"Selâm!" diyerek her zamanki masalarına oturdu Kutlu. Fazla kalabalık değillerdi bu gün.
Irmak ve Mete, yan yana oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı aralarında. İkisinden daha uzak bir sandalyede Deniz vardı. Konuşulanlarla ilgilenir gibi görünmüyordu, pek keyfi yoktu herhalde ki parmaklarıyla düzensiz bir melodi tutturmuştu masanın üstünde. Kirli sakalı, dalgın bakışları ve kararmış yüzüyle hiç de cana yakın durmuyordu. Genç kız, bunalımlı bir zamana geldiğinin bilinciyle derin derin iç geçirse de gitti yanına oturdu genç adamın.
"Ne haber Deniz?"
Masadakiler, yılların arkadaşlığına karşın yine de şaşırdılar, kızdaki bu isabete. Çünkü Deniz ve Irmak tek yumurta ikiziydi. Bir su damlası kadar benzer kardeşleri, annelerinden sonra şaşmaz şekilde ayırt edebilen tek kişi belki de Kutlu'ydu. Tanıştıkları ilk günden beridir, yanıldığı yoktu. Ve işte bahar Mayıs'la daha da yeşerirken Karşıyaka'da, Kordon'a çıkan sokaklardan birine saklanmış bu küçük kafede tarih tekerrür etmişti bir kez daha. Gizliden gizliye bu durumdan büyük hoşnutluk duyan Deniz gülümsemekten alamadı kendisini.
"İyidir, senden?" diye cevap verdi, sıkıntılı ifadesi biraz dağılmıştı. Irmak'la Mete, kaldıkları yerden sohbetlerine dönerken, kız da sorgular bakışlarını dikiverdi yanındaki erkeğe.
Deniz, üniversiteyi bitirdiği yıl, kaderin garip işlerinden, birinci sınıfa yeni başlayan Kutlu'yla tanışmıştı. Ardından da kimsenin anlam veremediği şekilde kız kendi arkadaş grubuna girivermiş, herkes tarafından sevilip benimsenmişti. Zaman hızla akıp giderken, ikisi arasında özel bir dostluk kurulmuştu.
Genç adam, kaşının duruşundan, gülüşünün izinden anlardı kızın hâlini. Aynı şekilde diğeri de bakışından, göz kenarının kırışmasından tanırdı öbürünü. Ve her şeyden önemlisi Kutlu, Deniz'in en büyük yürek yangınıydı. İşte bunu da gruptaki herkes bilirdi.
Fakat nedense aradan geçen onca senede bir defa bile kıza yaklaşmamış, en ufak bir duygu kırıntısı bile göstermemişti. Kutlu da kendi ateşinde kavrulup durmuş, içinde büyüyüp duran sevgiye karşılık bulamamış, günden güne ümidini yitirir olmuştu.
Neden böyleydi? Cevabı yoktu. Bu Deniz'in bile veremediği bir cevaptı. Onsuz yiyemiyor, içemiyor, yapamıyordu. O yokken hayat duruyor, zaman akmıyordu. Ne zaman ki Kutlu beliriyordu etrafında yeniden nefes aldığını hissediyordu genç adam. Her şey yoluna giriyor, hayat buluyordu can verdiği yerde. Ne ki Kutlu'yla da yapamıyordu. Bir adım yaklaşsa, on adım kaçıyor. Her defasında bir öncesinden daha fazla dağılmış bir kalp bırakıyordu ardında ve bu daha da fazla kahrediyordu onu. Kutlu aşamadığı sınır, varamadığı ülke, tutamadığı el, atmayan kalbiydi. İşte şimdi yanına yerleşmişken varlık sebebi, âb-ı hayatı tüm ruhu yine ökseye tutulmuş kuş gibi çırpınıp duruyordu.
"Sinan var ya..." dedi damdan düşer gibi, biraz daha susmaya devam ederse kendi rüzgârına kapılıp gitmekten iyice korkarak.
"O da kim?" diye sordu duyduğu sesle irkilen genç kız, zira bu sırada o da her geçen gün daha tüketici ve yiyip-bitirici hale gelen iç savaşının tam ortasındaydı.
"Geçen hafta sinemada karşılaştığımız çocuk, hani bizim iş yerindeki..."
Kaşlarını kaldırdı, sorar biçimde genç kız. Her nedense duyacaklarından hoşlanmayacağını sezmişti: "Ee," dedi huzursuzca.
Kuru bir öksürükle devam etti genç adam sözüne: "Çok hoşlanmış senden. Görüşmek, kabul edersen çıkmak istiyor seninle."
Ağır bir sessizlik çöküverdi ortama. Denizin esintisi duyulmaz olmuş, kordondan iç sokaklara yayılan şehrin gün içi sesleri kaybolmuş, Irmak'la Mete konuşmayı bırakmıştı. Kutlu duyduklarına inanamıyordu, hayır inanmak istemiyordu!
Bu âlemdeki tüm yaratılmışlar bilirken kalbinin kimin adıyla attığını, ruhunun en gizli arzusundan haberdarken, şu karşısındaki adam kalkmış neler diyordu öyle? Şeytan dedi ki hınzırca: "Şöyle okkalı bir tokat savur suratına, şânından. Sonra da kabul et Sinan denen çocuğun teklifini."
Neyse ki uymadı ona Kutlu. Daha asil ve sakin davranmayı tercih etti. Yavaşça doğruldu yerinden, bir elinde kavradığı çantası, uzun sarı saçlarını savururken omuzlarından geriye, bir bakış fırlattı genç adama veda busesi yerine ve bir şey demeksizin ayrıldı masadan. Fazla gelmişti bu. Her şey fazlaydı. Dört senedir içinde tuttuğu duygular, beklentiler kırık dökük, kalp sancıları, iç sızıları, acı-tatlı anılar, yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar, mahrum kalınmışlıklar hepsi hepsi çok fazlaydı artık. Öyle ki dile dökülemez, anlatılamaz ve anlaşılamazdı bundan sonra.
Masadaki herkes donmuş kalmış ardından bakarken, Deniz'in kalbi o güne kadar hiç bilmediği bir ağıt yakmaya başlamışken, sokağın ortasında duruverdi Kutlu. Tekrar geri döndü, ağır adımlarla ve kalktığı yere adamın yanına oturdu son kez hiç denenmemiş bir şansın hatırına.
Ve konuşmaya başladı.
*****
"Neden başkalarına feda ediyorsun beni? Neden bu şansı ikimize tanımıyorsun? Neden benimle sen çıkmıyorsun?"
Deniz, beklemediği bu sözler karşısında duraladı bir anlığına. İdrak ettikçe duyduklarını etraf aydınlandı, gelecek şenlendi, ümit kazandı. İçi neşeyle dolarken, bir sevinç bulutu sardı etrafını. Genç kızı, senelerin alışkanlığı aşina şekilde kolunun altına aldı ve saçlarının arasından: "Benimle çıkar mısın?" diye kulağına fısıldadı.
Bu defa şaşırma sırası Kutlu'daydı. Başını geriye çekerken hafifçe, gözlerini gözlerine dikti sevdiği adamın, uzun uzun baktı. Çok eski bir hikâyenin sonunu okumak istercesine ya da bildik bir şarkının son mısralarını dinlemek dilercesine. "Sen," dedi bir gerçeği tespit ederek, "ciddisin sen."
Genç adam başını sallamakla yetindi, dudağının kenarında saklambaç oynarken sobelenen o hoş tebessümüyle. Genç kız, "Evet," diye cevap verdi bu sefer, "seninle çıkarım." Kristallerden çıkma melodik ve berrak kahkahalarından birini dışarı bırakırken tuttuğu nefesiyle birlikte.
An geri döndü, hayat akmaya başladı yeniden. Denizin esintisi yeniden dolaşırken sokak sokak, gün sesler dolmuştu ve Irmak ile Mete derin bir "oh" çekerek, birbirlerine bakmakla yetindiler. Mutlu sonları herkes severdi neticede!
Deniz, Kutlu'yu göğsüne doğru çekti ve sarı saçlarının üstüne minik bir öpücük kondurdu. Her karanlık gecenin sabahı, her sıkıntının ferahı vardı. Ve o sabahını bulmuş güneş, ferahına kavuşmuş Ferhat gibiydi şimdi.
Bu kadar kolay olabileceğini rüyasında görse hayra yormaz, sulara sellere anlatırdı akıp gitsin de bir şer çıkmasın diye Kutlu. Oysa ki onca senenin uykusuzlukları, karşılıksız bekleyişleri, kırgın hayalleriydi bu gün onu cesarete getiren, zoru kolay kılan.
"Baştan söyleyeyim," diyerek bedenini ayırdı erkeğinkinden aklına gelenle, duyguları sörf yaparken bedeninde ve ruhunda, "evlenme teklif edeceğin zaman benden bir şey bekleme. O işi tek başına halletmen gerek!"
Kocaman güldü adam başını geriye atarak ve bakışları buluştuğunda tekrar bakışlarıyla aşkının: "Hallederiz, güzelim!" dedi.
Sevdiğinin sevdiği olmak ne güzeldi!
****
"Hazır mısın?"
Bu soruyla hafifçe irkilen genç kadın üç yıl öncesinin anılarından koparak bulundukları ana hızla geri döndü: "Her zaman!" diye cevapladı gülümseyerek yerinden doğrulurken.
"Hadi gidelim, herkes bizi bekliyor." dedi adam bunun üzerine.
Kapıdan çıkmak üzereydiler ki durdu gelin ve: "Sen iyi becerdin bu evlilik meselesini!" dedi kıkırdayarak.
Damat bembeyaz gelinliği ile hayallerin ötesinde bir güzelliğe bürünmüş müstakbel karısının duvağını düzeltirken cevap verdi: "En iyisinden öğrendim!"
Sonra Deniz, Kutlu'nun elini tuttu ve birlikte geleceğe yürüdüler.
BİTTİ

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİMLE ÇIKAR MISIN?
Short Story"Neden başkalarına feda ediyorsun beni? Neden bu şansı ikimize tanımıyorsun? Neden benimle sen çıkmıyorsun?"