Give You What You Like

460 36 5
                                    

Yol uzun..

Yol karanlık..

Karanlık koyu..

Karanlık soğuk. .

Karanlık şehrin üstünde. .

Adımların köşeyi dönüyor. .

Aceleciler..

Belli ki ardın sıra seni kovalayan gölgeden ve sokağı inleten tok topuk seslerinden tedirginler.

Zihninde dolanan şüpheler kadar kesikli bir rüzgâr davetkâr, o tanıdık kokuyu dolandırıyor etrafında.

Duruyorsun.

Başın dönüyor.

Sendeliyorsun.

Ama ruhundan.

Ayakların hala zinde..

Ne çare..

Ruhun tutunamıyorsa bedenine..

Ayakların zeminde dik durmuş. ..

Ne çare..

Elin bir dal arıyor.

Gözlerin kararırken..

Tutunacak bir dal.

Dayanacak bir arkalık arıyorsun.

Adımlar seni bir sokak lambasının uzattığı gölge kadar gerisinde izliyor.

Başın dönüyor.

Elinin gölgesi uzanıp senin elini buluyor.

Yeni arzular uyandırıyor bu yalancı dokunuş.

Gölgeni dahi sakınıyorsun.

Çekiyorsun bedenine.

Cebine saklıyorsun gölgeni.
Bir direğe sırtını veriyorsun.
O hala bir gölge boyu geride.
Direğin saklayamadığı omuzlarını izliyor.
Hissediyorsun.
Arzuları gölgeni dahi sarıyor.
Gölgeni dahi yakıyor.
Gözlerin kapalı.
Kayıyor sırtın direk boyunca...
Hayatın ucundan kayar gibi.
Yeri buluyorsun.
Dirseklerin dizlerine yaslanmış..
Saçların parmaklarının arasında sıkışmış..
Saçların karanlık.
Karanlık koyu..
Karanlık soğuk. .
Ansızın bir titreme sarıyor vücudunu.
Omuzların sarsılıyor.
Hayır sanki savruluyor.
Bir adım sesi tekrar yankılanıyor.
Ama sadece bir adım.
Duraksıyor.
Ve duruyor.
Tereddüt ediyor.
Hayır korkuyor.
Gülüyorsun.
Yüzüne ince bir hat çiziyor dudakların.
Bundan tatmin oluyorsun.
Bu sınır hoşuna gidiyor.
Gurur veriyor.
Çünkü o da korkuyor.
En az senin kadar.
Ama senden fazla değil.
Başını geriye yaslıyorsun.
Dudaklarındaki ince çizgi iyice yayılmış.
Yanaklarında keyif yapıyor..
Çünkü o da korkuyor.
Ellerin dizlerinden sarkıyor.
Etrafında dolanan rüzgâr hafiye gibi gizlice sana ondan kokular taşıyor.
Her bir nefeste onun arzusu seni de sarıyor.
Ellerin onun çıplak boynunda geziniyor.
Ensesine kadar okşuyorsun.
Ve saçları.
Parmakların koyu kestane, ince, bir o kadar da yumuşak saçlara dolanıyor.
Damarlarındaki kan aniden yatağından fırlayıp her bir kılcala hücum edince saçlarından tutup kendine çekiyorsun.
Kara gözleri gözlerine daha fazlası için yalvarırken sabırsızlıkla titreyen dudaklarına kayıyor bakışların.
Günahı kadar cezbedici dudakları daha günahkar diliyle yavaşça ıslanınca zihninde yine aynı gürültü uyanıyor.
Yanlış!!
Bu yanlış! !
Kalbinin üstüne çöreklenmiş o fısıltı itiraz ediyor.
Bir defa yapılan yanlış yanlış değildir.
Sürçmedir.
Bir defa tadına bak onların.
Yanlışa kalbin onay versin.
Olmadı tövbe edersin.
Gözlerin dudaklarda.
Bir günah nasıl bu kadar güzel olabilir?!
Neden bu kadar güzel olmak zorunda?!
Gözlerine bakıyorsun tekrar.
Yalvarıyor adeta sana.
O çoktan yakmış ona bunun yanlış olduğunu söyleyen  ne varsa.
Aklın gel gitte..
Kalbin gel gitte..
Ellerin bir çözülüyor bir sarıyor saçları.
Bu tereddüt ki tahammül edilir gibi değil.
Bu zaman kadar neyi doğru yaptın ki diyor yine aynı ses.
Ha bir yanlış eksik ha da fazla.
İşte karşında.
Bir dudak mesafesi uzağında.
Ama aslında tereddütün kadar uzakta.
Susmayan ses ve bitmeyen tereddütlerin diğerini daha da sabırsızlandırıyor.
Çünkü ona bir dudak mesafesi uzaktasın.
Sana cesaret verecek bir adım atıyor.
Alnını alnına yaslıyor.
İlk teması başlıyor.
Kalbinde başlayan yangın artık başından aşağı âdeta boşalıyor.
Alnından vuruyor seni.
İtiraz edemiyorsun.
Şikâyet edecek durumda değilsin.
Ama isyan etmek istiyorsun.
Çünkü seni zerrene kadar yakıp kül ediyor.
Gözlerin kapalı..
Onun nefesini soluyorsun.
Elleri gizlice değil ama beklenmedik bir şekilde beline oturuyor.
Bir de ordan yakıyor seni.
Bu yangın sönecek gibi değil.
Ama hayır ..
Gözlerini açıyorsun.
Ve işte karanlık.
Karanlık koyu..
Karanlık soğuk. .
Sırtını verdiğin direk soğuk.
Yine bir titreme sarıyor.
Yine geriden gelen tok adım sesleri.
Kalkıyorsun.
Ellerin en büyük destekçin.
Ama ellerin en büyük ihanetçin.
Onlara güvenemiyorsun.
Her an diğerine kapılabilir.
Ona yakalanabilir..
Titriyorsun.
Adımların birbiri ardınca aşıyor karanlığına hanelerden yer yer ışıklar saçılan dar sokağı.
Ardında yine o.
Korkmuyorsun.
Kendinden emin köşeleri dönüyorsun.
Yokuşları aşıp, inişleri geçiyorsun.
Ardında hala o.
Hayır ondan kaçmıyorsun.
Bu bir sınama.
Bu bir onama.
Bu sınanıştan geçerse ..
Tereddütlerini onaylarsan..
Ellerinin teslimiyeti ihanet değil kavuşma olacak.
Endişeleniyorsun.
Yolun sonu geliyor.
Gerideki adımlar bir duraksıyor bir hızlanıyor.
Belki de artık yoruluyor.
Belki de artık pes edecek.
Yavaşlıyorsun.
Kaybetmesini istemiyorsun.
Belli ki tereddütlerin siliniyor.
Bir an
Sadece bir an ..
Ardına dönüp bakmak istiyorsun.
Çünkü korkuyorsun.
Pes etmesinden korkuyorsun.
Korkuların arzularını dahi geride bırakıveriyor.
Hayret!!!
Bunca yol boşuna mıydı?
Bunca yanıp tutuşmuşluğunuz
adımlarla tükenmiş miydi?
Korkudan sızan öfke bedenini istila ettiğinde göğsün derin soluklarınla inip kalkıyor..
Birden hızlanıyorsun.
Artık geride kalması önemli değil.
Geride kalmayı seçeni daha da geride bırakmak cezasını kesiyorsun.
Olacak iş değil.
Olmayacak olan ne ki?!
Neden olmasındı ki?
Bir kere ..
Sadece tek bir kere..
Bir yangınla kül olacak değillerdi ya.
Adeta yalvarırken o ses ile ağırlaşan başı önüne düşünce durmuş olduğunu farkedip etrafına göz gezdirdi.
Ne ara durmuştu? 
Nerde durmuştu?
Bir anda tüm ışıklar yabancı olmuştu.
Karanlık bir yerden onunla alay ediyordu.
Hissediyordu şuh kahkahasını.
Başını göğe kaldırdı.
Yıldızları da saklamıştı karanlık.
Etraftaki ışıklar silinirken ansızın başlayan yağmur, ilk defa yeryüzüne iniyor gibi merak ve heyecanla daha fazla bastırıyordu.
Yağmuru tutamayan gömleğinden kayarak süzülen yaşların kimisi kemerini aşarken kimisi kemerinden içeriye yol alıyordu.
Zihninde sadece olup biteni izleyecek kadar sahip olduğu kırıntı ile vaziyetini anlamaya çalışıyorsun.
Karanlıktasın.
Ve sırılsıklamsın.
Ve yalnız. .
Ve soğuk..
Bir boş vermişlik vuruyor ki başına bir kahkaha da sen atıyorsun karanlığa.
Yüzünü yağmura kaldırıyorsun.
Yüzüne vururcasına inen damlalara daha fazlasını sunarak kollarını da açıyorsun.
Bu bir meydan okuma değil.
Bu bir direniş asla değil.
Bu sadece bir boş vermişlik.
Islanmayan yerin kalana kadar bu hali sürdürmek istiyorsun.
Ama yağmura rağmen o koku yine sarıyor seni.
Yüzüne damlalar vurmuyorken merakla gözlerini aralıyorsun.
Ahh senin o güzel gözlerin!
Kirpiklerin dahi ıslak!
Yağmur kadar puslu bakıyorsun.
Bu buir serzeniş mi?
Sitem de mi ediyorsun?
Seni bırakmak mı ?
Asla!
İşte başını ve omuzlarını saran, seni bir parça olsun yağmurdan koruyan ceketinin altında o kara gözleri ile yeminler ediyor sana.
Ama sen bunları dinleyecek halde değilsin.
O da senin kadar sırılsıklam.
Kolların boynuna dolanıveriyor.
Kapılmamak elde değil.
Islak teniyle dahi seni yakıyor.
Islak tenin dahi tutuşuveriyor.
Kalbin çoktan yanmıştı zaten.
Ellerin ıslak saçlarında dolanıyor.
Parmaklarının arasından sızan su yine onun tenine düşüyor.
Sular tenlerde deveran ediyor.
Bu defa ne sen de bekleyecek tahammül var ne de onda.
Ansızın kendine çekiyorsun saçlarından.
Tereddüte fırsat vermiyorsun.
Tereddüt aranıza sızamayacak kadar sokuluyorsunuz birbirinize.
Dudaklarınız birbirine dolanırken diller başka bir dolanım başlatıyor.
Bunca kovalamaca daha fazlasına sahip olmak için miydi?
Tereddütler bahane miydi?
Bilmiyorsunuz!
Ama dudaklardaki bu tad yanlış, tereddüt, günah ne varsa silip atıyor.
Daha fazlasını isterken adeta boynuna asılıyorsun.
Ondan kısa olmak..
Bu dahi seni heyecanlandırıyor.
Belinde dolanan elleri ıslak gömleğini tenine daha çok yapıştırıyor.
Ve bu öpüş bir hapşırıkla bozulanca ikinizi de bir gülme alıyor.
El ele koşuyorsunuz.
Yağmur size yetişemiyor.
Karanlık soğuk. .
Ama tutuşan tenlerinizi o dahi söndüremiyor.
Arzular telef olmasın diyeydi bu gücenik macera.
Anahtarlar size inat açmıyor kapıları.
Zorluyorsunuz.
Sizin kadar onlar da sabırsız ve bir bir açılıyorlar.
Son kapıya ittiriyor seni.
Her şey orada çoğalıp orada son bulacak.
Dudaklarından başlıyor tekrar.
Bir bir açarken gömleğinin küçük düğmelerini, elin ona ait olanları çözüyor.
Bu dahi sizi yakıp yok edebilecekken hala sonranızı düşünüyorsunuz.
Sonra ne olacak?!
Omuzlarından yavaşça sıyrılan beyaz gömleğin yerde su birikintileri oluşturken onun siyah gömleği de çoktan diğerinin üzerine düşüyor.
Size dair ne varsa siz kadar uyumlu.
Hayret!!
Ne ara bu kadar bütünleştiniz ki siz?
Aynı ofiste karşılıklı masalarınız kadar karşılıklı mıydı duygularınız?
Belki aynı rüyaları da görüyordunuz birbirinizi biraz daha fazla görmek için uzattığınız mesai saatlerinde.
Hep sevişecek gibi bakmıştınız ya birbirinize..
Ya da imkansızlığınıza tezat birbirinizi bir olarak hayal etmiştiniz.
Ama ..
Yanlış!!
Yanlıştı..
Nerde o yanlış? !
Çoktan tutuştuğunuz ten yangınında sizden önce kül olup yatağınıza karıştı o yanlışlar.
Her bir ten tanenizi ezberleyene kadar, gözünüz kapalı tutkunuzun istediği ten yerini dudaklarınızla bulabilecek kadar uzayan sürüşleriniz karanlık, şehrin üstünden kalkana kadar bitmedi.
Ahhh sana doymak ne mümkün!
Ona doyman mümkün değilken!
Tüm gece yağmurun ıslattığı bedenlerinizdeki ıslaklığın yerini terleriniz alıncaya dek kopamadınız birbirinizden.
Şimdi başını onun esmer gerdanına yaslamış kaçamak öpücükler sunuyorsun.
Kolların belinde sarılı.
Tek bir dokunuşun onu titretmeye yetiyor.
Bu sana gurur veriyor.
Ama onda yeniden arzular tutuşturuyorsun.
Bunu umursamıyor gibisin.
Elleri sırtından kayarken gözlerin kapanıveriyor.
Elleri kayıyor ve özel yerlerde sahibiymişcesine kendinden emin geziniyor.
Buna itirazın yok.
Boynuna sokuluyorsun.
Demek o baş döndüren davetkâr  kokular buradan geliyordu.
Derin derin içine çekiyorsun.
Sana yetmiyor.
Ona yetmiyor.
Ve yeniden.
Dudaklarınızın isabet ettiği her yeri öpüyorsunuz.
Bitecek gibi değil  bu doyumsuzluk.
Sönecek gibi değil bu yanmışlığınız.
Dünya yıkılsa enkazında sevişecek gibisiniz.
Hayret!!
Bunca zaman o reddedişlerin bu doyumsuzluğa ulaşmak için miydi?!
Bedenleriniz titreyemeyecek kadar yorulduğunda ona sıkıca sarılıyorsun.
Sana sıkıca sarılıyor.
Hiç bırakmayacak gibisiniz.
Alarmlar mı çalıyor bir yerlerden..
Bu gün yine iş mi var..
Boş vermiş gibisiniz.
Güneş çoktan şehrin tepesindeki tahtına kurulmuş.
Utanmadan sizi izliyor.
Ama sizin de utanmanız yok  gibi.
Böylesine çıplak ve öylesine birbirinize sarmalanmışsınız ki!
Ayrılık aranıza sokulup da size bir kahvaltı dahi sunduramıyor.
Seni bir kere dudaklarından öpüyor ve geçiyor açlığı.
Onu bir kere öpüyorsun ve geçiyor açlığın.
Saçlarını okşuyor.
Gözlerinizden çok şey okunuyor.
Bir sevda romanı yazmış gibisiniz.
Saçlarını okşuyorsun.
Bundan bıkacak gibi değilsin.
Kalplerinizin gümbürtüsü duracak gibi değil.
Ama son sözü belki de ilk sözü söylemenin zamanı gelmişti  artık.
Dudaklarınız nefes almaktan ve öpüşmekten başkası için ilk defa aralanıyor.

" Seni seviyorum KyungSoo. "

" Seni seviyorum Jongin."

Doyulmuyor sana.
Seni seviyorumlar bile yetmiyor.
Dudakları kuruyana kadar tekrar ediyor..

" Seni seviyorum KyungSoo."

" Seni seviyorum KyungSoo."

Dudaklarının kuruduğu yerde sen ıslatıyorsun.
Bu onu hala ilk seferki gibi titretirken fısıltıyla da olsa devam ediyor.

"Seni çok seviyorum KyungSoo."

Ninni gibi geliyor artık.
Onun fısıltıları..
Senin gülüşlerin..
Gözleriniz kapanıyor.
Telefonlarınız susmuyor..
Kapı çalıyor. .
Umrunuzda değil gibi.
Aşka yakalandınız bir kere.
Aşkı yakaladınız bir kere.
Aşkta buluştunuz bir kere.
Gözlerinizi başka türlüsüne açacak gibi değilsiniz.
Uyumaya bile kokuyorsunuz.
Uyursa seni biraz daha göremeyecek.
Güzel gözlerini. .
Doyamayacağı dudaklarını. .
Bembeyaz tenin..
Uyursan onu biraz daha göremeyeceksin.
Sana aşkla bakan gözlerini.
Doyamayacağın dudaklarını..
Esmerine yandığın tenini.
Ama birbirinizin sıcaklığında kapanıyor gözleriniz.
Rüyalarda bile mi birliktesiniz?!
Aşk olsun size!
Aşk olmuş zaten size !

Give You What You Like 《One Shot》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin