Uyandığında serin bir mağaradaydı.Rütubetten olsa gerek hoş olmayan bir koku vardı.Uzaktaki küçük bir delikten yansıyan ışık içeride loş bir ortam oluşturmuştu.Yerin sertliği belini acıtacak düzeyde fazlaydı.Susuzluktan damağı kupkuru bir hale gelmişti,dili ile rengi sönmüş çatlak dudaklarını ıslattı ve doğruldu.Neler olduğunun farkında olmaması onu meraklandıştı.Derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalktı.Bütün bedeni kaskatı kesilmiş,yerdeki kayadan bir farkı kalmamıştı.Zorlansada adım atmaya mecburdu.Kenardaki duvar görevi gören kayadan tutunarak ışığa doğru ilerlemeye başladı.Kaya ıslaktı.Islanan elini ağzına götürdü ve diliyle tadına baktı,normal suydu,sadece biraz fazla tuzluydu.Işığa yaklaştıkça delik dahada büyüyordu.Uyanmadan yaşadıkları aklına geliyordu.En son İstanbul da labaratuvardaydı.Zaman makinesinin denemelerini yapıyorlardı.O ve Fred makinenin son eksiklerini yapıp ilk denemeyi yapmışlardı.Yoksa makine çalışmış mıydı ? Hayır , dedi kendi kendine bu olanaksızdı.Çevresindekiler onlara deli,manyak,boş adam gibi laflarla hitap ettiği için sinirlenip bu projeye başlamıştı.20 yılın emeği yoksa gerçek mi olmuştu,diye aklından geçiriyordu.Mağaranın giriş kısmına gelmişti,yoğun ışık gözlerinin tahriş olmasına sebep olsada fazla sürmedi.Etrafa baktığında herşeyi anlamıştı.Koyu yeşil ağaçlar bulunduğu tepeden küçük görünüyordu,burası büyük ihtimalle Belgrat ormanıydı.Tepenin aşağısında berrrak renkte akan bir ırmak,gökyüzünde tek tük bulutlar vardı.Hava serindi ve o üşüyordu çünkü çıplaktı.Sesli bir şekilde,
-Sersemlerin beni getirdiği yere bak
,kesin uyuyakaldım,bu nasıl şaka böyle,nerede bu Fred,Fred diye bağırdı.Birkaç saniye sonra karşı tepeden cevap geldi.Fred,Fred,Fred.Gittikçe zayıflayan ses dalgası sonunda ortadan kayboldu.Aşağıya baktığında bir ırmak gördü.Eğimli tepeden ağır adımlarla aşağıya indi.Suya yaklaştıkça ses giderek artıyor,susuzluğunu inanılmaz bir düzeye taşıyordu.Eli ile suyu kontrol etti.Gayet soğuktu.Birden durdu.Belgrat ormanında bayağı gezmişliğim var ama hiç böyle bir yer hatırlamıyorum,diye düşündü.Daha fazla dayanamadı,ellerini birleştirdi ve buz gibi suya daldırdı.Bir avuç dolusu suyu içtikten sonra tekrar ellerini suya daldırdı.Hiç bu kadar lezzetli ve ferahlatıcı su içmemişti.İçtikçe boğazları açılıyor,naneli şeker etkisi yaratıyordu.Karnı dolana kadar içtikten sonra ayağa kalktı.Irmak tepeden aşağıya doğru akıyordu.Belgeselleri hatırladı,adam ırmağı takip ederek denizi ve şehri buluyordu.Yönünü belirledi ve ayağına batan taşlara aldırmadan yürüdü.İlerledikçe hava ısınıyordu.Güneş tam tepedeydi,muhtemelen saat öğlen civarlarındaydı.Dağların eteklerinde inanılmaz boyutlarda ağaçlar,sarmaşıklar,renkli çiçekler vardı.Fred hala ortalıkta yoktu.Bunu düşündükçe ona karşı nefreti artıyordu.Onu bulduğu yerde dövecekti.Adımlarını hızlandırdı,zemindeki taşlar yerini orta boy otlara bırakmıştı.Irmakta birşey zıpladı,ardından suya daldı.Bu onun dikkatini çekti ve durdu.Dikkatli baktığında uzun ve iri balıklar sudan zıplayarak aşağı yönde ilerliyorlardı.Onların ızgara halini düşündü.Kızarmış,bol etli,mis kokulu ,tereyağında alabalık aklına geldikçe acıkan karnı ağrıyordu.Etrafta yenecek hiçbirşey yoktu.Yoluna devam etmeye karar verdi ve adımlarını serileştirdi.Etrafta çok güzel kokular vardı.Bu kokular Karadenizde bulunan ağaçların kokularına benziyordu.İlkbaharda,sıcak hava dolu rüzgarın akasya ağaçlarına çarpmasıyla oluşan mis koku,neredeyse aynıydılar.Irmak dahada derinleşmeye başlamıştı.Yürüdüğü yolun havzasıda genişliyorudu.İlerideki bir ağaçta hareketlilik gördü.Fred miydi o ? Hayır ,kim bu diye düşündü.Ağaçta üzerinde turuncu bir elbise olan sakallı bir adam vardı.Ağacın dallarını elindeki balta ile kesiyordu.Kestiği dalları belirli bir noktaya atıyordu,bir yığın oluşturmuştu.Daha yakından bakmak için tam adımını atmıştıki olduğu alan birden karardı.Karanlık hareket ediyordu.Bu bir gölgeydi.Mehmet kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında kendini boşlukta hissetti.Uzun kanatlarını yelken gibi iki yana açmış,yaklaşık 5 metreden fazla uzunlukta ,sivri kafalı bir dinazor havada uçuyordu.Bu bir teruzordu.Geldiği zaman dilimindeki insanlar onun sadece müzedeki kemiklerini görmüştü ama mehmet şuanda canlı bir şekilde havada uçanını görmekteydi.Dinozor biraz daha uçtuktan sonra alçaldı ve kusursuz bir inişle tepenin başına kondu.Kanatlarını ön ayaklakları olarak kullandı,kafasını gökyüzüne uzattı,ağzını sonuna kadar açarak avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.Bu vahşi bir haykırışa benzemiyoru ,bu bir annenin feryadına benziyordu.Mehmet olanlara inanamıyordu.Elleriyle gözlerini ovuşturup tekrar baktı,hala oradaydı bu görkemli varlık.Sonunda susmuştu,çünkü bir sebebi vardı.Göğün diğer tarafından ondan biraz daha iri ama rengi daha koyu olanı geliyordi.Tepedeki kafasını Mehmete çevirmiş garip gözlerle seyre dalmıştı.Mehmet bunu farketti ve hızlıca ormana doğru koşmaya başladı.Arkasına bakmadan koşuyordu,nefes alıp verişini rahatlıkla duyuyordu.Göğüs kafesine hayret ediyordu koşarken,nasıl oluyorda bu kadar hızlı ileri geri hareket edebiliyordu.Ormanın başladığı alana gelip kendini yere attı.Şuana kadar aklına gelen tehlikeler uçan dinozor,yılan ve yakan ısırgan otlarıydı,bunların haricinde ne olabileceği hayal gücünü zorluyordu.Diğer teruzorda gelip tepedekinin yanına kondu.Güneşin vuran ışıklarıyla beraber mozaik taşa benzeyen derileri parlıyordu.Kırmızı sırtları ve mavi tüyleri muntazam bir görüntü oluşturuyordu.Ünlü bir ressamın milyardolarlık tablosuna bakarmış gibi onları seyrediyordu Mehmet.Mehmet bir mucitti.İlkokul ve lise hayatını Ordu da,üniversiteyi ise İstanbul da okumuştu.Daha doğrusu 1 yıl okuyabilmişti üniversiteyi.Yıl sonunda o yılki faaliyetlerini gözden geçirip onu psikiyatriste sevk etmişlerdi.Mezun olduğunda yapacakların nelerdir sorusuna ,geçmişe gidebilen bir zaman makinesi diye defalarca cevap vermişti.Ona bunun hayal bile sayılmadığını imkansızlığın eş anlamk olduğunu söylemişlerdi ama o hiç kulak asmamıştı.İş çığırıdan çıkacak noktaya geldiğinde de onu üniversiteden atmışlardı.Kendi kafasından biri olan Fred ile çalışmaya başlamıştı.Fred onu en iyi dostu,iş arkadaşı ,hayattaki sahip olduğu tek arkadaşıydı.Onunla Avusturyada düzenlenen bir bilim fuarında tanışmıştı.Ona hayallerinden bahsetmiş,kendi labaratuvarının resimlerini göstermişti.Fred de onun ortaklık teklifini kabul edip onunla İstanbula gelmişti.Bu olay 2000 senesindeydi.2020 ye kadar yani bir önceki zaman dilimindeki tarih olan 17/06/2020 saat 05.30 a kadardı.Projeleri tamamlanmıştı.Makine onları kıtaların pangea olduğu yani en uzak mesafenin gemi ile 2 gün olduğu bir zaman dilimine göndermişti.
Ağaçtaki adamın ormana bağırmasıyla dikkati dağılmıştı.Yoksa onu fark mı etmişlerdi ?diye düşündüğü için kafasını iyice eğdi ve adamı izlemeye başladı.Seslendiği taraftan uzun boylu bir genç koşarak onun yanına geldi,anlamadığı dilden konuştular daha sonra genç odunları sırtına yükleyip çekmeye başladı.Adam ağaçtan indi,ırmağa gidip soğuk suyla yüzünü yıkadı ve gencin gittiği yöne yürüdü.Onların uzaklaştığını gören Mehmet saklandığü yerden açığa çıktı.Görünmemek için ormanın biraz daha içlerine sokuldu.Aradaki farkı açmadan onlarla beraber aynı yöne yürüyordu.Ağaçların budandığını farketti.Yol boyunca birçok ağacın dalları kesilmişti.Bazı sesler işitti,sesler giderek artıyordu.Bunlar çok tanıdık seslerdi.Bunlar insan sesleriydi.Bir adam bağırarak bir şeyler söylüyordu fakat Mehmet hiçbirşey anlamıyordu.Dillleri farklıydı.Ağaçlar seyrekleştiği yerdr Mehmet durdu.İleride açık dikdörtgen bir arazi vardı.Hemen kalın bir ağaç gövdesini arkasına saklandı.Kafasının birazını uzatıp etrafı seyre koyuldu.Çok sayıda farklı boyutlarda ahşap kulubeler vardı.İnsanların boyları aşırı uzundu.En kısaları 1.90 civarıydı.Kadınlar tarlalarda birşeyler ekiyorlardı.Orta alanda masaya benzer kayanın üstünde bir adam odunları elindeki bıçakla yontuyordu.Ormanda gördüğü genç odunları adamın yanına bıraktı ve oradan ayrıldı.Çıplak bir halde aralarına giremeyeceği için kulubelerin etrafına baktı.Ona yakın mesafede bulunan bir kulubenin arkasında asılı duran turuncu renkli bir nesne vardı.Çevreyi iyicr kolaçan ettikten sonra çevik bir hareketle olduğu yerden fırladı.Asılı duran nesneyi alıp hemen ağacın arkasına saklandı.Nefes nefese kalmıştı.İçine kurt düşmüştü, ya onu gördülerse ? Kurdu öldürmek için etrafa baktı ,şun için tehlikeli bir şey görünmüyordu.Kıyafet hayvan kürküne benziyordu,turuncuya boyanmış bir kürk.Kalın ve nemliydi.Büyük ihtimalle yıkayıl astılar diye düşündü.Islaklığına aldırmadan kürkü giydi.Hiçte fena değildi.Ağaca dayanıp yerleşkeye kafasını çevirdi.Çogu insan tarlalarda çalışıyordu.Her kulubenin yananında bir tarla vardı.Erkek çocuklar tahtadan kılıçla antreman yapıyorlar,büyükler taştan bir alanda çalışıyorlardı.Bazıları demir dövüyor ,bazılarıda odun ve kömürle ateşi arttırıyordu.Birden dayandığı ağaç sallandı.Arkasına,sağına, soluna teker teker baktı, ama kimseyi bulamadı.En son kafasını havaya kaldırdı.Elinde uzun bir boruyu ona doğru tutan ,lacivert kıyafetli,gözlerinin altna lavivert boya sürülmüş bir adam kararlı gözlerle ona bakıyordu.Mehmet yanlış bir şey yaptığını anladı.Teslim olduğunu belli etmek için ellerini havaya kaldıracakken daha ilk hareketinde ağaçtaki adam boruya bütün nefesiyle üfledi.Tiz bir sesin eşliğinde borudan çıkan küçük ok Mehmetin karnına saplandı.İlk başta küçük bir sızı hissetti,ardından kuvvetli bir yanmaya dönüştü.Sonra adam ve ağaçlar dönmeye başladı.Yavaş yavaş etraf kararıyordu.Renkler yok oldu,göz kapakları ağırlaştı ve en sonunda uyuşturucu iğneye yenik düşerek kapandı.Artık hiçbirşey duymuyor,görmüyor ve hissetmiyordu.Bu baygınlığın verdiği rahatlıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Çağ
Fantasyİnsanlık tarihinin bilinmeyen yılları,savaşlar,mucizeler,entrikalar...