1

28 1 0
                                    

Hayatımız olağan mucizelerle doluydu. Bir sokaktan geçerken ayağımıza takılan taş gün gelip bizim mucizemiz olabilirdi. Hiç değilse benim olağan mucizelerimden biri buydu. Günün birinde İstanbul'un en gözde caddelerinden birinde hüngür hüngür ağlarken ayağım bir taşa takılmış ve İbrahim Bey'in ayaklarının dibine düşmüştüm. İbrahim Bey, seksen yaşlarında tonton bir amcaydı ve bugün yaşadığım hayatın mimarlarındandı.

İbrahim Bey'in önüne düştüğüm gün üniversite sınav sonuçları açıklanmıştı. Lise mezunu olduktan sonra iki yıl boyunca aynı sınava girmiş, üçüncü girişimde ise gerçekten dibe çakılmıştım. Artık kurduğum hayallerin bir önemi yoktu çünkü istediğim alanın sınavı geçersiz sayılmıştı. Şimdi düşününce bana bile gereksiz gelen bu teferruatlar bir dönem hayatımın amacıydı. Çünkü bir diğer mucizelerim benden uzaktaydı. Hale ve Ali, benim can dostlarım.

Hale, sınava girdiği ikinci yılda İzmir'de hayalimiz olan vakıf üniversitesinin tıp fakültesini tam burslu kazanmış İzmir'e taşınmıştı. Ali zaten lise biter bitmez İzmir'e gitmiş, orada bir spor salonunda işe başlamıştı. Ali'nin üniversite okumak gibi bir isteği hiç olmamıştı ama Hale ve ben o tıp fakültesinde okumayı köpek gibi istemiştik. İstemiştik diyorum çünkü kazanamadığım her yıl kendime olan inancım biraz daha körelmiş, en sonunda da vazgeçmiştim.

İbrahim Bey, Hale ile hayalimiz olan o vakıf üniversitesinin kurucularındandı. O günden sonra benim çeşitli eğitim koçları ile görüşmemi sağlamış geleceğim için en iyisi neyse onun olmasını istemişti. Sonunda ise yıllarca hayalini kurup kapısından bile giremediğim üniversitenin Yönetim Bilimleri bölümünün öğrencilerinden olmuştum. Tıp isteyen biriyken ne ara yönetici olmaya karar verdim bende bilmiyordum ama uygulanan testlerin sonucuna ve kişilik özelliklerime göre bu bölüme daha uygun olduğuma karar vermiştik. İbrahim Bey'in tüm bu iyiliklerinin karşılığı olarak da bu gece buradaydım. Bugün ocak ayının yirmi üçüncü gecesiydi ve üniversitenin bağlı bulunduğu vakfın bağış gecesi vardı. Ben ve arkadaşlarım öğrencilikten kalan tüm zamanları bu vakıfta çalışarak geçiriyorduk.

Benim için ayrılan odada konuşma metnini incelerken saatin ne kadar ilerlediğini fark edip giyinmek için elbisemin olduğu alana gittim. Günlerce bu organizasyon için tek başıma çalışmış, nihayetinde çok da güzel bir iş çıkarmıştım fakat kendime ayıracak zamanım olmadığından elbise, maske ve ayakkabı işini Hale'nin üzerine yıkmıştım. Ayakkabı ve maske oldukça hoştu fakat elbise konusunda pek umutlu değildim. Hale ne kadar teşhirciyse ben o kadar muhafazakardım. Bedenimi herkese sergilemeyi sevmezdim. Hale'nin beni mahcup etmeyeceğini düşünerek elbiseyi bulunduğu kılıftan çıkardım. Kılıfın içinden siyah düz bir elbise çıkmıştı. Elbisenin derin sırt ve bacak dekoltesini gördüğümde ise Hale'yi atılmak üzere olduğumuz yurdun bodrumuna gömmeye karar vermiştim. Tanrım, asla bunu giyemezdim! Giymemeliydim. Bu elbise fazla kadınsıydı. Bel oyuğuna kadar inen o dekolte ve muhtemelen kasığıma kadar açık kalacak sol bacağım benim için çok fazlaydı.


Herkesin kendiyle ilgili sırları vardı. Benim sırrım ise kadınlığımdı. Kendimi kadın kadın hissettiğim bir gecenin sonunda nerede ve ne halde olacağımı kestiremiyordum. Bu sebeple yıllar boyu bunu gizlemeye, içimdeki kadını dizginlemeye çalışmıştım. Hayır, doğrusu içimdeki kadının tutkularını gizlemek olmalıydı. Her kadında böyle miydi bilmiyorum ama ben sanki biraz daha tutkuluydum. Daha küçücükken kendime dokunmaya başlayıp bundan zevk alacak kadar!

Korkunun ecele faydası yoktu, birgün kontrolümü kaybedeceğimi biliyordum fakat o; bugün, bu elbise yüzünden olmamalıydı. Hale'nin komite zamanıydı o yüzden yanımda değildi fakat Ali, bu gecenin kurtarıcısı olabilirdi. Sahneye çıkmama kalan on beş dakikayı fark ettiğimde telefonumu alıp hızlıca Ali'yi aradım. Eğer bir elbise getirebilirse her şey benim için daha kolay olurdu. Her zamanki gibi ilk çalışta açılan telefon yersizce tebessüm etmeme sebep oldu.

Yirmi Üçüncü GeceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin