LOOK AFTER YOU (Tek Bölümlük)

5.1K 206 76
                                    

** Doncaster - 2010

"Louis!" diye seslendim çamurlu botlarım ile yanına koşarken. Karanlığa rağmen hala görebildiğim mavi gözleri, kısılarak etrafa bakındı. "Lisa, sen misin?" Kafamı 'evet' anlamında salladığımda beni görmediği aklıma gelmişti. "Evet." dedim yanına vardığımda. "Evet Louis, benim." Yüzüne vuran ay ışığı sayesinde gülümsediğini fark edebilmiştim. Ben de onu taklit eder şekilde gülümseyerek kollarımı boynuna doladım. "Bunu yapabilecek miyiz gerçekten?" dedim ondan ayrıldığımda. "Evet Lisa. Yapabileceğiz."

"Ben X-Factor'ü kazandığımda da beraber Londra'ya yerleşeğiz. Belki her zaman hayal ettiğin gibi bir 'LL CAFE' açarız." Louis saçlarımla oynarken bana küçük Doncaster kasabasından kaçtığımızda yapacaklarımızı anlatıyordu. Dediklerine gülümsedim. Çimlerin üzerinde yatan bedenimi oynattığımda dizindeki başım da hareket etmişti. Elimde oynadığım papatyayı çime bırakıp Louis'ye döndüm. "Korkuyorum." Yüzünü bana çevirdiğinde gözlerindeki şefkati görebiliyordum. "Seni korkutan ne Lisa?" "Louis sen 18 yaşındasın. Ama ben 16'yım." dedim bu çok kötü bir şeymiş gibi. "Bunun neresi seni korkutuyor Lisa?" "Bilmiyorum. Galiba beni bırakmandan korkuyorum. Beni yalnız bırakman ve tek başıma olmaktan korkuyorum." Doğrulduğumda bana gülümseyen gözlerini gökyüzüne çevirdi. "Şurdaki yıldızı görüyor musun Lisa?" dedi neredeyse en parlak yıldızı işaret ederken. "O yıldız sönünceye dek seni bırakmayacağım."

Kollarımı her zamanki gibi boynuna doladığımda nane&tarçın kokusunu içime çektim. Ona sarılı kollarım arasından başımı oynatarak kulak hizasına getirdim. "Bana şarkı söyler misin BooBear?" Kulağımın yakınlarından gelen rahatlatıcı sesine kendimi teslim ettim. Oooh oooh, be my baby. Oooh oooh, I'll look after you. (Oooh oooh, bebeğim ol. Oooh oooh, sana bakacağım.)

** Londra - 2012

Cupcakelerin olduğu tezgahta elimi gezdirirken arkadan gelen sesle durdum. "Raymons. Mutfağa gel." Bana soy adımla seslenilmesinin verdiği huzursuzlukla arkamı dönüp, beni çağıran Cafe sahibimizin yanına ilerledim. "Efendim Bayan Watts?" Her zaman taktığı nişan yüzüğüyle oynarken gözleriyle tezgahı işaret etti. "Bu akşam dışarıya cupcake arabasıyla çıkıp satış yapmanı istiyorum." "Ama bugün Noel." "Evet. Herkes sokaklarda. En çok satış yapacağımız zaman." gülümseyerek kurduğu cümleye devam etti. "Hem bunu yaptığın için sana ek ödeme yapacağız." Patronuma karşı gelemeyeceğim hakkında içimden bilmem kaçıncı kez söylendikten sonra Bayan Watts'ı başımla onaylayıp, cupcake satışı yapacağım hakkında bir şeyler mırıldandım.

"Demek sadece sen ve ben kaldık" dedim cupcake arabasına. Bana cevap vereceğini düşünerek bir süre bekledikten sonra doğrulup Cafe'nin açık tabelasını diğer tarafa çevirdim. Cupcake arabasını Trafalgar Meydanı'na kadar sürüklediğimde etraftaki insanları izlemeye başladım. Ara sıra yanıma gelen küçük çocuklara satış yaptıktan sonra mani kutusunu elime aldım. 'Cupcake manileri' diye gülümserken kendime bir mani çektim.

'Noel mavisi, kaybettiklerini getircek sana.'

"Noel mavisi" dedim gülerek. "Noelin rengini kırmızı ve yeşil sanardım." Cupcake mani'mi kenara koyduğumda satış arabasına yaslandım. Bundan sonra kesinlikle mani'leri Frank'e yazdırmamalıyız diye geçirdim içimden. Ne olursa olsun.

Yere düştüğümde aniden inledim. "Lanet olsun!" Cupcake arabası kiloma küfredercesine kaymış ve yol boyunca sürükleniyordu. Yerden kalkıp peşinden koşmaya başladım. Fakat onun aksine benim tekerlerim olmadığı için aramızdaki mesafe gittikçe artıyordu. Ta ki araba büyük bir cüsseye çarpıp durana kadar. Çarptığı kişinin yere yapıştığını gördüğüm an bir küfür savurup yanına koştum. "Sen iyi misin?" Yerdeki sarı saçlı çocuk neredeyse bacağına düşmüş olan cupcake arabasını göstererek "Sence?" diye sızlandı İrlanda aksanıyla. "Ben çok özür dilerim." Arabayı bacağından kaldırdığımda devam ettim. "Bilerek olmadı." Sakarlığımın başıma açtıklarını bana hatırlatmak için Tanrı tarafından bana yollanmış çocuk gözlerini bana çevirdi. O ana kadar hiç bu renkte bir göz görmemiştim. Hem mavinin en açık tonu, hem de mavinin en koyu tonu olan. Aslına bakarsanız daha  önce böyle bir renk görmemiştim. Gözlerinin etkisinin altından çıktığımda elimi uzattım. "Kalkmana yardım edeyim." Elini bana uzatarak kalktığında sol bacağının üstünde inleyerek yere tekrar düştü. "Bacağım çok ağrıyor" Yapabileceklerimi kısa bir süre içinde gözden geçirdikten sonra hızla ona döndüm. "Arayabileceğimiz biri var mı? Seni burdan alması için." Bu soruyu sorarken içimden 'evet' demesi için Tanrı'ya kaç kez yalvardığımı inanın hatırlamıyorum. "Hayır." Yüzümü buruşturduğumda devam etti. "Aslında evet, var. Ama gelemezler." "Neden?" diye ciyakladım merakıma yenik düşüp. "Çünkü şu an bir partideler." Bacağını tutup bana döndü. "Aslında benim de olmam gerekirdi." Kendimi suçlu hissetme seansımı sonraya saklayarak başka çözüm yolları türetmeye çalıştım. "Peki bu parti nerde?" "Çok uzakta değil. Aslında senin cupcake araban bacağımı ezmeden önce oraya gidiyordum." O sinirini boşaltırken derin bir nefes aldım. "Seni yerden kaldırcam ve partiye kadar beraber gideceğiz. Anlaşıldı mı?" Sanki ona atomu parçaladığımı söylemişim gibi Tanrı hediyesi mavi gözlerini bana hayranlıkla çevirdi. Gülümseyip kalkmasına yardım ettim.

LOOK AFTER YOU (Tek Bölümlük)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin