the yellow grass

892 51 91
                                    

Fransa 1945

Bu savaşla ilgili değil. Bütün dünyanın bir hakimiyet yarışına girmesi veya milyonlarca suçsuz insanın bir avuç aptal mertebe insan yüzünden katledilmesi de değil.

Dünyanın nereye gittiğini bilmiyorduk. Savaş istemiyorduk, savaşın hiçbir şeyi daha iyi yapmadığını biliyorduk. Ailelerimiz, akrabalarımız ve sevdiğimiz tüm insanlar tehlike altındayken biran sonra yaşayacağımız veya öleceğimizin garantisini kimse bize veremezdi.

Fransa müttefik devletler arasındaydı, savaştan elbette etkileniyorduk, ancak diğer ülkelere bakıldığında olduğumuz durum için minnet duyabilirdik. Paris'te patlayan bombaları ve üstlerinden geçen savaş uçaklarının sıklığı ile karşılaştırırsak yaşadığımız şehirde de durum diğerleri kadar vahim değildi. Hepimiz korkuyorduk. Çocuklarımız için, sevdiklerimiz için, ailelerimiz için ve diğer her masum insan için.

Hayatımızın akışı durmamıştı ama her şeyin değiştiğini hissediyorduk. Tüm dünya boğucu bir kasvetin içindeydi. Gökyüzünden geçen bir uçak bile o an korkuyu iliklerimize kadar hissetmemize sebep oluyor, gözlerimiz saklanabileceğimiz en yakın yeri arıyordu.

Kasabamız günlük hayatına eskisi gibi olmasa da, bir şekilde devam edebiliyordu. Evimizden dışarı çıkabiliyor, alışveriş yapabiliyor, okula, işe gidebiliyor ve sokaklarda gezebiliyorduk. Her şeye rağmen... sevdiğimiz insanlarla aynı masaya oturabiliyor, sevdiğimiz müzikleri dinleyebiliyor, aşık olabiliyor ve özgürce düşünebiliyorduk. Eğer bunları yapmazsak, uğruna yaşamaya değer hiçbir şeyin kalmayacağını biliyorduk. Uğruna yaşayacak bir şeylere ihtiyacımızın en çok olduğu dönemdeydik.

Ülkemiz yoğun bir güvenlik altındaydı. Bunun için şükrediyorduk çünkü sokağa çıkma yasağı çoğu yer için geçerliydi. Kıyı şeridindeki tüm şehirlerde sıkı yönetim ve akşamın altısından sabahın altısına kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Büyük sıkıntılar patlak veriyor ve silahlı kuvvetler her türlü önlemi alıyordu. Dahası, sokağa çıkmanın bir yasak olmasına bile gerek yoktu, insanlar can korkusu yüzünden evlerinden başlarını çıkaramıyordu. Yakıp, yıkılan yerlerin haberlerini her gün alıyorduk, ölen insanların sayısı her geçen gün daha da artıyordu.

Savaş sırasında yirmi yaşındaydım. Yarın yaşayacağımız belli değilken kimsenin edebiyata ihtiyacı olmaz diye düşünen babamın aksine bir edebiyat öğretmeni olabilmek için eğitim alıyordum. Ana dilimizin yanında okulda ingilizce eğitimi alıyorduk ve bunun yanında 15-20 yaş arası her genç kız hemşire olarak bir insanın hayatını kurtarmak için eğitiliyordu. Bir savaşın ortasındaydık, kurtarılıcak her bir cana, ve yaralanan askerlerin bakıma ihtiyacı vardı. Bundan şikayet etmiyordum, fakat bir insanın hayatını kurtadığımız her saniye, onlarcasını daha da kaybettiğimiz gerçeğini gözardı edemiyordum.

Babam Orleans'ın yönetici birliğindendi. O dönemde şehrin en zengin ailelerinden biriydik. Fransa'nın orta kuzeyinde, fazla nüfuslu olmayan bir şehirdi burası. Şehrin merkezinde, büyük bir evde yaşıyorduk. Burası eskiden masallardan fırlamış gibi gözüken, şarapları ile ünlü, büyüleyici bir yerdi. Doğduğum andan beri burdan ayrılmamıştım, burası benim evimdi.
Oysa şimdi sokağa çıktığınızda savaşın etkilerini başınızı çevirdiğiniz her köşede görebilirdiniz. Sokaklar bomboştu. Askerler her yerdeydi. Her delikte, her yapının altında, her sokakta... İnsanların çoğu geçimlerini sağlayamıyordu. Kriz her yeri, her yaştan, her meslekten insanı vuruyordu. Babamın mertebesi yüzünden yaşanan krize rağmen durumumuz iyi olsa da ileride düzenimizin bozulabileceğini biliyorduk. En azından şimdilik yiyebilecek yemeğe ve yaşayacak bir eve sahiptik, buna sahip olmayan onlarca insan tanıyordum.

yellow grassHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin