~

14 3 2
                                    

Ben hala seni ilk gördüğüm o andayım. Hala o yağmur sonrası, toprak kokulu akşamdayım. Hala rüzgâr saçlarınla oynaşmakta ve sen, zülüf zülüf gözlerinin önüne dökülen saçlarını düzeltmektesin. Ve hala o sarmaşık gülleri gölgelemekte ay nakışlı yüzünü. Bense, hala gizliden gizliye sana bakmaktayım. Beni fark etmesen de uzaktan uzağa sana akmaktayım.

Dön artık. Sende kalan aklıma söz geçmiyor artık. Yüreğim, kahredici bir hasretin kucağında muzdarip… Yokluğunun acısı dalga dalga uzanıyor göz çukurlarıma ve Fırat taşıyor çöl yangını benzime. Ateşe tutulmakta yüreğim. Damarlarımın kanı çekilmekte… Hemen şuramda, sol yanımda susuzluktan kurumakta bir gonca… Kerbela dirilmekte ruhumun coğrafyasında… Ve ihanet… Ve terk edilmişlik… Ve aşk vadisinin kurak çöllerinde yanmak başlı başına…

Ruhumun nehirlerinden hasret akmakta ve kaybetmişliğin o zehirli buğusunu solumakta nefesim. Rüzgârlar dolusu yalnızlık… Yağmur yüklü bulutlar ve kahır yüklü yağmurlar yakmakta kalbimin hasadını. Yani beni… Yani seni… Yani, aşk lafsını giydirdiğimiz bütün dilimini zamanın… Bir bedene hapsedip gittiğin iki ruhun baharını… Baharımı…

Akrep sancılı zamanın kıskacında bıraktın beni. Arkanı dönüp gittin sessizce. Bir veda sözcüğü kurmaya dahi zaman ayıramadın ve susturdun kalbinin dilini. Harfleri susturdun, heceleri susturdun… Bana dair kurduğun cümleleri yutkunup, içimdeki karanlığa uğurladım seni sessizce. Mecalim tükendi ve “çabuk gel” demeğe bile takatim kalmadı ardından bakarken.

Gözlerim kangren kâbuslara uyanmakta… Çığlık gibi düşmekte ismin kulaklarımın karanlık mahzenine… Gözlerimin sönmeğe yüz tutmuş ferinde titremekte hayalin ve zaman tükenmekte… Lacivert bir gurbetin adressiz çıkmazında pusuya yatıp beklemekte beni yalnızlık…

Siyah beyaz bir ihanettir şimdi aşkın adı. Renkleri sürgün yemiş bir tabloyu yaşamaktır seniz hayat. Vuslata dair kurulmuş sözcüklerin, bekleyeni kalmamış gitmelerin ve sılası olmayan gurbetlerin hesabına, tek hece bir mahpusluğu yaşamaktır sensiz zaman. Aşka dair imkânsız sözcüklerin lehçesi olmaktır…

Hoşça kal… Giderken boş yere paraladığın bu güzelim sözcük… Anlamını bilerek mi söyledin, adet yerini bulsun diye mi anlayamadım. Beni, sınırları bana ait olmayan bir yürek zindanına hapsedip giderken mi hoşça kal… Beni, özneliğini yüklendiğim bütün yalnızlıkların boşluğuna bırakırken mi hoşça kal… Oysa sen yokken boş kaldım. Anlamsız kaldım… Anlamını giydiğim bütün ayrıntıların anlamsızlığını giydirirken mi hoşça kal…

Şimdi hayatın musallaya bakan yüzünde beklemekteyim seni. Her şeye rağmen… Çektiğim bütün acılara rağmen… Kalbimin satır aralarına düştüğün ihanetine aldırış etmeden beklemekteyim. Tadında bırak ayrılığı. Gittiğin sessizliği, anlamsızlığı ve hoyratlığı giyin gel artık. Bilmiyorsun… Gittin ama sen öyle sanıyorsun. Gittiğini zannetme. Giderken daha bir kaldın yanım da. Kaldığından haberin dahi yok… Hala bende, kalbimin en ince telinde sızlıyorsun. Sen de benimle birlikte döneceğin günü sayıklıyorsun.

'Hüzün Çiçekleri 'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin