Yıkılışın ilk rüzgarı

1.7K 112 28
                                    

Umudunuzu her yitirdiğinizde gökyüzüne bakmanız yeterlidir. Avcunuzu açıp ellerinizi havaya kaldırdığınızda her şeyin yeniden doğabileceğini hissedersiniz. Bazen dibe gömülmüş tüm umutlar yüreğinizi paramparça edermişçesine küllerinden yeniden doğar. İşte o küller, bir gün hayalini kurduğunuz dostluğun, o sıcak kucağın kırıntılarından ibarettir. Biten bütün hikayeler gibi sizin hikayenizin de bitmesi için artık bir yerden yazmaya başlamanız gerekir. Sizi siz yapan kendi evreninizde kurduğunuz narin, kırılgan dünyanın ayrıntılarıdır. Geriye dönüp arkanızda kalan herkes için acı çekmek yerine önünüzde ki dramatik ilerleyen hikayenin küf kokusunu ciğerlerinizin en dibine çekmek daha cazip gelir. Bunları yalnız yaşamak genç yaşta ölmek demektir. Bel kısmınıza ve omuzlarınıza inen soğuk, gri yükü biriyle paylaşıp daha mavi bir hale getirmek istersiniz. İşte bu durumda insanlığın yaratmış olduğu, üzerine pek fazla düşünülmesi gerekmeyen kırılgan dostlukları inşa edersiniz. Ve geriye sadece içini doldurmak kalır.

Bu da herkesin, hepimizin yapması gereken şeydir. Çünkü herkes aynı gökyüzünün altında sever beraber yola çıktığı insanları.

"Umudun tükenmeden bir sigaramı daha iç çocuk. Seni gün doğumunda her şeyin başladığı sokakta bekliyor olacağım."

Elinizden tutup sizi sürükleyebileceği kadar sürükleyen ve bundan zerre korku duymayan insanlar kaybedilmemelidir. Kim olursa olsun elinden sıkıca tutulmalı ve geleceğe bir adım daha atarak hayat tehdit edilmelidir. Çünkü eğer gençliğinle ortalığı kavurmayacaksan hücrelerinin genç olmasının hiçbir anlamı yoktur.

"Bu gün burada parmaklarımızı yerden göğe değil Burak, gökten şehirin ışıklarına uzatmalıyız. Gün zaferin soğuktan morarmış, kanlı yumuşak dudaklarını öpme vaktidir."

***

Gökyüzünün her zaman ki maviliği yine tepedeydi. Sokağın köşesinde her akşam toplanan ve alabildiğince alkol alan bir grup insandan başka esnaflar ve oraya yanlışlıkla yolu düşmüş insanlar vardı. Zaten muhtemelen oraya bir kere giren bir daha girmek istemezdi. Oranın sahipleri olduğu o kadar belliydi ki köpekler bile oraya uğramıyordu. Esnaf dediysem de ciddiye almayın. Önden kıyafet dükkanı gibi gözükseler de kasalarının altında esrar veya benzeri mafyası olmayan uyuşturucuları satıyorlardı. Anlayacağınız pek temiz bir yer sayılmazdı.

Çıkmaz sokağın başında düzensiz yapılmış fosforlu yeşil ve kırmızıyla işlenmiş grafitinin önünde oradan buradan çırpma birkaç rahatsız yaylı koltuk vardı. Her akşam üstü gökyüzü lacivert olduğu sırada oraya gelen bir grup insan bu koltukların üzerine kurulur ve sefil ama hazcı hayatlarının devamının gelmemesi için her gün karaciğer enzimlerini alkolle öldürürlerdi. Tabii arada sırada orada uyuya kalan oluyordu.

Elinde sigarası eksik olmayan tabii bunun yanında hayalleri olmayan ve hayatla başa çıkmaya çalışmayan tipler sokağın en ucundan bile görünüyordu. İki kişi hariç...


***

Bora ve Burak sokağın ucundan ikinci el dükkanından yürüttükleri kulaklıklarıyla müzik dinleyerek girdiler. Köşe başında ki büfeye girip aynı anda "İki tane bomonti filitresiz lütfen!" dedikleri anda birbirlerine bakıp gülmeye başladılar. Bora biraları alırken alaycı bir gülüşle "Ben sana demiştim, birlikte fazla vakit geçiriyoruz artık arkadaş olmamalıyız" dedi.

Bora pek iyi gününde sayılmazdı. Bir an önce kafayı bulup sokağın sonunda ki koltukta yerini almak için sabırsızlanıyordu. Dün gece uykusunu alamamıştı. Evlerinde ki baskıcı ortam resmen "Bu evde yaşamamalısın!" diye bağırıyordu. Bu yüzden kendini sokaklara atmaya karar vermişti. Sokağa çıkmasının bir güzel yanı da asla yalnız olmamasıydı. İstediği yere işeyebiliyor, istediği gibi bağırabiliyordu. Yalnızlığı da sevgiyi de sokakların inişli çıkışlı aralarında hissediyordu. Kış aylarında zor olsa da kimse onu sokaklarda rahatsız etmiyordu.

Gökyüzü Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin