Bugün yeni taşındığım apartmanda karşı komşum olduğunu biraz geç de olsa öğrendiğim Gül hanım'la tanıştım. Malum evden sabah çıkıp, akşam döndüğüm için henüz apartmandakilerle sosyalleşip tanışacak kadar vaktim olmadı. Gül hanım oldukça güler yüzlü ve cana yakın bir bayan. Eşiylede bir kaç kez karşılaşmıştık. Yeni evlenmişler ve Semih adında iki yaşında afacan bir erkek çocukları var. Küçük ve mutlu bir aile oldukları her hallerinden belli oluyor.Apartmanda benim dışında bekar kimse yok zaten. İlk başta her ne kadar beni yadırgasalarda sanırım tanıdıkça bu ön yargılarını yıkacaklardır diye düşünüyorum. Bunun dışında oldukça sevimli bir apartman diyebilirim. Biraz eski bir bina da olsa çok güzel bir bahçesi var. Ön tarafında bulunan bahçe duvarları sarmaşıklarla çevrili ve ne zaman görsem bu sarmaşıkları bana hep sanki birbirine sımsıkı sarılmış sevgilileri hatırlatıyor. Ayrıca arka bahçesinde koskocaman bir papatya ordusuda var diyebilirim. Bu şirin ve sevimli apartmanda güzel ve huzurlu günler geçireceğimi umut ediyorum...Çünkü İstanbulun her yerinde güzel hatıralarım olsun istiyorum bu apartmanda neden onlardan biri olmasın...
Bu sabah yine her zaman ki gibi okula gitmek üzere evden çıkarken apartmanın bahçesinden bir çocuk ağlaması duydum. Sonra aşağıdan gelen sesin dozajı giderek yükselmeye başladı. Bu öyle bir feryattı ki sanki çocuğun etinden et kopartıyorladı. Hemen hızla kapıyı kilitleyip sesin geldiği yere doğru koşar adımlarla yürüdüm. Ses apartmanın bahçesinden geliyordu. Kapıdan bahçeye doğru başımı uzattığımda az önce duyduğum sesin Gül hanımın afacan oğlu Semihden geldiğini gördüm. Küçük Semih iki bacağın yere uzatmış, kafası önde, oturduğu yerde avaz avaz bağırarak ağlıyordu. Meğer çok sevdiği oyuncak arabası kırılmış, ağlamasının tek sebebi buymuş. Ve o kadar içten ve canı yanmışcasına ağlıyordu ki, o an onu öyle ağlarken görünce içim bir tuhaf oldu...Kötü hissettim kendimi...Hemen küçük Semihi kucağıma alıp teselli etmeye çalıştım...
''Ağlama be çocuk oyuncağım kırıldı diye, yarın büyüdüğünde kalbini paramparça edecekler o zaman ne yapacaksın ...''
Yavaş yavaş okula alışmaya başladım, hatta son günlerde okula gideceğim anı iple çekmeye başladım bile diyebilirim. Hatta bu öyle bir duygu ki; okuldan uzak olduğum anlarda zaman bir çırpıda geçsin istiyorum. Çünkü okul Kayrayı görebildiğim tek yer ve onu beş dakika görebilmek bile dünyalara bedel. Galiba bunun adına aşk diyorlar daha önce de birkaç kez gelmişti başıma. Tabi bunun içine sonu hüsranla biten bir kaç hayal kırıklığını da katabiliriz. Yani aşklar ne kadar gerçekse ayrılıklarda bir o kadar hayatımızda var. Keşke olmasaydılar ama keşkelerlede bir ömür geçirilmeyeceğini çok iyi öğrendim. Bu yüzden keşke demeyi bırakalı çok uzun zaman oldu. Yani artık eskisi gibi pişman olacağım şeyler yapmıyorum yada yapmadığım için pişmanlık duyacağım şeyler yaşamamaya gayret ediyorum. İşte insan her şeye zamanla alışıyor. Zaman bazen en güzel ilaç olduğu gibi, bazen de en sinsi düşman olabiliyor. Çünkü zaman bazı acıları unutmamızı sağlarken, bir taraftan da bazı pişmanlıklarımızı sinsice silebiliyor hafızamızdan ve biz maalesef daha önce yaşadığımız pişmanlıkları terarlarken buluyoruz kendimizi..
Okullar açılalı bugün tam üç hafta oldu. Zamanla bu şehre alışacağımı düşünüyorum lakin insan beklentilerini ne kadar düşük tutarsa alışmasıda bir o kadar kolay olur demişti İstanbula gelmenden önce babam bana...O sözü anımsadım şimdi.. Belki de benim bir düş kırıklığına uğramamı istemediği için böyle söylemişti.. Ama ben asla böyle bir hayat sürdürmeyi düşünüyorum.. Çünkü büyük hayallerle geldiğim bu şehirde küçük umutlarla yaşamak istemiyorum. Bu yüzden hayallerim ve ben bundan sonra daha çok sırt sırta yürüyeceğiz İstanbulda... Günlerim belli bir rutin içinde okula gidip gelmekle geçiyor..Hayatımda şu an için belki de rutin olmayan tek şey Kayra'nın varlığı.. Onun dışında zaten pek de ilgimi çekmiyor yaşadıklarım.. Zaten insan aşık olduğu zaman, aşık olduğu insan dışında geri kalan şeyler pek de umurunda olmuyor..
(ON BİR EKİM SABAHI.. )
Uzun zamandır Kayra ile tanışacağım anı kolluyordum ve bir fırsatını bulup bugüne kadar onunla tanışamamıştım. Derken her akşam olduğu gibi yine bu akşamda okulun karşısındaki parkta Kayra'nın okuldan çıkış saatini bekledim.. Ve nihayet Kayra okulun çıkış kapısında görünmüştü. Fakat bu sefer yanında iki kişi daha vardı. Birisi devamlı beraber dolaştığı ve ismini bugün öğrendiğim Pelin.. Peki yanında yürüyen diğer uzun boylu çocuk kim...? Aralarında yeni yeni kurulan bir samimiyet olduğu vücut dillerinden fazlasıyla anlaşılıyor. Sessizce arkalarından takibe devam ediyorum. Ortaköye doğru ilerliyoruz..Nihayet boğaz manzaralı güzel bir çay bahçesinin orada durup oturmaya karar veriyorlar. Oldukça pahalı ve lüks bir mekan ve aksi gibi cebimde de fazla para yok, malum ay sonu ve ailemin her ay düzenli gönderdiği para yavaş yavaş suyunu çekmek üzere ama ben yine de Kayra için cebimdeki parayı son kuruşuna kadar harcamaya razıyım, hatta gerekirse önümüzdeki bir beş gün aç susuz bile gezebilirim...Derken onları görebileceğim boş bir masa bulup oturdum hemen...
O sırada beni gören garson acaleyle yanımda bitiverdi :
'' Hoş geldiniz efendim, ne arzu edersiniz ? ''
Mekan lüks olduğu kadar çalışanlarıda bir o kadar kibar ve misafirperverdi..
Göz ucuyla menüye baktım :
'' Ben demli bir fincan çay rica edeyim '' dedim..
Garson '' hay hay efendim '' deyip başını sallayarak hızlıca yanımdan uzaklaştı.. O sırada tekrar cüzdanımı yokladım..Ucu ucuna yetecek kadar param vardı..Umarım param çıkışmazda rezil olmam bu lüks mekanda diye geçirdim aklımdan.. Sonra sırtımı yavaşça sandalyeye yaslayıp bir an için bütün bu endişelerden uzaklaşıp yaşadığım anın güzelliğini çıkarmaya karar verdim.. Nasıl olsa her şey olacağına varacaktı. Derken çayım bitmek üzere olduğunu fark ettim lakin garson ikinci kez yanıma gelip ne içeceğimi sorduğunda boş gözlerle garsonun yüzüne bakmak istemediğimden fincanın dibinde çayın bir kısmını özellikle bırakmıştım. Garson arada sırada yanıma gelip fincanımın bitip bitmediğini yokladığında fincanı elime alıp içiyormuş gibi yapıyordum. Bir yandan da uzaktan uzağa Kayra'yı izelmeyi ihman etmiyordum. Lakin onu izlerken zaman sanki bir su gibi akıp gidiyordu avuçlarımın arasından... Zaten yitip giden zamanın karşısında diz çökmeyen bir şey var mı ki...Her şey bir hızla yaşanıyor ve o hızla bitiyor.. Umarım bu sefer gördüğüm bu rüya hiç bitmez diye tatlı tatlı hayıflanarak bir süre daha usulca bir köşede onları izledim. Sohbetin ne kadar keyifli olduğu masadakilerin hal, hareket ve yüz mimiklerinden fazlasıyla belli oluyordu. Bu arada bir şeyi daha fark ettim, gülmek kesinlikle Kayra'ya çok yakışıyor.. Çünkü o ne zaman gülecek olsa hemencecik yanaklarının üzerinde bir çift gamze beliriyor..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belki Yarın
RomanceHayatım boyunca hiçbir zaman kolay elde edilen kadınları sevmedim. Hep sevdiğim kadın beni sonuna kadar uğraştırsın, zor bir kadın olsun istedim. Belki çok saçma gelecek ama, hep zor olan aşkları kazanmak için uğraşmakla geçti ömrüm. "Sonunda ya kay...