Until Midnight - 01

1.7K 94 11
                                    

''Çok sıcak,'' diyorsun, elinin arkasıyla alnındaki terleri silerek. Güneş tam tepede, ışıklarını saçıyor fakat bu senin için pek hoş değil. Güneş ışığının derini yakmasını ve onu koyu bir tona büründürmesini sevmiyorsun, çünkü sen her zaman soylular gibi, inciye benzer bembeyaz bir ten rengine sahip olmak istedin. Fakat olmadı, eh, köylü olarak doğman senin suçun değil.

Az önce orakları elinde olanlar şimdi ağaçların altında dinleniyorlar, sen ise bir elinde büyük çuvalın, onların biçtikleri buğday başaklarını topluyorsun. Tam beş saattir tarlada olmaktan rahatsız olmuyorsun. Rahatsız olduğun şey, işin her zaman öğle vaktine denk gelmesi.

Sen buğdayları toplarken, biri adını sesleniyor.

''Efendim?'' Diyorsun arkanı dönüp. Saçların savrularak yüzüne çarpıyor.

Efendi Reugi sana doğru yaklaşıyor.

''Ormanın içindeki depoyu biliyor musun?'' Diye soruyor. Başını sallıyorsun.

''Oraya çilek saklamıştık, onları gidip al da, hem dinlenmiş olursun.''

Sevinçle, ''Tamam efendim,'' diyorsun ve hızla tarlanın kenarına, ağaçlarla dolu gölgelik alana koşmaya başlıyorsun. Elinde buğday çuvalını Kangil ve Hwayeon'un yanına bırakıyorsun ve çarıklarının içindeki buğdayları hızlıca temizleyip ormana adım atıyorsun.

Burası tam istediğin gibi, serin ve gölge. Az önceki sıcağın zerresi bile buraya ulaşmamış. Her şey uzun ve gür ağaçlar sayesinde. Efeni Reugi'nin dediği depoyu hatırlamaya çalışıyorsun. Kuzeye 105 adım mıydı, Kuzey Batıya 120 mi? Kısa bir süre düşündükten sonra, Kuzey yönünde karar kılıyor ve yürümeye başlıyorsun.

Düzgünce adımlar atmak hariç her yürüyüş şeklini kullanıyorsun. Zaman zaman ağaç köklerini aşmak için ellerini bile kullandığın oluyor. Baykuş ve karga seslerinden başka duyduğun hiçbir şey yok, kendi adımların hariç.

103, 104, 105.

Adımlarının bittiği yerde, yüksekçe bir tepe başlıyor. Üzeri yosun ve taşlarla çevrilmiş fakat dikkatli bakınca, tahta kapı rahatça görülebiliyor. Ellerini ufak aralıktan içeriye uzatıyor ve kapıyı olağanca gücünle çekiyorsun. Kapı açıldığında, tepesinden birkaç parça taşta düşüyor.

Başını eğip içeriye giriyorsun. Ellerin sağa uzanıyor ve çakıl taşları ile içine kuru ot koyulmuş tası arıyor. Bulduğunda taşları hemen birbirine sürtüyor ve otu yakıp kendine fener yapıyorsun. Ardından tam karşında duran kocaman çilek sepetini alıyor, feneri söndürüyor ve dışarı çıkıyorsun.

Çileklerin kokusu, tok bir kurdu bile acıktırabilecek kadar yoğun ve tatlı. Onları tatmak için sabırsızlanıyorsun. Sepeti kenara bırakıp kapıyı kapatıyorsun.

Fakat arkanı döndüğünde, hiç beklemediğin bir şeyle karşılaşıyorsun.

''Selam güzelim,'' diyor, kırmızı hwarang kıyafetleri giymiş bir genç. Ama hiç onlara benzemiyor. Zira onlar temiz görünürler, karşındakinin ise üstü başı kir içinde, saçları dağılmış.

Korkuyorsun, hareket edemiyorsun. Nefes alış verişlerinden başka hiçbir şey duymuyor, karşındaki askerin alev saçan gözleri ve sırıtışından başka hiçbir şey görmüyorsun.




sadece birkaç saat içinde yarısından fazlası yazılmış bir kitap, ne kadar mükemmel ooo

umarım beğenirsiniz (birkaç tane olan değerli okuyucularım 😁)

Until Midnight | Kim Taehyung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin