Sabah yine o en sinir olduğum şey alarmım, sahiplenip alarmım bile demek istemediğim şey çaldı. Bu sefer mesaj veya arama da gelmesin diye kökten kapatıp geri yattım, zaten öyle uykucuydum ki yüzümü yıkamadığım sürece ne zaman geri yatarsam yatayım hemen uyurdum.
Kalktığımda saat onu otuz dört geçiyor idi. Yatağımda doğrulup telefonuma baktığımda sekiz tane bildirim vardı: Beşi Hilal'den cevapsız arama, ikisi Fatih'ten mesaj, biri de gereksiz indirim mesajıydı. İndirim mesajını okumadan direkt sildim, Fatih'in neden okula gelmediğimi sorduğunu görünce ikizlerin bildirimlerini de silip yatağıma yatacakken Hilal aradı...
"Ne var lan ne var, gelmiyeceğim oğlum ben bugün okula aramayın beni ne diye arayıp, mesaj atıp duruyorsunuz, başım ağrıyor gelmiyeceğim!" dedim tıslarcasına.
"Ne ne var gerizekalı, ebeninki var ister misin? Ayrıca bi' daha bana oğlum deme, ben senin oğlun değilim! Her neyse ya, kanka okula bir çocuk geldi, insan değil; taş gibi meteor, kaya gibi buz dağı... Lan çocuk çok yakışıklı, kızların hepsi anında ilgilenmeye başladılar ama tabii ben Aksel'e ihanet etmedim. Yani bizim gördüklerimiz erkekse, bu ne; bu erkekse onlar ne?" Hilal bunları söylerken ben sadece her cümlesinde gözlerimi devirmekle yetindim.
"Geldiyse geldi kızım bana ne ya, çocuk sanki bana geldi... Neyse yaa ben uyuyorum!" deyip telefonu yüzüne kapatıp komodinimin üzerine koydum ve yatacakken bu sefer bildirim gelmedi ama Nazoş içeriye girip gereksiz telaş yaptı: "Kuzum n'oldu, niye gitmedin okula, hasta mısın, hastahaneye gidelim mi?"
"Yok Nazoş, sabah başım ağrıyordu o yüzden gitmedim. Şimdi ben de gidiyorum zaten." dediğimde yüzüme hiç de samimi olmayan gülümsememi yaydım.
Banyoma gitmeden hemen önce, dolabımın kapağını açmadan mahmur olan gözlerimi kaşıdım ve gardrobumun kapağını açtım. İçinden üstünde siyah bir şekilde black yazan, gri, yarım tişörtümü ve siyah, dar, deri pantolonumu alıp banyoma geçtim ve ilk önce bir yirmi dakikalık duşa girip çıktım ve üstümü giydikten sonra saçlarımı kurulayıp düzleştirdim. Çıktıktan sonra siyah converslerimi giydim ve aşağı indim.
Tam çıkacakken telefonumu ve çantamı almadığım aklıma geldi ve yukarı dönmem için bir sebep oldu. Hemen yukarı çıkıp son dört derse göre hazırladığım sırt çantamı sırtıma taktım ve telefonumla birlikte telefonuma kulaklığımı takıp cebime koydum, kulaklığımı da kulağıma takıp açtığım şarkıyı dinlemeye başladım.
Aşağı indiğimde Nazoş'a çıktığımı haber verdim ve evden ayrıldım. Okula gitmek için hayatımda bir ilk gerçekleştirip bugün minibüse binmeye karar verdim. Minibüs durağına geldiğimde okulun ismi zaten minibüslerin üzerinde yazdığından binmem kolay oldu. Boş bir yere oturup kafamı cama yasladım ve telefonumla oynamaya başladım. Bir tane yaşlı amca bindiğinde zaten okula da az kaldığını düşünerek amcaya yer verdim ve o da arkamdan hayır duaları etti. Âmin! İnşallah amcacığım...
Okula geldiğimde dersin bitmesine bir dört dakika olduğunu görerek bir banka oturdum ve sigaramın dumanını içime çekmeye başladım. Teneffüs zili çaldığında hızlı adımlarla sınıfa çıktım. Çıktığımda yerime bir adet Vini Uehara koymuşlar gibi hissettim, çocuk aynı benim platonik de olsa aşkım olan Vini'ye çok benziyordu. Hafif kirli sakalı ve az da olsa belirgin olan elmacık kemikleri vardı. Değişik ama bir o kadar da güzel bir çehreye sahipti. Koyu kahverengi saç ve gözleri, biçimli kaşları ve dudakları, gür ve güzel kirpikleri vardı, oturduğundan boyunu tam kavrayamamıştım ama büyük ihtimalle 1.80 veya 1.83.
"Kalk ordan, solucan suratlı, parazite benzeyen, gereksiz varlık!" dedim, az önce iç sesimle çocuğu övüyordum şu an ise gömüyorum.
"Neden?" dedi tek kaşını kaldırarak. Galiba başka bir evrenden veya gezegenden geliyordu... Hangi varlık ya da insan tek kaşını kaldırarak kusursuz veya mükemmel olabilirdi ki? "Yani senin anlayacağın burası bir çöplük, her çöplüğün bir horozu olur ve bu çöplüğün horozu biziz!"
"Yaa işte kısacası şimdi sen bu sıradan kalkıp bu okuldan defoluyorsun ve biz birbirimizi bir daha görmemek üzere vedalaşıyoruz." diye devam ettiğimde kollarımı göğsümde birleştirirsem daha güçlü olacağımı bir kitapta okumuştum, ben de tam olarak öyle yaptım...
Ben, çocuk hiç konuşmayınca veya bir kelime dışında hiç bir tepki vermeyince kendi kendime tartışıyormuş gibi hissediyor ve böylece daha çok sinir oluyordum ve daha çok aşağılamak istiyordum.
Ve boktan bir şekilde kocaman sırıtan Fatih yanımıza gelip "Demek tanıştınız..."
"Tanıştık ama bu gereksiz, okuldan gitmeye karar verdi ve hatta tam şu an bu okuldan defoluyor." diye imâ yaptım ve yeni çocuğa bakarak yapmacık da olsa yüzüme bir gülüş yerleştirdim.
Yeni gelen, katıksız yakışıklı, şu fazla konuşmayan, benden de umursamaz, dövmeli, küpeli olduğuna rağmen okula girebilen çocuk konuştu... Aslında dövmeli ve küpeli çok kişi vardı okulda ama dövmesi olanlar dövmelerini kapatıyor, küpesi olanlar ise küpelerini okula girerken çıkarıyorlardı.
"Ben gideceğimi söylediğimi hatırlamıyorum?" derken aynı nerden çıkardın lan bunu? dermiş gibi sorarcasına konuşmuştu...
"Ama hiç bir şey de söylemedin... Bu kabul ettiğin anlamına gelmiyor mu?" dediğimde dilini şaklatıp, "I-ıı, gelmiyor" dedi.
Tam o sırada Hilal ve Aksel selam verenlere karşılık vermeyip egoist bir edayla bize doğru gelirken Fatih ve Aksel birbirlerine öldürücü bakışlar yolluyorlardı.
Bu ikisi; biz geçen seneye kadar hep birlikte takılırdık, üç sene boyunca birbirimizden hiç ayrılmamıştık. Bir gün Aksel ve Fatih, bahçede konuşuyorlardı; biz de Hilal ile birlikte kantindeydik, geldiğimizde bunlar birbirlerinin üstlerine çıkarak yüzlerini yumrukluyorlardı ve böyle bir kısır döngü oluşturmuşlardı... Zaten o günden sonra birbirlerini nerede görseler birbirlerine öldürücü bakışlar yolluyorlardı. Ve kavga ettikleri sebebi Özgür Abi yani müdürümüz, Fatih ve Aksel dışında kimse bilmiyordu...
Ders kimyaydı ve boştu... En sevmediğim -gerçi ben çoğu dersi sevmezdim- dersin boş olması mükemmeldi.
Biz de fırsattan istifade arka bahçedeki küçük bõlmeye gidip sigara içecektik. Biz mutlu mutlu sınıftan çıkacakken Fatih yeniye "Pişt Nefes gelsene sen de, istersen!" diye seslendi, ne kadar umursamaz bir bakış atsa da kabul etti.
Aşağı inerken Hilal ve ben önde, Fatih ve yeni çocuk da arkadan; arka bahçeye doğru ilerliyorduk. Aksel sınıfta kalmıştı...
Aşağı inerken arkadaki iki gereksizin benim hakkımda konuştukları çok barizdi... Çünkü 'Umut, sarışın, sarı kafa' gibi kelime veya kelime grupları kullanıyorlardı. İnsan bari ben oradayken benim hakkımda konuşmaz değil mi? Haa sen illa konuşacağım diyorsun, o zaman belli etme değil mi ama?
Tam masaya oturacakken arka cebimdeki telefonumun titremesiyle, oturmadan hemen önce telefonumu çıkarıp mesaja baktım. Tanımadığım bir numaradan saçma sapan bir mesaj gelmişti...
Gönderen:0535******
Bu numarayı kaydetsen iyi edersin, çünkü güzellik bu numaranın sahibi yakında sevgilin olacak!
Nerden geliyordu bu özgüven? Bu ülke milletçe kafayı yemiş, milletçe delirmişti! Hayır, yani sen kimsin ki tanımadığın bir numaraya bu mesajı yolluyorsun? Sen kendini ne sanıyorsun?
Ben iç sesimle başbaşa konuşurken eş zamanlı olarak mesajı silip masada Hilal'in yanına oturdum.
Yine aynı mesaj gelmişti ve yine aynı kişiden. Tek değişiklik ben ona ana bacı girerek sövdüm ve mesaj attım.
Gönderilen:0535******
Senin ben ananı, bacını, avradını, seni doğurtan ebeyi, olmayan beynini, yedi sülaleni, en sonunda seni s*keyim! Sen kimsin lan yarratık? Yavşak, bacak arasına dikilmiş ağaç... Daha söverdim ama yazarken elim ağrır felan... Hiç bir götoş ve piç kurusu için elimi yoramam!
Mesajı attıktan sonra Hilal'e gösterdim, Hilal'in dudakları ilk olarak 'O' şeklini aldı ama sonra toparladı ve "Lan oha! Gerizekalı zaten mesajla çocuğu s*kmişsin lan!" dedi.
"Biraz az saydırsaydım keşke, değil mi? Sanki biraz fazla sövmüşüm!" dediğimde mesaj geldiğinde bak ya hâlâ akıllanmamış, daha ne kadar saydırmam gerekiyor anlamıyorum! diye içimden bir anlığına geçmedi değil ama bu sefer adam gibi meaj atmıştı.
Gönderen:0535*******
Yavaş gel güzelim! Daha az önce tanıştık, numaranı Fatih'ten aldım. Ben âşık oldum ve benimle olmanı istiyorum! Şimdi ' hem daha ilk günden hem de onca yavşamış kız varken niye koskoca okulda neden ben?' diye düşünebilirsin... İlk günden, çünkü iki saniye sonra ne olacağını bilemeyiz, belki öleceğiz. O yüzden şimdi söyledim. Neden sen olduğuna gelince de, çünkü güzelsin; diğer kızlar seksi ve güzeller ama hiç biri doğal seksiliğe veya güzelliğe sahip değil; hepsi yapmacık seksi, hepsi makyaj güzeli... Ama sen... Sen, doğalsın. Seksi değilsin, fazla güzel de değilsin ama onlar kadar makyaj yapsan Kendall Genner veya Adriana Lima kadar güzel olabilirsin!
Birincisi Adriana Lima neyse de Kendall Genner benim yanımda sıçmış! İkincisi çocuk ne güzel konuşmuştu ya! Aslında yakışıklı çocuktu, hangi kız olursa olsun öyle yakışıklı birinin hayatlarına girmesini isterler ama ben, ben âşık olmadan sevgilim olsun istemiyordum ve o taş çocuğa âşık değildim. Ki ben zaten aşk denen o s*ktiri boktan lanet olasıca şeye inanmazdım.
Ben ikinci sigaramı içerken Hilal de hem sigarasını içiyor hem de telefonuyla oynuyordu, Fatihlerin ne yaptığını bilmiyordum, çünkü onlar ön bahçedeki kantindeydiler.
Teneffüs zilinin çalmasına az kalmıştı, en fazlan üç veya dört dakika... Ben de az kalan sigaramdan son bir nefes içime çektim ve nefesimi dışarı bıraktım. Ardından sigara izmaratini yere atıp ayakkabımın ucuyla ezdim.
Bu derse Hilal ve ben girmeyecektik, kahvaltı için okulun karşısındaki Kutu Café'ye gidecektik. Tam giderken Hilal Aksel'i derse girerken gördü ve, "Umut, kanka baksana lan Aksel derse giriyor."
"N'apayım gerizekalı?" dediğimde, dudaklarını büzerek "Mal, git çağırsana! Gelirse belki hislerimi de söylerim, n'olur!" diye ısrar edince dayanamadım, ne yapayım bu da kuzen yüreği işte dayanamıyorum.
"Aksel!" diye seslendiğimde, "Hea?" diye öküz gibi karşılık verdiğinde yüzümü buruşturdum. İnsan bir efendim gibi bir şey söyler yani...
Caféye geldiğimizde hepimiz susmuştuk. Bana ne kadar malca gelse de o ikisi bakışıyor; bense kırk yıllık kıtlıktan çıkmış gibi kahvaltı tabağıma gömülmüş tabağımı sömürüyordum.
Tüm konsantremi ilk sessizliği bozan Aksel olmuştu... "Ee bir şey demeyecek misiniz? Kızım niye çağırdınız beni konuşsanıza lan!" diye yine öküzlüğünü göstermişti, Hilal konuşmayınca lafı üzerime alındım ve, "Ya bu Hilal var ya, işte bu Hilal... Hilal..."
"Hilal Hilal ne Hilal?"
"Sözümü kesmeseydin söylüyordum. Her neryse bu Hilal, senden iki senedir falan hoşlanıyor! Oh be! Ne iki senedir içimizde tutuyoruz biz bunu ya..." Aksel gülme krizine girmişti ve uzun bir sürenin ardından yapmac8k bir öksürük takınarak kendini toparlamaya çalıştığında başarılı olduğunu farkedince konuştu.
"Cidden mi? Kızım ben sadece sevmiyorum, lan internetten fotoğraflarını çıkartıp poster yaptırıyorum ve duvarıma asıyorum." dediğinde komiğime gittiği için ufacık bir kıkırdadım.
Tam o sırada Fatih ve Nefes gelmişti... "Niye sarılıyor lan bu piç herif benim ikizime?!" diye Fatih bağırdığında hem herkes bize bakıyordu hem de sorunun sonunda "!" ile "?" aynı anda yer alıyordu... Ben gözlerimi büyütürken sanki mümkünmüş gibi daha çok büyütüyordum... Fatih ne kadar sinirlense sinirlensin kimseye rezil olmamak için bağırmazdı. Onu gerçekten bu denli sinirlendirecek şeyi çok merak ediyordum, ediyoruz demem gerekiyordu pardon... Herkesin merak etmesine rağmen ikisi de bir senedir ser verip sır vermiyiordu.
Neyse, bunlar birbirlerinden özür dilediler ama eskisi gibi olmamaya karar verdiler ve Hilal ile Aksel de sevgili oldular.
E
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUT NEFES İLİŞKİSİ
Teen FictionUmut; Nefes'in Umut'u.... Nefes; Umut'un Nefes'i.... Sadece aşk değil; kin, öfke, nefret, acı, hasret... Her duyguyu aynı anda yaşayan iki gencin hikayesi... "Hayat çatlak bardaktaki suya benzer; içsen de tükenecek içmesende. O yüzden hayattan tat...