Hayriye babasının yanında dalgın dalgın oturuyor, düğümlenen boğazından lokma geçmiyordu. Babası Kerim Ağa " Ne bakıyon dana gibi gıss" diye bağırınca kendine geldi. "Heç bubaa" deyip babasının tasına ayran doldurdu. Kerim Ağa ağzını yamultarak "Gene o Kemal denen zırtapozu mu düşünüp durun" diye gerinerek kalktı sofradan. Hayriye başını eğerek sessizce yere baktı. Kerim Ağa " Hayırsız gızım o, ondan sana yar olmaz. Çoktan seni unudup bi şeher garısı bulmuştur" dedikten sonra yaktı sigarasını.
Anası 3 sene evvel ölen Hayriye, babası ile başbaşa kalmıştı. Kerim Ağa servetinin büyük kısmını rakı sofralarında kaybetmiş, çapulculara kaptırmıştı. Gözden düşmüş, ağa yerine koyulmaz olmuştu. Herkes Pala Zülfü'ye itaat ediyordu artık.
Kemal bir ev parası kazanmak için gitmişti Istanbul'a bir sene önce. Her hafta mektup yazardı Hayriye'ye. Son mektubunda "Az kaldı gülüm az kaldı. " diyordu. Yakında gelip köy kahvesinde bir düğün yapıp iki göz bir eve yerleseceklerdi. Hayriye her gece yatağına girdiğinde "Gel artık Kemal gel, adı batsın bu yokluğun yoksulluğun" diye diye ağlıyor. Yastığı sırılsıklam olana kadar ağlıyordu. Rüyasında onu görmek, sarılmak umuduyla dalıyordu uykuya. Emin olduğu bir şey de şuydu ki Kemal'in gözü ondan başka bir kadına bakmazdı.