tek bölümlük kitap

3 0 0
                                    

..UMUT DENİLEN MERHUM... Seyfettin Bey sıradan bir kahyaydı. Bir konağın sahiplerini istedikleri yerlere getirip götürüyordu. Son günlerde iyice rahatsızlandı. Durumu kötüye gidiyordu. Konaktakilerde bu halini görerek canlarını tehlikeye atmak istemiyorlardı. Haklılardı da. Bir kaç hafta aktı gitti. Seyfettin Bey biraz da olsa iyiye gidiyordu. Konaktakilerden rica etti ve yine işe alındı. Aradan biraz daha zaman geçti. Ali'nin kız kardeşi Münevver ise büyüdü ve artık onun adına ciddi kararlar alınması gerekiyordu. Seyfettin Bey'de, Ali de Münevver'in okumasını çok istiyorlardı. Yine birgün her zamanki gibi kalktılar ve güzelce kahvaltı ettiler. Seyfettin Bey tam işe giderken kapının önünde fenalık geçirip bayıldı. Hemen bir hekim çağırdılar. Hekim ise hemen hastaneye kaldırılması gerektiğini söyledi. Telaşla hastaneye gittiler. Üç hafta oldu, durumu kötüye gidiyordu Seyfettin Bey'in. O uykusuz geçen gecelerin bir sabahında ölüm haberi geldi. Ve çaresizlik hiç bu kadar kör olmamıştı. Boşluğa düşmüşlerdi. Cenaze töreni oldu Seyfettin Bey'in. O zamana kadar, babasının geliriyle kıt kanaat geçinen aile onun ölümü ile yıkılmıştı. Ansızın gelen ecel kapılarını vurmuştu. Ailesinin bu zor durumunu gören ve kardeşini okutmak isteyen Ali babasının ölümü sonrası bir odun imalathanesinde hamallık yapmaya başladı. Az da olsa geliri vardı. Karınlarını doyurabiliyorlardı. Yine bir gün işten gelmişti. Tam yemeğe oturacaklardı ki kapı çaldı. Ailecek kapıyı açtılar. Daha ''Buyrun'' demeden ' ... çavuşlarının izniyle Seyfettin oğlu Ali vatani görevini yapmak mecburiyetindedir.' diyen 2 er ile karşılaştılar. Bu ani haberle yıkıldılar. Evet, hayat Ali'ye tecrübeler kazandırmıştı ama daha askere gitmemişti. Annesi şaşkınlıktan birşey diyemedi, ama Ali gitmemeye diretti. Erlerde mecbur olduğunu söylüyorlardı. Ali bin türlü yalanlarla erleri gönderdi. Başından atlattığını sandı. Birkaç gün öyle geçti. Ki yine birgün yine geldi aynı erler. Zaten hemen anladılar almaya geldiklerini. Bu sefer de anası Ali'yi vedalaşmak için içeri çekti, erlere de ''siz gidin yarın gelin, hem yavrucak hazırlansın''dedi. Erler ise bunu kabul etti. Çavuşlarından da hep azar işitiyorlardı. Ali'nin annesinin yani Zahide Hanım'ın planı oğlunu göndermemekti. Ali o gece bir rüya gördü. Babası Seyfettin Bey, oğluna '' oğlum, yavrum sen askere gitmelisin. Eğer askere yarın gitmezsen yüzün hep aşağıda olur, gün yüzü göremezsiniz ve eninde sonunda askere gittiğinde senin için hayırsız olan olacak.'' dedi. Ertesi gün Ali Zahide Hanım'a bunu anlattığında ise ikna oldu. Ali gidiyordu. Zahide Hanım tek kelime ediyordu. ''Nerede yapacak askerliğini''. Cevabını aldı; aldı ve yıkıldı. Çok Doğu'da tek günü bile bombasız geçmeyen bir yerde yapacaktı askerliğini Ali. Bu ayrılığa Zahide Hanım'da, Ali de, Münevver de katlanacaktı. Ali gitti. Aradan 2-3 gün geçti. Ali'nin geliriyle geçinen aile, bu sefer de komşularının desteği ile ayaktaydı. Zahide Hanım'ın komşusu Fatma Hanım'ın aklı ile Zahide Hanım Ali'ye bir mektup yazar. ''Ali'm, Garibim. Okuma yazmam pek yok bilirsin. Bu mektubu sana can kardeşin Münevver yazıyor. Lakin ben yazıyorum farz et. Canım oğlum şu an nerdesin, napıyorsun kim bilir?... Seni nasıl özlüyoruz bir bilsen. Keşke babanda görseydi senin asker olduğunu. Lakin askerliğin de tam çetin zamanlara, savaşların olduğu zamanlarda rast geldi. Nasip böyleymiş diyelim. Bundan gayrı tek temennim senin bize kavuşman, sağ sağlim ocağına dönmen. Yarım bıraktığın Hekim Mektebini bitirmen. Mağlum baban ölünce okuyamamıştın. Ailen için çalışmıştın. Hakkımızda en hayırlısı neyse o nasip olsun bize yavrum. Seni çok seviyoruz. Ve mektubumuzun karşılığını bekliyoruz. Seni seven kardeşin Münevver ve annen Zahide...'' Mektubu yolladı. Postaya verdi. Fakat çapar (postacı,ulak) mektubun geç gideceğini, hatta biraz hırpalanacağını söylediği halde Zahide Hanım bunu kabullendi. Münevver geçen bu zamanda tecrübe kazandı, yaşça da olgunluğa erişti. Artık Münevver'in geleceği adına ciddi kararlar verilmesi gerekiyordu. Zahide Hanım bunu mektubunda yazmayı unutmuştu. Zaten Zahide Hanım ile Münevver ilk önce kendileri bir karara varıp daha sonrasında Ali'ye söylemek istiyorlardı. Yâni Zahide Hanım böyle istiyordu. Münevver annesine karşı gelmeyi bir kenara bırakmış, annesiyle konuşurken bile kelimelerini önemle seçiyordu. Lâkin bu onun gidişâtı için önemli bir sorun olabilir miydi? Ali o gün yine uykusuz bir şekilde ayakta durmaya çalışıyordu. Bir yandan da annesini, kardeşini merak edip onların ne yaptıklarını doğal olarak merak ediyordu. Silah sesleri ile savaşırken bir yandan düşmanın da sert kişiliği ile uğraşıyorlardı. Türk cephesine düşen düşmanları bile alıp, yaralarını sarıyorlardı Türkler. Çünkü Türklükleri, terbiyeleri, aileleri onlara hiçbir zaman yardıma muhtaç insanın terk edilmeyeceğini öğretmişti. Hiçbir şey cana bedel değildir.Çünkü atalarımızda o günlere kazıya kazıya gelmişlerdi. Türkler o savaşta sevdicekleriyle, sevdalarıyla, aileleriyle, hüzünleriyle ve en mühimi açlıklarıyla savaşmak zorundalardı. Yâni o günkü hasret dizboyu idi. Postacı mektubu ortalama 18 gün sonra cepheye ulaştırdı ve zaten Zahide Hanım'ın mektubu son dağıtılan mektup idi çünkü savaştan dolayı başka mektup iletilemezdi. Mektup Ali'ye iletildi, iletildi lâkin Ali'nin adresi değiştiğinden mektup başka bir Ali'ye gitti. Bu Ali'ye de Kuzu Ali diyorlardı. Annesini çok sevdiği için bu lakabı takmışlardı ona. Herkes annesini çok severdi ama... Kuzu Ali savaşta düşmana karşı cephelerinde esir düşmüştü. Kuzu Ali'nin cephe arkadaşlarından Mehmet açtı ve okudu mektubu. Kuzu Ali'nin annesinden geldiğini düşündü, isimlerde aynıydı. Sadece Kuzu Ali'nin kardeşi yoktu. Mehmet buna şaşırsa bile aldırmadı, onu araştıracak değildi. Mehmet de aynı adrese yani mektubun geldiği adrese bir mektup göndermek istedi fakat savaş yüzünden gönderemedi. Aslında Zahide Hanım'ın oğlu olan değildi Kuzu Ali. Aradan birkaç vakit geçti. Bir haber aldı. Erlerin ailelerine mektup göndermesi serbestmiş. Biraz geç olsa da erlerin mektupları ailelerine iletilirmiş. Mehmet de bunu öğrenince hemen işe koyuldu. Alelacele bir mektup yazdı. Kuzu Ali'nin esir düştüğü haberini veren bir mektup... Lakin Kuzu Ali, Zahide'nin oğlu Ali değildi.Zahide Hanım'n oğlu Ali ise sapasağlamdı. Dimdik ayaktaydı. Savaşta, cephede sağlam duruşuyla düşmanın bile dikkatini çekerdi.O sağlam ve daima dik duran başı asla eğilmez, dikkatleri üzerine toplardı. Daima gülmesini bilirdi. Arkadaşları tarafından da çok sevilir saygı duyulurdu. Komutanları, çavuşları her zaman onu örnek gösterirlerdi. Zahide Hanım da bu arada mektubu heyecanla bekliyor, Münevver için bir anne olarak kafasında birşeyler kurguluyor ve Ali'ye bir dahaki mektubunda Münevver için aldığı kararı O'na yazmak istiyordu. Zaten alacağı karara Münevver'in karşı çıkmayacağından adı kadar emindi Zahide Hanım. Kuzu Ali'nin arkadaşının yazdığı mektup şöyledir.: '' Canımdan, damalarımdaki er kanından daha çok sevdiğim annem, Zahide Teyze'm. Bu mektubu sana yazarken elimin nasıl titrediğini, ciğerlerimdeki savaş havasının nasıl daraldağını, beynimdeki damarların karınca gibi nasıl hareket ettiğini bilemezsin, bilseydin aklın şaşardı. Senin 2 tane hayatın, 2 tane ömrün, 2 canın var. Münevver ve Ali. Münevver'in yanında, senin başucunda ama mağlum Ali'n ise savaşta, cephede yurdu için savaşıyor, yani eskiden savaşıyordu. Dün Ali'ni, ömründen tekini, hayatının baştacını, paşa'nı vatanı için şehit verdik. Bilsen nasıl üzüldüğümüzü. Şu an hüngür hüngür ağlıyorsun gözyaşların sel oldu, karınca yuvasından çıkan karınca kabileleri gibi akıyor o mavi gözlerinden insafsız yaşlar, biliyorum. Ama oğlun, Ali'n şehit oldu, o ölmedi vatanı için kan akıttı. Ne kadar zor olduğunu bilemeyiz, asla da bilemeyeceğiz. Bir baba için prensesi neyse, bir ana için de paşa'sı, aslan'ı odur. Ama o deniz mavisi gözlerinden boncuk yaşların dökülmesin ne olur. Beni de oğlun bil bundan böyle. Unutma ki senin her akıttığın yaş oğluna vicdan azabı olacak ve her akıttığın damla Münevver'in ve benim için bir yılana dönüşecek, bunu asla ve asla unutma olur mu ? Allah sabırlar versin ve Ali'nin mekanı cennet olsun . Ali'nin arkadaşı: Mehmet. '' Bu mektup ortalama 8 gün içinde Zahide Hanım'a ulaştı. Münevver, mektup geldiğinde evde olmadığından ve Zahide Hanım okuma bilmediğinden mektubu hemen okuyamadı. Münevver mektepten gelince Zahide Hanım hemen mektubu Münevver'e uzattı ve heyecanlı bir şekilde'' Postacı mektubun cepheden geldiğini söyledi, aç oku hemen, inşallah hayırlı haberler vardır '' dedi. Bunları söylerken içindeki serçeler adeta cıvıldıyordu. Biraz sonra neler olacağını tahmin bile edemezdi. Münevver üstünü değiştirirken annesi odaya geldi ve '' Akşam komşuları oturmaya çağıralım, o zaman oku mektubu. Onlar da merak ediyorlardı ne olup ne bittiğini '' dedi. Münevver ise kabul etti. Akşam yemeklerini mutlu ve ağzı kulaklarında bir şekilde yediler. Çünkü Ali'nin durumunu öğreneceklerdi ve Ali'den mektup gelmişti. Cephede ne olduğunu herkes çok merak ediyordu. Ülkenin Batı'sında bir sorun yoktu, hayat değişmemişti, insanlar savaş yokmuş da Doğu'da insanlar canıyla cebelleşmiyorlarmış gibi davranıyorlardı. Bazı duyarlı vatandaşlar ise bu duruma içten içe üzülüyorlardı. Nihayet akşam oldu ve Münevver ile Zahide Hanım komşularını çağırdılar. Herkes geldi,zaten orda komşuluk çok sağlamdı ve de bitmemişti, herkes yardımlaşır, birbirleriyle muhabbet etmekten büyük haz alırdı. Komşulardan Ayşe Hanım, Muzaffer Hanım, Abide Hanım, Nuriye Hanım ve daha kimler kimler geldi. Herkes yerini aldı ve Münevver tatlı bir baskı üzerine mektubu açtı. Elleri neredeyse zıngıldıyordu. İlk defa bu kadar heyecanlıydı. Açtı ve okumaya başladı. Başlarda Ali'nin arkadaşından böyle laflar duymak hoşuna gidiyordu Zahide Hanım'ın. Sonlara doğru birşeylerin ters gittiğini anlayan Zahide Hanım yüzünü asmaya başladı ve başında akan sevinç gözyaşları sonlarda yerini hüzün dolu bir ahıta bıraktı. Münevver hem okuyor hem ağlıyordu, komşular, Zahide Hanım'ın bu halini görmüş olacaklar ki bir yandan üzülüyor bir yandan da Zahide Hanım'ı nasıl sakinleştireceklerini düşünüyorlardı. Ama Ayşe Hanım onu kendi haline bırakıp, doya doya ağlamasını, bağırmasını, haykırmasını istedi. Çünkü eğer bugün üzülmezse, içine atarsa bir gün içinden bu olay patlak verir. O yaşam enerjili kadın gider, yerini stresli, kederli, üzgün Zahide Hanım alırdı. Onu rahat bıraktılar ve haykıra haykıra ağladı, özgürce üzüldü. Bu dünyada özgürce ağlamak gerekiyordu, çünkü bunu yapabilmek büyük lükstü. Zahide Hanım bütün komşularını ve arkadaşlarını çok severdi ama Ayşe Hanım onun için adeta bir kardeşti. Zahide Hanım tam komşularını uğurluyordu ki ; Ayşe Hanım'ı yanına çekti ve -Sen gitme Ayşe, nolur ! Dertleşmeye, kederimi atmaya çok ihtiyacım var, Münevver'in teselliye ihtiyacı var - ki - ben onu bu halde asla sakinleştiremem... Bu gece burada kal n'olur !!! '' dedi Oradan Abide Hanım atlayarak : -Hadi Ayşe Hanım, gelsene seni bekliyoruz,'' dedi. Ayşe Hanım ise bunun üzerine, -Siz gidekoyun hanımlar ben yetişirim size . '' dedi ve de Zahide Hanım'ın göremeyeceği tarzdan göz kırptı hanımlara. Hanımlar da anladılar ve gittiler. Ayşe Hanım bu akşam burada kalacaktı bu gece. Zahide Hanım dik durmaya çalışıyor, Münevver için bu durumun ne kadar zor olduğunu biliyordu. Eğer yıkılırsa, üzülürse Münevver'in dayanacak sırtı olmayacak, o da kendini bırakıverecekti. Ve odada derin bir sessizlik hakimdi,kimse ne diyeceğini bilmiyordu.Zahide Hanım bir yerde Ayşe Hanım bir yerde Münevver bir yerde perişandı.Ve dayanamadı Münevver'in ağzından titreyerek kelimeler döküldü: -Annecim biz üzülmemeliyiz aksine daha da gururlanmalıyız .Abim vatan uğruna şehit oldu. Ve bunun üzerine annesi kendini tutamayarak söylendi: -Güzel yavrum tamam da benim ciğerim yanmış bu koca dünyada da bir sensin bir de abin ama abin de göçüp gitti bu dünyadan baban gibi sende olmasan yaşayazdım bu cahil dünyada. Ve odadaki sessizlik devam etti, Münevver de birşey diyemedi. En sonunda Ayşe Hanım, Zahide'ye dönerek; -Münevver haklı, yıkılma, dik dur, birşey yokmuş gibi davranmanı istemiyorum senden, bu imkansız biliyorum fakat en azından bu kadar kahretme kendini. -Peki tamam haklısınız, kendimi toparlamalı ve de dik durmalıyım, beynimin bir tarafı bunları söylüyor, dedi. Odadaki sessizlik bozuldu ve de yüzlere tebessüm geldi, bir anda gözyaşları gitti. Asla kaybetmek istemedikleri umudu bir kere daha kazanmışlardı. Ayşe Hanım; -Haydi uyuyalım, yarın ola hayrola, dedi. Ve de herkes yarım saat içinde yine oturma odasındaydı, uykuları yoktu. Ayşe Hanım'ın aklına bir fikir geldi, bunu onlara yapmak istemiyordu ama iyilikleri içindi hepsi. Ayşe Hanım esnedi, esnedi, esnedi. Sıkıcı, komik olmayan fıkralar anlattı ve de en sonunda başardı hepsinin uykusu gelmişti. Herkes kendiliğinden uyudu. Ayşe Hanım da onları yarım saat sonra kaldırıp yataklarına yatırdı, çünkü Ali'yi ve de bu olayları hatırlamamaları gerekiyordu. Ayşe Hanım iyice uyuyup, sersemlemelerini sağladı. Ertesi gün Ayşe Hanım gün doğmadan kalktı ve de evdekilere moral açısından iyi geleceğini düşünerek, sıcak simitler-poğaçalar aldı, çok güzel bir kahvaltı hazırladı. Herkes uyandı, ve çok güzel bir şekilde kahvaltılarını yaptılar, masayı topladılar. Zahide Hanım, Ayşe Hanım'ı kenara çekti ve de; -Hanım, bizde biraz daha dur, gördüğün gibi ben biraz toparlasam da Münevverim toparlanamadı, önce babası sonra abisi. Zaten içine dönüktü, iyice suskunlaştı. En azından sana 2 kelam ediyor, bana iyice hiç konuşmaz oldu. Geleceğinden çok şüpheliyim, 5 gündür mektebe de gitmiyor, muallimi kızacak diye korkuyorum. Ayşe Hanım; -Tamam, tamam. Biraz daha kalırım. Münevveri de merak etme ben onu açarım. Muallimi de dert etme, muallimi Sakine Hanım da babasını ve kardeşini kaybetmiş. Münevver'i anlayacaktır, dedi gülümseyerek. Zübeyde Hanım'ın içine su serpilmişti, ama Muallim Sakine Hanım'a üzülmüştü, genç yaşında hem babasız hem de kardeşsiz kalmıştı. Yaşlı, eli ayağı tutmayan annesine de bakmak zorunda kalmıştı, Sakine Hanım da hem annesi hem de kendisi için Münevver gibi içine kapanık çocuklara arkadaş oluyor, uygun bir paraya muallimlik yapıyordu, mekteplerde bu tür çocuklar hep dışlanıyor, muallimler tarafından üstüne gidilmiyordu, anlayan anlıyor, anlamayan ise ortada kalıyordu, meslek sahibi olamıyorlardı, Sakine Hanım da tam bir bilgi sahibi değildi, yani muallimlik mektebinde okumamıştı fakat tecrübeleri, yaşadıkları ve de okuduğu kadarıyla çocukları okutuyordu. Çok iyi, yumuşacık bir kalbe sahipti. Herkes, yani öğrenciler ve de aileler Sakine Hanım'ı çok seviyorlardı. Aradan bayağı zaman geçti. Ayşe Hanım'ın da bir ailesi, bir yuvası vardı. Bakması gereken çocukları, temizlemesi gereken odaları vardı. Ayşe Hanım, Zahide Hanım'a bunu söylemek istiyordu fakat nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Neyse ki Zahide Hanım bunu farketmiş olacak ki, Ayşe Hanım'a, -Ayşe Hanım epey zamandır düşüncelisin, hayrola? dedi, Ayşe Hanım da; -Ya evet ben de bunu sana söylemek istiyordum, diyorum ki acaba birkaç vakit de biz de mi kalsak ? Münevver, sen ben. Evdekileri de buraya yollarız. Müsait olur mu ? Zahide Hanım da -Bilmem ki, bir erkek dul bir kadının evinde! Millet ne der? Hem Münevver ? -Millet ne derse desin, millet sanki dört dörtlük de, bize bahane bulacak öyle mi ? Hem Münevver benim kız Fatma'yla eğlenir. Kafa dağıtır. Ne dersin ? -Haklısın, tamam. Ben bir Münevver'e söyleyeyim -Tamam o zaman, der gülerek. İş Münevver'in bir çift sözüne bakar ve de Münevver'in itirazı olmayacağını herkes bilir. Bu yüzden Zahide Hanım evi düzenler. Eşyaları hazırlar. Akşam Münevver gelince ''tamam'' der ve Ayşe Hanımların evlerine giderler. Fatma ve Ayşe Hanım'ın kocası Kazım Bey, kapıda güleryüzle karşılarlar. Kazım Bey direkt Ayşe Hanımı yanına çeker ve de, -Kızacaksın ama benim bir iş seyahatinde bulunmam gerekir, 2 ay burada olamayacağım, kendinize iyi bakın, çırak size göz kulak olacak, hırsıza, arsıza yol göstermeyin, der, Ayşe Hanım da böyle ani seyahatlere alışkındır ve de direkt kabul eder, kocası Kazım Bey Edirne'ye seyahate gidecektir. Zahide Hanım kendini ilk günlerde huzursuz hisseder ve onlar yüzünden aile huzurunun bozulduğunu düşünür, Ayşe Hanım bu düşünceyi yok eder. Dostlukları ilerleyen Münevver ve de Fatma çok iyi iki sırdaş olmuşlardır. Münevver de kendini rahat hissetmeye başlamış ve de bir ailesi olduğunu hatırlayarak, onları seven insanlar olduğunu hatırlayarak daha da mutlu olmaya başlamıştır. İsteklerini dile getirmeye başlamıştır. Evde sıkı bir dostluk ortamı kurulmuş, sıcak masalar kurulmaya başlanmış, ayrı gayrı olmamaya başlamıştır. Aradan 3 ay geçer, Kazım Bey'in seyahati uzamıştır. Evde Ali'nin ölümü henüz unutulmuş değildir. Ali ise cephede savaşmaktadır. Bir gün savaşın bittiğine dair haberler alan Münevver, evdekilere bu durumu anlatır. Ayşe ve Zahide Hanım, bu duyumu araştırırlar ve de bu haberin gerçek olduğunu kesin delillere sahip olarak kanıtlarlar. Ali'nin öldüğünü sanmalarına rağmen evde bir huzur, bir bekleyiş vardır. Gece olduğunda, Zahide Hanım bir rüya görür, rüyada Ali eve gelir, yine mutlu bir aile olurlar, ve de çok uzun yollar vardır. Ertesi gün Zahide Hanım bunu yorumlattırır, yorumcu ise bunun bir müjde olduğunu ve de en kısa sürede huzura kavuşacaklarını belirtir. Zahide Hanım, Ayşe Hanım Fatma Münevver çok mutludurlar. Herkes camlardan gözünü alamıyor, kendilerini bir bekleyiş içinde buluyorlardı. Bunu istemsizce yapıyorlardı. Hepsinde bir umut, bir mutluluk vardı. Komşunun oğlu Şemsi Efendi de savaşa gitmişti, savaş bitince geri geldi. İki yan evdeki durum da aynıydı. Herkes gurbetçilerine kavuşmuştu. Münevver ve de Zahide Hanım'ın boynu bükük, gönülleri kırık kalmıştı. Bir sabah kalktılar, kahvaltılarını ettiler, herkes güzelce giyinmişti. O gün herkeste çok ayrı bir parıltı, çok ayrı bir özen, çok ayrı bir umut vardı. O gün hep birlikte çarşıya çıkmışlardı. Çok güzel yiyecekler, çok güzel giyecekler aldılar. Ev yoluna düştüler. Bir gülüşmeler, bir espriler gırla gidiyordu. Eve geldiler bir tıkırtılar, bir takım sesler, hemen çırağı çağırdılar. Çırak da çok cömert, çok cesur bir kişi olduğundan hemen içeri daldı , ve de gördüğüne inanamadı. Dışarıda kadınlar bekliyordu çırağı. Lakin çırak geri dönmedi. Ses de vermedi. Münevver dayanamayarak; -Yeter, ben giriyorum, ne olucaksa olsun, dedi ve hemen içeri daldı, kimse bir şey diyemedi. Aradan 10-15 dakika geçti, lakin Münevver de gelmedi. Kapıda kadınlar Münevver'i ve çırağı bekliyorlardı. Çok heyecanlılardı ve çok korkuyorlardı. Zahide Hanım ağlamaya başladı. Münevver'in ardından kimseyi dinlemeyerek Fatma da içeri girdi. Lakin beklenilen gerçek oldu ve de o da geri gelmedi. En sonunda bu işte bir iş olduğunu anlayan Ayşe Hanım içeri girdi. Zahide Hanım tek başına kaldı. Ağlamaktan harap oldu. Dayanmadı ve de artık o da içeri girdi. Girdiği gibi de bayıldı. Karşısında gördüğü manzara onu şok etmişti. Korkmuştu, sevinmişti, heyecanlanmıştı, tırsmıştı. Bir duygu seli yaşıyordu. Herkes gülüyor o ise yerde yatıyordu. Yaklaşık 4-5 dk. sonra kendine gelir ve de karşısında, canından canını, teninden tenini, öldü sandığı oğlu Ali'yi gördü. O mutluluğun, o sevincin, o umudun sebebi belli olmuştu. Zahide Hanım ve Münevver o kadar sıkı sarıldılar ki birbirlerine sanki hiç kopmayacak, hiç bir şekilde kesilemeyecek kökü dünyanın öbür ucuna kadar uzayan bir ulu çınar gibilerdi. O mutluluk tarif edilemezdi. Ali'nin bu olanlardan, mektuplaşmalardan haberi yoktu. Herkes kendine gelince gerçek ortaya çıktı. Zahide Hanım mektuplaşmaları anlattı. Ali de, kendisini Kazım Bey'in kurtardığını, yoksa şehir eşkıyalarına yem olacağını anlattı. O akşam kimsenin keyfine diyecek yoktu. Çok güzel yemekler hazırlandı. Masada her şey vardı. Bu sofrada aylardır eksik olan umut, sofrada en başta yerini alıyordu. Ali askerlik anılarını iyi kötü anlattı. Arkadaşlarını, savaşı, düşmanı anlattı. Düşmanı nasıl yendiklerini, düşmanın umutsuzluğunu anlattı. Sofrada kahkahalar, espriler ağlaşmalar hiç eksik olmadı. Umudun herşeyin başı olduğunu ulu bir çınar olan aileleri kimsenin hiçbir şeyin ayıramayacağını anladılar. Ölümün bile... Ertesi gün hemen kendi evlerine döndüler. Zahide Hanım ve Münevver, Ayşe Hanım'a Fatma'ya Kazım Bey'e minnetlerini sundular. Ali de çok mutluydu. İçinde bulundukları durum onlara çok anormal geliyordu. Ali hemen yarım bıraktığı işine geri döndü. Münevver mektebine daha da bağlandı. Ayşe Hanım hayata daha sıcakkanlı bakmaya başladı. Hayatları normale döndü. Zahide Hanım, Ali'ninyarım bıraktığı ''HEKİM MEKTEBİ''bitirmesini istedi. Son 2 ayı kalmıştı. Ama babası ölünce devam edememişti. Ali ise durumları düzelince devam edeceğini belirtti. Aradan epey vakit geçti. Durumları iyiye gitmeye başlayınca ''HEKİM MEKTEBİ''ne devam etmeye başladı Ali. 2 ay boyunca başarılı bir talebe oldu. Münevver de mektebini birincilik şerefiyle sonuçlandırdı. Diploma töreninde Zahide Hanım ve Ali çok gururlandılar. Hatta Zahide Hanım kendini tutamayıp ağladı. Ali de mektebini birincilikle sonuçlandırdı. Artık bir hekimdi Ali. Bir hastanede çalışmaya başladı. Eski durumlarından çok daha iyiydi durumları. Artık Münevver için daha ciddi düşünülmesi gerekiyordu. Bir gün oturdular ve de ilk olarak Münevver'e fikrini sordular. Münevver , -Ben muallim olmak isterim lakin en doğru karar sizindir. Ali; -Peki, tek hedefin muallim olmak mı Münevver? -Tabii ki hayır abicim, benim hedefim geleceği aydınlatan muallimlerden olmak ve de çok nadir olan diplomalı kadın muallimlerden olup, sizlere bakmak. - Pekala, annecim sen ne düşünürsün, Münevver hakkında? Zahide Hanım, - En iyisini Münevver düşünmüş, zaten mektebini 1. bitirdi, istediği yere gidebilir. Ali; - O zaman şimdi, itirazı olan varsa söylesin yoksa sonsuza dek sussun, itiraz yoksa Seyfettin kızı Münevver ''MUALLİM MEKTEBİ''nini talebesidir, der. Ve de herkese bir tebessüm gelir, Mutlu olurlar. Münevver ''MUALLİM MEKTEBİ'' ne gitmektedir.Fatma ile aynı muallime düşerler. Bu arada Ali'nin hekim arkadaşı Şemsi Bey'in kardeşi Firuze, Ali'yle bir tutulma yaşıyorlarlardır. Birbirlerine gönül düşürmüşlerdir. Aradan tam 2 yıl geçer. Münevver mezun olur ve de Fatma ile aynı mektepte muallim olurlar. Ali de Firuze Hanım iyice ciddileşirler. Firuze Hanım çok nazik, çok şeker, çok güzel ve saygılı bir kadındır. Zahide Hanım da çocuklarını mutlu görünce mutlu olmaktadır. Firuze ile Ali nişanlanırlar. Münevver de Ali'nin hekim arkadaşı ''Şemsi Bey''ile nişanlanır. Şemsi Bey de çok efendi, çok yakışıklı, çok cesur bir delikanlıdır. Zahide Hanım ilk olarak Ali'yi sonra da Münevver'i evlendirir. Ali de, Münevver de çoluk çocuğa karışmıştır, artık hepsinin mutlu yuvaları vardır, herkes mutludur. Umut denilen mucizenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamışlardır. Hayatın kurduğu tuzaklara karşı tedbirli davranmaya başlamış, oyunlara karşı temkinli olmaya başlamışlardır. ''En sonunda umut denilen ağacın çiçekleri açmış ve de meyveler vermeye başlamıştır.'' ''Güneş sadece umut edebilme kabiliyeti olan kişilerin yüzü suyu hürmetine doğar''

Umut Denilen MerhumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin