Kafka Okur / Mart-Nisan 2016

371 1 0
                                    

"Benim edebi ilgi alanlarım yok, ben edebiyattan ibaretim, başka hiçbir şey değilim, olamam." Franz Kafka

Bir insan topluluğuyla konuşmaktan nefret ederim. Bir toplulukla konuşurken her zaman içlerinden bir tanesini seçip sözlerimi ona yöneltirim ve konuştuğum sürece ötekilerin de gizliden gizliye bana bakıp hakları olmadan dinledikleri duygusuna kapılırım. Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup "iyiyim" demenizi beklemeleridir.(Syf9)

Sadece içimde susmak istemeyen bir ses olduğu için yazıyorum.

Uğrunda yaşayacağım çok şey var diyen Sylvia Plath 31 yaşında, önünde yaşaması gereken koca bir zaman dilimi varken gaz ocağını açarak intihar eder.

1950'li yıllarda Amerika'da genç kızların iyi bir eğitimden çok parmaklarına takabileceği evlilik yüzüğüne ihtiyacı vardır.

"Sen sus da gidip bir alışveriş yapsana" diye aşağılanan kadınlar adeta kurulu bir robota dönüşüp sisteme uyarlar. Ve böylece üretmenin, düşünmenin, oluşturmanın yerini ev işleri ve tabii ki alışveriş çılgınlığı alır. Üzerine bir de çocuklar " oh bitsin bu mutluluk oyunu" ve kaçınılmaz son! Sistemin çarklarına uyan bu "robot kadınlar", başka bir alternatif olmadığından "güya" kendilerini feda ederler. Oysaki sevgisiz, ruhsuz, huzursuz ve amaçsızdırlar ve tek yaptıkları kaçınılmaz son olan "ölümü" beklemektir. Üreteni, yazanı anlayamaz tüketen kadınlar. Sylvia'yı anlayamaz. Düşünen, üreten, var olduğunu dile getiren öteki kadınlara ise bu hayatta yalnız olmadıklarını Sylvia'nın günlüklerinde saklanmış dizeleriyle hatırlatmak isterim.(Syf10)

Süphesiz ki bir şeyi veya bir şeyleri beklerken yaşlanıyoruz.

Her ne kadar bilim bebeklerin doğarken ağladıklarını oksijenin gözlerini yakmasına bağlasa da esas olan insanın asıl sevgiliden kopmasından dolayı olan hüznü olarak ifade edilmiştir.

Eskiden depresyon kelimesi yerine gönül yorgunluğu kullanılırmış. Beklemek yerine de kalbin yavaşlaması derlermiş.(Syf21)

İnsan yirmi yedi yaşındayken, sıkışıp kaldığı bu hayattan her şeyi bir yerlere sıkıştırma ihtiyacı duyuyor. Kiminle konuştuğuna bakmıyor. Luzumsuz sorular sormak istiyor. Başına gelebilecek her türlü absürtlüğe "evet eveti tam olarak olması gereken bu işte" diyerek dört kolla sarılıyor. Ayrıca bazı kelimeleri anlamak istemiyor. Olmasını hayal ettiği şeylere inanıyor ve yüz kaslarının deformasyonunu umursamıyor. Tepkileri, hisleri, beklentileri karmakarışık oluyor.(Syf32)

Bazen en önemli olanı; kalbini unutursun, lakin hatırlatıverir aşk...(Syf34)

Şehirler de insanları kusabiliyor, tükürüp bir kaldırım kenarına fırlatabiliyor.(Syf35)

Mutlu olmakla, mutsuz olmanın arasında bir yerde kaybolup gitmekten korkuyorum.

Bitkini seviyorsun değil mi? "Evet, en iyi dostum. Hep mutlu. Soru sormaz. Hem de bana benziyor, görüyorsun ya? Kök yok." Onu gerçekten seviyorsan kök salabilmesi için bir parkın ortasına dikmelisin.

Bütün karşıtlıklar bir bütünün içinde kök salmış yaşama. Sona ererken yeniden yeniden başlamaya...(Syf38)

Baktım yine aykırı aykırı konuşuyor, verdim ellerine çöp poşeti bir mıntıka temizliği yaptırdım ki sormayın. Biz de öyle. Almanya'da bir sakız kağıdını yere at, anında polis gelir seni uyarır (bu yalanı da ilk kim söylediyse helal olsun. İslamiyet böyle hızlı yayılmadı.) (Syf41)

"Kaş yaparken göz çıkarmak" deyimi, Karagöz tasviri yapan ustalar tarafından Türkçeye kazandırılmış. Gölge Oyunu tasvirlerinin özel bıçaklarla deriyi keserek yaparlarmış. Bu tasvirlerde de en zor iş, kaşı oymakmış. Allah muhafaza bıçağı biraz kaçırırsan gözü kesebilirmişsin. Ustalık mertebesi belirleyen bu kaş olayını beceremeyen çıraklara bu atasözü söylenmiş, kulaktan kulağa yayılmış ve günümüzde bir iş yaparken başka bir işi bozmak anlamında kullanılıyormuş.(Syf42)

Bazı şarkıların elleri var ve ağzımı kapatıyor. Gülmek zaman alan bir şey değildi.(Syf43)

Ölmek bile ithamlara are olmamıştı. "Bu ülkede kadın, çocuk ve ağaç olmak çok zor." dedi. "Bu ülkede ölü olmak bile zor." (Syf44)

Eşyaların da dili var biliyor musun? Durmadan konuşuyorlar, durmadan hatırlatıyorlar. (Syf45)

Duyuları işleyen bir insan nasıl alışabilir? Alışmak en hazin kötürümlük biçimidir.

Kapalı bir televizyon ekranında kendimi izliyorum.

Bu mesut çekirdek aileyi kemirmeye ahdetmiş bir çaput güvesiyim.

Camdan dışarı bakmak insanı teskin ediyor.(Syf46)

Fotoğraf hiçbir şeyi ve anı ölümsüz kılmıyor.(Syf47)

Yalnızlığın büyük bir skalası vardır.

Bazen tüm olanaklar varken ırmağı geçemeyebiliyor insan.

Avucunu masanın üzerinde bulunan şamdana yaklaştırdı: "Bu alev avucumu yakana kadar Kee'yi görmek istiyorum."(syf48)

Elinde sol kulak memesinden kestiği parça vardı. Söylediğim gibi: Vincent şakası yoktu. Akıl hastanesinde kaldırıldı. Bu süre zarfında da oldukça fazla eser üretti.

"İki tür sersesi var ve bunlar birbirinin tam karşıtı. Adam vardır; tembellikten, karaktersizlikten dolayı serseridir. İstersen beni bu türden say. Bir de öteki tür serseri vardır ki etkin olabilmek için büyük bir özlemle yanan ama hiçbir şey yapamayan... Çünkü kafese kapatılmış gibidir. Kafese kapatılmış bir kuş, bahar geldi mi, yapacağı bir şey olduğunu çok iyi bilir ama yapabilecek durumda değildir. Kendi kendine der ki: "Öteki kuşlar dallarda yuva kuruyorlar, yavrularını yetiştiriyorlar." Ve başını kafesin çukurlarına vurur da vurur. Oralarda uçan başka bir kuş, "Şu tembel hayvana da bak," der yolunda giderken, "keyfi keyfi yerinde görünüyor." Evet, hapiste olan yaşar, içinde olanları ise dışarıdan kimse görmez; sağlığı yerindedir, güneş açtığında az çok neşelidir. Derken kuşların göç vakti gelir, yeniden melankoliye düşer. "Ama istediği her şey elinin altında," der ona kafeste bakan çocuklar. Oysa o çubukların arasından yazgısına isyan eder: "Kafesteyim, kafeslenmişim, bir de hiçbir gereksinmem olmadığını söylüyorsunuz aptallar! Her istediğime sahibim, öyle mi? Ah! Yalvarıyorum size, özgürlüğümü bağışlayın." Kimi boşta gezen insanlar bu serseri kuşa benzer. İnsanlar çoğu kez ellerinde olmayan nedenlerden dolayı hiçbir şey yapamama durumunda kalırlar. Kim bilir hangi korkunç kafesin içinde hapsolmuşlardır.(Syf49)

Kurumuş yaprakların rengi, pas tutmuş demirler gibidir.

Hiç yapmaman gereken bir şeyi büyük zevkle yaptın mı?

Mesafeleri oluşturan akıldır. En yakınını bile uzak görebilir insan.(Syf50,51)


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 30, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Edebiyat Dergi AlıntılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin