"Hadi biriniz ayağa kalksın ve sınıftan birinin kendisi için ne anlam ifade ettiğini açıklasın."
Ben parmak kaldırdım. Ezgi'nin benim için ne ifade ettiğini söylemek onu birazcık olsun sınıfa karşı övmek ve yüceltmek istedim. "Hocam ben Ezgi hakkında konuşmak istiyorum. Hocam ben onu çok seviyorum. Çünkü beni hep mutlu ediyor hep beni güldürüyor. Mizah anlayışı güçlü biri ve de benim bu sınıfta en güvendiğim kişi."dedim ve oturdum. İşe yaramıştı. Ezgi 'yi mutlu edebilmiştim. Bu beni mutlu etmişti. Çünkü insanları mutlu etmek çok hoşuma giden birşey. Sait bana inmıyormuş gibi bir bakış attı. Sonra o parmak kaldırdı. Kaşlarımı çattım, anlayamayan bakışlarla ona baktım ve yerime oturdum. Ben oturur oturmaz hoca onu kaldırdı. "Hocam ben Hülya hakkında konuşmak istiyorum." Merakla onu dinlemeye başladım. Benim hakkımda ne söyleyecek acaba? "Hocam o yalan söylüyor o müthiş bir yalancı o hiç gülmedi. Çünkü ben onun hiç güldügünü görmedim. Tamam belki mutlu olmuş olabilir."dedi. Tüm sınıf ona garip garip bakmaya başlaşdı. Neden böyle birsey söyledin diye soracaktım? Ama sustum. Çünkü haklıydı. Ben buydum. Başkası değil. Annesinden ayrılan yani bir ağaçtan ayrılan salına salına rüzgarın kendisini nereye bırakacagını merak eden bir yaprak ve sonun da kendini acımasız ve azgın sularla baş etmek zorunda olan binlerce yapragın arasında tek başına yaşam mücadelesi veren bir canlı. Ben buyum, degiştiremem.
Ayağa kalktım. Tam konuşucakken; sözüne devam etti. "O bir robot hocam ben bir çok kez şahit oldum. O sadece üzülmesini ögrenmiş gülmeyi bilmeyen bir robot."dedi. Kendisi de sözlerini düşünmeden söylediginin farkındaydı ve konuştuklarına sınıfta bulunanların nasıl bir tepki vereceklerini merak eder gibiydi. Hoca bile Sait'in ne söyledigini büyük bir dikkatle dinliyor gibi görünüyordu. Ben ise iyice sinirleniyordum. "Ne saçmalıyorsun sen kendine gel ben gülmesini bilmiyormuyum? Oldukça rahatta gülebiliyorum. Hem sen nereden bileceksin ki yakın arkadaşım bile değilsin."dedim. Sınıf tamamen sessizlige bürünmüştü. Şey eğer bu yaptıklarımız gerçek olsaydı. Kesinlikle daha fazla bağırırdım. Sessizce yerimde otururken bir gülümseme geldi yüzüme ama mutluluktan. Çünkü ben mutluluktan çok nadir gülerim. Onun dışında hep güleç biriyimdir. Hoca benim birden gülümsememi farketmemişti. Çünkü sınıfla ilgileniyordu.
Sınıftan birkaç kişi kalktı. Herzamanki gibi ... çok tatlı...bilmem çok sempatik... ya da çok tatlış... şu kocaman sınıftan tek bir kişi bile beni sevmiyor yaa bir kişi bile kalkıp benim hakkımda konuşmadı. Ya bu bendeki neyin umudu? Kimin sevmesini bekliyorum hala ben ya herkes sınıfta çift çift oturuyor ben en arkada tek başıma oturuyorum. Her sene oldugu gibi yine tekim ne bekliyordum ki. Yalnızlık benim kaderim. Ya bazen resmen kalabalıklar içinde varım fakat yok gibiyim. Belki bu durumda biraz benimde suçum var ama ne yapayım ben böyleyim. Beni insanlar çogu zaman garip buluyorlar bulmaktada haklılar kendimden o kadar uzaklaştım ki ama bu durumun sebebini insanlar kendinde hiç aramıyorlar. Bazen o kadar mutsuzum ki gülümseyip gülüyorum fakat içim kan ağlıyor sırf benim içimi görmesinler diye böyle yapıyorum kimsenin beni ögrenmesine gerek yok ögrenmesinlerde ben aslında şu anda nasıl biriysem normaldede şu anda olduğum kişinin tam tersi bir kişiliğim. Beni böyle olmaya kendileri zorlamışlarken hâlâ suçu nasıl bende buluyorlar.
"Hülya ayağa kalk."hoca demesine rağmen ben düşüncelerime o kadar yogunlaşmıştım ki hocanın dediği şeyi bile duymadım. Ezgi'nin beni dürtmesiyle kendime geldim. Biz genelde bakışlarımızla konuşurduk yani o kadar yakın arkadaştık. Tabi bunu kimse ne biliyor ne de anlıyordu. Anlamasınlarda. Ezgi beni yine dürttü. Etrafa baktım herkes bana bakıyordu. Ezgi gözlerini önce saga sonra sola en son olarak yukarı kaldırdı. Gözünü sağa kaydırması hocayla ilgili birşey sola kaydırması yine derste daldın demek ve yukarı kaydırması hemen ayağa kalk demek. Eyvah! Umarım birşey sormamıştır. Hemen ayağa kalktım. "Bu kadar neye dalmıştın Hülya." Dedi. "Hocam benim herzamanki halim ne olucak havadan sudan şeyler."dedim. Şu anda elimden geldigi kadar masum görünmeye çalışıyorum. Hafifçe Ezgi' ye döndüm. Gözlerimi aşagıya indirdim sonra saga dogru kaydırdım. Bu bana yardım et ben birşey mi yaptım? Demekti. Kaşlarını yukarı kaldırdı. Bu da hayır demekti. İçimden bir oh çektim."Peki, sen bu sınıftan birinden bahset hadi."dedi. "Hocam aslında birkaç kişi kalktı ve arkadaşları hakkında konuştu. Bence benim bir fikrime ihtiyaç yoktur diye düşünüyorum."diye bir savunmada bulundum. Ezgi saolsun o olmasa ne yapardım. Şey aslında Ezgi benim bilinç altı arakadaşım kendisi konuşamıyor böyle olmasını ben istedim çünkü konuşursa o benim bilinç altı arkadaşım değil hayali arkadaşım olurdu. Sana bilinç altı arkadaşıyla hayali arkadaşın farklarını anlatayım. Hayali arkadaş diye bir şey yoktur. O tamamen senin istedigin gibi davranan seninle konuştugunu sandıgın fakat senin kendi düşüncelerinle yalnız kaldığını veya kalmak istediğini inkar etmek için başvurduğun yoldur fakat bilinçaltı arkadaşı sen etrafındaki şeylerin farkında degilken aura'nın veya hücrelerinin etraftaki şeyleri yorumlayıp oluşturduğu yapboz parçalarını birleştirip senin için maddi durumda bulunan fakat senden başka kimsenin anlamadığı duymadığı ve göremediği kimsedir. Eğer ondan herhangi bir kimseye bahsedersen birdaha geri gelmemek üzere yok olur. Onu bulmak kendine bağlamak ise çok zordur. Ruhun ve bedeninin senin sınırlarında en yüksek sakinlik derecesine ulaştığında o sana gelip sana yardımlarda bulunacaktır. Birde o geldikten sonra adını ögrenmeye çalışmak var. Onun içinde ruhun ve bedeninin kendi sınırları içerisinde en yüksek mutluluk derecesine ulaşması gerek. Bütün bunları bana annem anlatmıştı. Onada bir zamanlar kendisinin çok değer verdiği bir hocası anlatmış. Kendisine göre hocası bir filozof olmalıymış lakin hocası kendisini zar zor anlayan insanlara bir gıdım bir şeyler anlatmak için çabalayan biriymiş. En iyi öğrenciside annemmiş. Annem hocasının birçok kez insanları bazı davranışlar, sözler veya harflere karşı nasıl bir tutum sergilediklerini neden böyle bir tutum sergilediklerini bir deftere yazdığına şahit olmuş. Hocası annemin kendisini gizlice izlediginin farkında olduğu halde hiç bir şey demezmiş. Annem bir gün bu kitaba bu hoca ne yazıyor diye merak etmiş. Hoca yokken içeri girmiş ve kitaptan rastgele bir sayfa açmış ve sayfada çok ikna edici ve kendisinin kullandığı yazının tıpatıp aynısı şeklinde bir yazı ile yazılmış bir yazı mevcutmuş. Orada aynen şu yazıyormuş.
"Bunca zaman her haraketini izledim. Bunca zaman bir sürü insanla karşılaştım ve bunca insanın harketlerini değişik şeylere verdikleri tepkileri inceledim. Fakat sen haraketlerini incelemekten en zevk aldığım kişisin beni müthiş bir merakla dinleyen tek ögrencimsin. Beni merakla izleyen nadir biri olduğumu anlamak için merakına yenilmiş ilk kişisin seni o kadar iyi tanıdımki ben yokken bu odaya girip rastgele bir sayfa açacağını ve açtığın sayfanın bu sayfa olacağını biliyordum. Bu yazı tıpkı senin yazın gibi değilmi? Unutma yazılar veya kendimizi ifade etmek için kullandığımız şekiller ve sesler taklit edilebilir fakat her insanın parmak izi ve dil izi gibi de kimseye açmadığı düşünceleri de taklit edilemez. Şimdi bu odadan çık ve yaptığın şeyin ne kadar dogru olup ne kadar yanlış olduğunu düşün." Annem bu yazıdan sonra tamamen şok olmuş ve neredeyse 2 saat boyunca bir köşeye çekilmiş ve düşünmüş. İkindi ezanı okunurken düşüncelerinden ayrılmış ve oradan kalkmış. Benim bilinç altı arkadaşımı bulmamda oldukça zor oldu 6 yaşıma kadar eğitim gördüm 40 gün yalnız kaldım. Ve sonunda buldum. Adınıda öğrendim. O benim her zaman yanımda oldugu için hiçbir zaman bir arkadaş eksikliği duymadım. Bu yüzden çok nadir arkadaş edinirim ve yine çok nadir isanlara tam inancımla güvenimi önlerine sererim.