L'épisode final

1.6K 151 59
                                    

Bu zamana dek yazdım, yazdım, yazdım. Yazmaya devam ettim. Sarımtırak bir kağıtla kurşun kalemin buluşmasının ortaya çıkarabildiklerini göstermeye çalıştım dünyaya. Belki de gayem bu değildi. Ya da gayem falan da yoktu, bilemiyorum. Hissettiklerimi, yaşadıklarımı dökmek istedim fütursuzca satırlara. Olmadı, yapamadım. Yeteneğim yoktu velhasıl, ziyan ettim hoşnutluğu ziyadesiyle. Suçlu oldum; tutuklanmadım. Aşık oldum; elini tutamadım. Hasta oldum; ölmedim. Yaradanın usülsüz rüzgârıyla bir oraya bir buraya savurduğu aciz bir kuluydum vesselam. Ha, memnun muydum, tek bir söz çıkmaz ağzımdan. Susarım. Sustuğumu yazarım. Kağıda kaleme susar elim. Susadığını kusar. Ha bir de o rüzgârda burnuma yasemin kokusu çarptı mı, değmeyin aciz yüreğime. Değmeyin, değmesinler. Ben değdim mi size. Değmedim. Sevene dokunmadım. Bana da dokunmadılar helalinden. Bana bir sevdiğim dokundu. O da yüreğiyle dokundu. Benim öyküm, abdallarım, güzel bitti.

O'ydu nefesim, kalbim, sıcaklığım, huzurum.

O'ydu acım, pişmanlığım, körelttiğim duygularım.

Ve sevgilim, kızma bana. Bak bu satırı sana adıyorum;

Kalbim hiç yenilenmedi be güzel adam, kalbim tüm acıları hatırlıyor. Ha aklım çakallık etmiş de saklamış benden anılarımı. Ama onları da geri veriyorsun bana bak. Biriktirdik en güzel kareleri, hepsi seninle.

Bak şimdi bitireceğim yazmayı, dedim ya yeteneğim yok. Bu satırların sana yeteceğini umuyorum çünkü benden fazlası çıkmıyor. Ha şimdi bu kağıdı alır denize mi atarsın, sandığına mı koyarsın bilemem de; gönlümü atma sandıklara, denizlere.

Başımda gezinen o güzel kokuyu duyduğum an katlıyorum kağıdı alelacele ve beceriksizce.

"Yine ne yazıyorsun sevgilim?"

"Bir şey yazmıyorum."

"Hm."

Fazla üzerinde durmamasına sevinirken kollarını boynuma doluyor arkamdan, yüzünü gömüyor boynuma. Yüzüme yerleşen gülümsemeyi saklamıyorum. Ellerimi onun göğsümde kenetlenmiş elleriyle birleştiriyorum.

"Özledim seni."

Gülümsemem genişlerken avuç içini kaldırıp öpüyorum.

"Bir saattir burdayım sadece."

Elleri elimi bırakıp yanaklarıma doğru çıkıyor ve iki yanağımı sıkıştırıp öne iterek dudaklarımın  öne çıkmasını sağlıyor.

"Ama 1 saat seni özlemek için çok makul bir süre."

Güldüğümde dudaklarımın gerginleşmesi onu daha da güldürüyor ve kolumdan tutup ayağa kaldırıyor beni oturduğum sandalyeden. Önüme döner dönmez kollarımı boynuna dolayıp çenesini öpüyorum.

"Gel uyuyalım hadi."

Gülümseyerek söylediğinde ben de gülümsüyorum ve başımı sallıyorum. Önden ilerleyip çalışma odamdan çıkıyorum ve salona ilerliyorum.

"Nereye, uyumayacak mıyız?"

Sesini duyduğumda ona bakmadan konuşuyorum.

"Uyuyacağız, ama televizyon karşısında."

O peşimden gelirken ben televiyonu açıp koltuğa kuruluyorum. O da yanımdaki yerini aldığında sarmaş dolaş hale geliyoruz. Çünkü bunu yapmayı seviyoruz. Çünkü bana huzur veriyor, onun kollarında olmak.

Bak yine andım seni, dilim seni andıkça kalemim adını yazıyor. Ben istemiyorum, kendi kendine oluyor. Şikayetçi de değilim ha, yanlış anlama beni.

Yer yüzünde bana ait tek şey var, adamım. O da sensin. Hesap sormadan sevdiğim tek sensin. Çünkü bana ait olduğunu bilmeyen bir kişi bile yok.

"Jongin, yanıma gel."

Çalışma odamdan sesleniyorum sevdiğime. Biliyorum ki hemen gelecek. Bildiğim gibi de oluyor. Gelip, o eşsiz kokusunu salıyor odama.

Bazen bu adama kızasım geliyor. Böyle izinsizce kendine aşık etmen beni, haksızlık değil mi, diye. İzin aldın mı, diye sorasım geliyor da susuyorum. Bu adamı hep susarak seviyorum ben. Çok sevmiyorum, az ya da çok denilemez bu sevgiye. Öylesine seviyorum ki, Cebelitarıktaki deniz benim sayemde karışmıyor birbirine. Güneş benim sayemde açıyor, ay benim sayemde yükseliyor. Benim sayemde nefes alıyor insanlar. Öylesine seviyorum.

"Geldim meleğim."

Ona bir şey demeden kahverengi perdenin ardındaki tuvali almak için kalkıyorum. Ne yaptığıma bakıyor bir süre. Sonra o tuvali yaklaşık bir metre olduğu için tam önüme getirip sevdiğime dönüyorum. Hala ne yaptığımı anlamamış gibi bakıyor yüzüme. Bense elimi boğazıma götürüp boğazımı temizliyorum. Ardından tuvali kavrıyorum iki elimle.

"Seni unutup da gelmiştim buralara. 
Hatta kendi ismimi bile, 
Başkalarına soruyordum...
Ben'i sen'de unutmuştum ya? 
Zaman adımı da silmiştir sanıyordum... 

Sen adımı deyince hatırladım, 
Hafızam yerine geldi... 
Canlandı birden dünler, 
Şiirlere şöyle bir baktım da 
Ben seni çalmışım bazı akşamlardan! 
Sesin yabancı değil ama, 
Artık geçmiyor damarlarımdan o kan...

İnsan hatırlar mı 
Kendine geldiğinde, 
Bilincini yitirdiği günleri? 
Sana bir soru o halde; 
Hüzün müydü yüzüne vuran? 
Yoksa yüzün müydü? 
Hüzünlerimin arasında duran!"

Yavaş ve sakinlikle sarf ettiğim cümleleri dinliyor. Artık neler olduğunu anlamış gibi. Gözlerinde yaşlar patlıyor ama ağlamayacak, söz verdi bir kere bana. O sözünü tutar. O benim güzel adamım.

"Toz pembe hayatını resmettim, adamım. Artık sahip olduğun hayatı."

Tuvalin önündeki örtüyü sessizce kaldırdığımda, ona vermeye söz verdiğim ancak hala vermemiş olduğum tabloyla göz göze geliyor. Yüzündeki bir çok garip duyguyu okuyabiliyorum.
Sanki aşık, sanki özlemiş, sanki mutlu, sanki buruk..

"Rahatsız etmemişimdir umarım, tek istediğim toz pembe hayatının resmini çizmekti."

Göz yaşlarının arasında gülerken bana doğru gelip tuvali aramızdan çekiyor ve sarılıyor bana, aşık olduğum kollarıyla.

"Hayatıma atacağın fırça darbelerini merak ediyorum."

Ağlamaklı sesiyle konuşuyor. Öyle ki gözlerinden akan yaşlar tişörtümü ıslatıyor ancak umursamıyorum. Çünkü onun tişörtünü de ben kirlettim biraz.

Sözünü tumayıp ağlayıveriyor. Ağla be adamım, sen hep böyle mutluluktan ağla. Sen hep güzelsin.

"Birinci yılımız kutlu olsun adamım. Seni seviyorum."

"Seni seviyorum."

Ağlamıyorum abi saçmalamayın. Bitti, cidden bitti. Tamam biraz geç geldi özür dilerim, ama bitti. Şimdi ne olur yorumlarınızı benden saklamayın. Sizi seviyorum be.

la vie en roseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin