donakaldı. "Duuur!!!" Ses babasına aitti ve babası bağırmıştı. Uzaktan gelen bir sesti ve aynı zamanda şehri sessizliğe gömmüştü. İlk başta kendisini gördüğünü sanmıştı ama sarayın çatısı çok yüksekti ve babası buraya çıkabilecek son kişiydi. Sarayın şehre açılan kapısından geldiğini tahmin etti ve çatıda o yönü görebilecek olan kısmı hesapladı. Pelerinin başlığını geçirdi. İlerledi yavaşca, o yöne geldiğinde eğildi çatıda sürünerek görüş açısını netleştirdi.

Kral Edward ve bir çok Lord at üstündeydi. Halkın bir kısmı ordaydı. Savaş kazanılmıştı, bunu babasının suratına bakıp anlaması yeterli olmuştu. Yerde biri vardı. Başında askerler bulunuyordu, adam kalkmaya çalıştıkça tekme atıyorlardı. Adamın üstü başı kandı, yaralıydı ama yinede bırakmıyordu kendini ısrarla ayağa kalkmaya çalışıyordu. Prenses Lara adamın düşman olduğunu anlamasına rağmen gururla baktı adama ve saygı duydu. Güçlüydü ve onurluydu.

"Ne dersiniz Lordlarım? Onu zindana tıkma vakti geldi mi? Yoksa halka bırakalım da eziyetleri devam mı etsin? Baksanıza halk doymamış gibi?"Kral Edward bağırarak konuştuğu için Lara duyabilmişti. Herkes gülüyordu. Halk hep bir ağızdan bağırıyordu: "Eziyete devam devam" Bunu duyan Kral daha çok keyifleniyordu. Askerlere başıyla işaret verdi. Adamın başından çekilip halkın oluşturduğu çembere doğru fırlattılar adamı. Halk eline ne geçtiyse fırlattı. Bir tanesi yüksek sesle bağırdı: " İskoç Lordu' na ölüm!"

İskoç Lordu ayağa kalktı. Gözleri kapalı üzerine atılan şeylerin bitmesini bekliyordu. Prenses Lara gözleri dolu bir şekilde yapılan eziyeti izliyordu. Böylesine vahşice bir şeyden keyif alan babasına baktı anlık nefretle. Savaşta tutsak almak o ülke için iyiydi ama tutsağa eziyet edilmesini doğru bulmuyordu Prenses. Onurlu ve güçlü bir ülke tutsağını doğrudan zindana kapatırdı. Eziyet etmek alçakçaydı.

Kalbi sızladı tanımadığı bu adam için. Gözünden bir damla yaş geldi istemsizce. Gözyaşını anlamsız buldu ve rahatsız olup kalktı ayağa. Dünyadaki adaleti ben sağlayamam dedi kendi kendine. Çatıdan ormana bakan yere doğru ilerledi ama yapamadı. Odasına döndü hızlıca. Vicdanı sızlıyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Çünkü insanın vicdanı geçmiş zamanda, şimdiki zamanda asla erişmeyi başaramayacağı kadar yüksek sesle bağırır.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 25, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

TUTSAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin