Evet sıra geldi yeni bölümümüze! Haftada bir bölüm standartlarındayız. Sınavlarım olsa dahi bölümler haftada bir gelecek. Bu bölümümüzün resmini RabiaIlhan yani Rabia'm yaptı. Pazar günü gelmesinin sebebiyeti ise BsteSu yani Beste'min süpriziyle oldu.Öyleyse iyi okumalar! HA UNUTMADAN BÖLÜM ŞARKIMIZA GÖZ ATIN!
3.Bölüm
‘’Nasıldı?’’ Yarım yamalak gülümsedim. Nasıl olması gerekirdi? Boştu. Sadece boş… Dansımı yapmış ve yollanmıştım. Bir kaç parça umudumda rüzgarla beraber savrulan güçsüz kum taneleri gibi uçuşup gitmişti. Ama bu benim için bir dünyanın sonu yahut yıkım nedeni değildi. Benim hayalim bambaşkaydı. Hayır. Konuşabilmek değildi. Konuşsam güzel olurdu. Sadece güzel mi? Muhteşem. ‘’Aslıhan?’’ Titredim. Abla, ablam. Sana ne ima etmemi bekliyorsun? Beden dilini bilmiyorsun! Bilsen ne değişirdi? Yine bir şey anlatamazdım. Onda dahi başarısızdım. Titremeye aralıksız devam eden bedenimi Begüm ablanın sırtına yasladım. ‘’Hadi,’’ dedi düz sesiyle, ‘’Evimize gidelim meleğim.’’ Bu ses tonu tanıdıktı. Duygularını saklamaya çalışıyordu. Ama ben anlayamayacak kadar aptal değildim. Onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Öyle ki, çok sevdiğim Polyannacılık oyunumuz değersiz kalmış, bir çocuğun büyüdüğünü sandığı zamanlar oyuncaklarını bir köşeye atması gibi, adeta en üst ve ulaşılamaz rafa konmuş ve yıllarca fark edilmeden tozlar içinde eskimiş, anıları da eskitmişti. ‘’Aslı, karışık iç dünyandan çık ve defterini eline al. Özet istiyorum. Tek kelimelik. Hadi bebeğim. Üzdüler mi seni? Üzeyim mi onları?’’ Bana uzattığı kareli spiral küçük deftere boş boş baktım. Derin bir nefes çektim ama bu sarsılan bedenime mani olmadı. Uyuşmuş sağ koluma hüküm verdim. Deftere uzandım, aldım. Titremem önce dalgalar boyu bedenimde dolandı. Son bir zangırtı ile duruldum. Kalbimin çarpık atışları normale döndüğünde yazma yetisini yeniden kazanmış edalarımı saklamadan defterimi önünde durduğumuz mavi vosvosun kaputuna koydum. Ne olursa olsun yanımdan asla eksik etmediğim kurşun kalemlerinden birini de uzattığında duraksamadan hızla elinden çektim. Tek kelime yeter miydi bana? Duygularımı anlatmaya?
*Hayalimi yaşadım. Mutluyum çünkü denedim. Mutsuzum çünkü korktum. Neden? Begüm abla, korkmamalıydım. Çok korktum. Onlar bana beklentiyle bakarken becerememekten çok korktum. Ama…*Durdum. Ondan bahsedemezdim. Hayallerim benim Dünyama aitti. Kimseye söylenemez ve kapağı kapalı sandığımda kitli olmaya zorunlu bırakılırdı. Başımı defterden kaldırdığımda gözlerindeki ifade devamına gerek olmayışının kanıtıydı.
‘’Hiç kimse korkusuz değildir. Cesarette korkudan farksızdır. Sen cesaretlisin. İşte bu herkeste bulunmayan bir özellik. Sen özelsin Aslıhan. Korkma. Zaten korktuğun için susmaya mahkumsun.’’ Göğsüme dolan acıyı sahte bir gülümsemeyle ört pas ettim. Haklıydı. Keşke doğru olmasaydı. Keşke ölmeselerdi. Keşke hatırlayabilseydim. Keşke bende ölseydim… Keşke…
*******************
Ekimin ilk günleriydi. Sonbahar, yazın son çiçeklerini de kurutup içimize işleyen soğukluğunu her fırsatta gösteriyordu. Bilgisayarın başında, acıklı bir dizi arıyordum. Üye olduğum forumlar, arkadaş siteleri hepsi şuan öyle boş, öyle gereksizdi ki. Tek istediğim aklımı karıştıracak ve gereksiz düşüncülerimi süzecek bir araçtı. Bir uğraş. Ama o beni bulmuyordu, bende onu. Bu gün her önüme geleni kırmamışım da sadece bir kamyonun altında ezilmişim gibi bir hisle dolu olmak garipti. Evet, herkesi kırmıştım. Suçlu kimdi? Elbette bendim. Düşüncesizlik, acı, hayal kırıklığı, yorgunluk… Hepsinin bir an da üzerime çullandığı ve benim yıkıldığım gündü. Masaya dayadığım dirseklerimi oynattım. Hareketsizlikten iki büklüm kalmış olamam umurumda değildi. Tek istediğim sabaha kadar ağlamak, çığlık atmak ve bir kum torbasına tüm gücümle saldırmaktı. Başımı ellerimin arasına aldım. Klavyenin harflerine öylesine bir bakış attım. A,s,d,f,g… Bunlar neden alfabetik sırayla değildi ki zaten?! İçimde kopan fırtınalara inat, cılız bir oflamayla başımı kaldırdım. Bebek mavisi odamın sadeliği içimi burktu. Sandalyemi geriye çekip ayağa kalktım. Sıcak bir kahve bana iyi gelecekti. Normal kızların aksine peluş hayvansız ve gayet sıradan olan terliklerimi ayağıma geçirdim. Çoğu zaman terlik giymezdim. Ama giyesim gelmişti. Mutfak, odamın hemen sağ koridoruna çıkınca salonun sağ tarafındaydı. Mermer tezgahın bir köşesine konmuş bulaşıklığın içinden temiz bir kupa çıkardım. Kettle’a koyduğum su ısınınca ambalajından çıkarıp dökmüş olduğum tozun üzerine, sıcak suyu boşalttım. Çay kaşığım üstlendiği görevi laikiyle yerine getirdiğinde geriye sadece bir yudum almak kalıyordu. Dumanı tüten kahvemden küçük bir yudum aldım. Ah… Ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerim açıldığında dünya daha bir canlı geldi. Daha bir yaşamaya değer… Gülümsedim.
Sıcak bir kahve bana iyi gelecekti.
***************
İki elim karın boşluğumda, dik sırtım sandalyenin korkuluklarına yaslı olarak aldığım derin nefesle göğsümü değil karın bölgemi genişletiyordum. Nefes almaya devam ettim.
‘’Şimdi sssss diye bırak.’’ Dedi Cevahir Abi. Nefesimi yavaşça dışarıya vermeye başladım. ‘’Başın dönerse serbest kal.’’ Dedi. Bir sorun yoktu. Ama birden tıkandım. Geriye kalan havayı öksürerek çıkartıp başımı Cevahir abiye çevirdim. ‘’Günde kaç defa yapacaktın?’’ diye sordu anlamlı bakışlarını yüzümden çekmeden. Baş ve serçe parmağımı avuç içime büküp geriye kalan üç parmağımı havaya kaldırdım. Gülümsedi. ‘’Seans bitti. Haftaya görüşürüz.’’ Ona elimi salladım ve oturduğum sandalyeden kalktım. Su, abisine saniyelik bir zaman diliminde sarıldı.
‘’Görüşürüz abi! Bu gün Hande’yi okulundan ben alırım.’’ Su’yun neşeli sesine kıkırdadım. Bu demek oluyordu ki, Hande’nin şu özel dilsizler okuluna gidecektik. İçime düşen burukluğu hızla ittim. Ben normal bir okula gidiyordum. Normal arkadaşlar ediniyordum. İşte kasabamızın iyi yönü buydu. Yazıktı Hande’ye.
‘’Görüşürüz kızlar. Ha bir de Aslıhan. O sesleri çıkarmayı dene.’’ Cevahir abiye son kez başımı salladım ve odasından çıktım. Su, çoktan koridorda tepinmeye başlamıştı.
‘’Gidelim, Hande’yi de alalım, güzelce kahve falan içeriz. Ona da çikolatalı süt alırız. İçimizde ısınır.’’ Yeni öğrendiğim bir kelimeyi Su’ya anlatmayı denedim.
*Waffle’da yer miyiz?*
‘’O kadar param yok.’’ Dedi burnunu kıvırarak. Kelimeyi doğru anlatmış olmanın mutluluğuyla ellerimi çırptım. ‘’Param yok diye mi seviniyorsun sen? Gıcık şey!’’ Kıkırdadım. Parmaklarımı şaklatıp ellerime odaklanmasını sağladım. ‘’Ha anladım! Demek beden dilini ilerlettin. Eh yorgunum. Şıp diye çakamam ya.’’ Ona sadece gözlerimi devirdim. O sırada klinikten çıkmıştık. Soğuk bir rüzgar büyük meşe ağcını sallandırarak bir kaç yaprağın yavaşça süzülüşüne sebebiyet verdi. Soğuğa aldırmadan yüzümü rüzgara döndüm. Salık bıraktığım kumral saçlarım uçuştu. Su siyah deri ceketine sımsıkı sarıldı.
‘’Gitsek diyorum.’’ Başımı ona çevirdim. Cebinden kent kartı çıkarmış bana doğru sallıyordu. Durağa doğru yürüdü. Arkasından ilerledim. İçimde garip bir his vardı. Kötü değildi. Ama iyi de değildi. Neydi bu his? Kıpır kıpırdım. İçimde coşan ve açığa çıkmayı bekleyen dans figürlerini zorlukla bastırdım. Su durağın oturaklarından birine oturmuş yanında yerimi almamı beklercesine bana bakıyordu. Yutkundum. Oturmak istemiyordum. Bir şey beni engelliyordu. Dişlerimi gıcırdattım. Rüzgar sırtımdan geçerek saçlarımı yüzüme adeta fırlattı. Buz tutmuş ellerimi beyaz montumun ceplerine soktum. Bedenimi saran kıvılcım ürkünçtü. Su gelen otobüsle ayağa kalktı.
‘’Sen önden bin, senin kartın yoktur şimdi.’’ Otobüsün merdivenlerini çabucak tırmandım. Su önce bana sonra kendine bastı. Otobüste yer olsa dahi ayakta kalmayı tercih ederdik. En ortada kalan boş alana yürüdüm ve kırmızı demire tutundum. ‘’Üşüdün mü?’’ dedi. Başımı iki yanıma salladım. ‘’Tamam.’’ Otobüs hareket etti. Binaların yerini ağaçlar aldı. Ağaçların yerini binalar. Döngü içerisinde duraklar geçildi, bulutlar yer değiştirdi. Gökyüzünde bir kaplan gördüm. Sonra tek boynuzlu bir at. Gözlerim yeryüzünü bulduğunda duran otobüsün şeffaf camına yansıyan yüzle tüylerim diken diken oldu. O mavi gözleri nerede görsem tanırdım. Dansıma eşlik eden o ince yapılı ama bir o kadar güçlü beden koşarak karşı caddeden benim bulunduğum caddeye geçtiğinde gözlerim büyümeye devam etti. Otobüsün önünde durduğu zaman ayaklarım titremeye başladı. Otobüse bindi. Demire daha çok tutundum. Bana doğru yürüdü. Su’ya baktım. Hiç oralı olmamıştı. Kulaklıklarını takmış benimle ve tüm dünyayla irtibatını kesmişti. Ritimsiz kalp atışlarımın duyulmamasını umdum. Önümden geçti, gitti… Bedenimin her bir köşesine çarpan koku yeni bir temasla tenime işledi. Çabucak sıcak ellerini soğuk ellerimden çekti. Bir kaç santim uzağımdaki demiri kavradı. Gözlerimi yumdum. Bu yolculuk çok uzun olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dinle Sevgili
Teen FictionDinle Sevgili Engelli olmak bir şeyi değiştirmiyordu. Çünkü önemli olan insanın bir kalbi olmasıydı. Ve ben onca kalpsiz ve ruhsuz bedenin arasında onu gördüm. Sessiz dünyamın melodisini. Dinle sevgilim. Duy sesimi. Bu haykırışlar senin için. Kimse...