Hayat zordu.
Hayat zalimdi.
Hayat umulmayandı.
Hayat bilinmeyendi.Sıcak ışık huzmeleri tenimi kavururken tek yaptığım saçma bir şezlong sefasıydı. Bunu hak ettiğimden bile emin değildim.
Küçük şehrimin büyük insanlarındandım. Ölçülecek bir büyüklük değildi bu. Ne zenginlikten bahsediyorum ne de cüssemden. Görseniz dalga geçeceğiniz bir boyuttayım aslında. Beni büyük yapan neydi? Sanırım sevgim.
Çevremdeki sahte aşklara, yapay gülümsemelere inat, en içten duyguları besliyordum içimde. Dışarıdan sorumsuz görünen yapımın altına sakladığım büyük hislerim vardı. Akşam haberlerde 'yazık olmuş' diyip geçilen olaylara ağlamışlığım, soğukta gördüğüm montsuz bir çocuğa sıcak kollarımı açmışlığım vardır. Neyse, konumuz yaptığım şeyler değil. Gerçi, konumuz ne? Ben de bilmiyorum. Tek bildiğim, yazın sıcak havasında kendimi yakmaya çalıştığım.
Yeterince yandığını düşündüğüm sırtımı, güneşin sıcak ellerinden çektim. Yüzümü güneşe dönerken gözlüğümü çıkarttım. Kısa saçlarım, mavi havlumun üstünde yayılırken, rahat bir pozisyon için biraz hareketlendim.
"Gidiyoruz Aysu. Toparlan artık." Annemin katı sesi kulaklarımı doldururken, tek gözümü açıp etrafımı kontrol ettim.
Normalde erken gitmek için ben zorlardım ama annem beni şaşırtarak bu işi kendisi yapmıştı. Dünya mı tersine dönüyordu yoksa küresel ısınma sadece kutupları değil, annemin buzdan kalbini de mi eritmişti?
Bacaklarımı hareketlendirip doğrulduğumda, annemin çantasını toplamasını seyrettim bir süre. Acelesi var gibi davranıyordu. Sarı, kıvırcık saçları, yüzünü saklarken görüşüne engel oluyordu ki arada bir eliyle geriye tarıyordu kahküllerini. Tombul, kısa parmakları eline aldığı beyaz şişeden bir damla güneş kremi çaldı. Kavrulmaya başlamış beyaz tenine yedirirken söyleniyordu.
"Her seferinde bronzlaşmak için geliyorum. Sonuca bak! Karamel olalım derken domates olup gidiyorum şu tatilden." Ela, büyük gözleri beni buldu. Kaşları çatılınca anladım azar yiyeceğimi.
"Ne duruyorsun öyle? Toplan demedim mi ben sana?" Başımı sallayıp ayaklarıma terlikleri geçirdim.
Sevmiyordum şu mereti. Parmağımın arasına giren bir şey nasıl rahat olabilirdi ki? Hem ayak yapısını da bozduğu söylenen bir şey bu. Ama olur mu? Sevtap hanımın dediğini yapmak zorundaydım. Güzelliğim için ayaklarımdan vazgeçmem gerekse bile, o terlikler giyilecekti.
Üstüme beyaz şifon bir elbiseyi geçirip ayaklandım. Çanta sorunum yoktu. Buzullar kraliçesi benim yerime her şeyi düşünüyordu zaten. Bana kalan tek şey ise, yaşamaktı. Aslında, bu da zor bir zaanat bana göre. Kendi istediğiniz şekilde yaşayamadığınız bir hayat, istemeden çalıştığınız bir işten farklı değildi. Yani değildir diye düşünüyorum. Henüz çalışma fırsatım olmadı sonuçta.
Belki de en büyük sorunum buydu. Fazla imkanım olması ama hiç istediğim bir şeyi yapmamamış olmam. Doğru bir örnekleme yaparsam, bu, kesinlikle altın kafesteki kuş olmaktı ve ben, artık uçmak ve kendime bir kafes yapmak istiyordum.
Annemin küçük bulduğu ama çoğu insanın saray betimlemesi yaptığı yazlığa girdiğimde ilk iş terliklerimi fırlatmaktı. Fatma teyzeye bu şekilde zorluk çıkarıyordum belki ama biliyordu o beni. Annemin zoruyla yaptığım şeylere tepkimi, annemden daha iyi bilirdi. Nereye gitsek bizimle gelirdi kadıncağız. Küçüklüğümden beri bizimle olması, onu benim gözümde öz teyzem yapıyordu.
Odama yönelmiş, merdivenleri çıkarken annemin sesini duydum.
"Üstünü değiştirip gel. Önemli bir konuyu konuşmamız gerek."
Birkaç saniye bekledim. Herhangi bir emir daha geleceğini düşünüp adımlarıma ara vermiştim. Beklediğim atak gelmediğinde bıraktığım yerden devam ettim adımlarıma.
İçi altın ve pembeyle döşenmiş bir odam vardı. Bilin bakalım kimin zoruyla? Ding ding! Doğru cevap. Annem.
Odada sevdiğim tek şey olan siyah perdelerimi çekip, öğle güneşinde kavrulan odamı bir nebze korumuş oldum. Ellerim üstümdeki elbiseye giderken adımlarımı büyük gardroba çevirdim. Beyaz kapağı açtığımda, düzenli bir görüntüyle karşılaştım. Ne kadar dağıtırsam dağıtayım, günün sonunda yine bu manzarayla karşılaşıyordum. Ben de kendi dağınıklığımda kaybolmak, sorumluluğumu yerine getirmediğim için azar işitmek istiyordum ama anneme göre bunun için fazla zengindik.
Paradan ve getirdiklerinden nefret ediyordum. İnsanlar, hiç hak etmedikleri şeyler alıyorlardı. Saygınlık, samimiyet, mutluluk... Sahte dünyalarında Lale Devri yaşıyorlardı. Ne zaman bir isyanın çıkıp bu devri bitireceğini bilmeden.
Toz pembe tişörtü elime alıp çekiştirdim. Bunu da sevmiyordum. Annem esmer olduğum için açık renk kıyafetler giydiriyordu zorla. Güneş altında kararmış bir tenden bahsetmiyorum. Evet, bunu da neden yaptığımı bilmiyorum ama saatlerce yatıyorum güneş altında.
Doğuştan esmerdim. Babamdan aldığım tene, annemden aldığım kıvırcık saçlar eklenmişti. Ergenlikten sonra kıvırcıklaşan saçlarımı zapetmeyi geç öğrenmiştim. Yine de yaz gelinde kendi haline bırakıyordum.
Kimden olduğunu bilmediğim iki büyük koyu kahve gözlerim vardı. Bir insan vücudu için bu kadar büyük gözler bence fazlaydı. Pembe yanaklarım, hiçbir makyaj malzemesinin yapamayacağı kadar doğal duruyordu yüzümde. Ah, bunu babamdan almıştım.
Annem gibi kısaydım. Boyumun uzaması için voleybol ve basketbola gitmiştim. Nafile. Geç kaldığım için uzamam durmuştu. Bir buçuk metre bir kız olarak hayata devam edecek olmam annemin suçuydu. Beni spor yerine baleye göndermişti. Hayalinde hanım hanımcık bir kız çocuğu vardı. Karşısındaysa, ne olduğu belirsiz isyankar bir erkek çocuğu kırması kız.
Siyah şortumu alıp kızarmış bacaklarımdan geçirdim. Artık aşağı inmem gerektiğinin bilincindeydim. Ayaklarım geri gitmek istesede odamı terk ettim. Dönen merdivenlerden inerken salondan gelen sesleri duyabiliyordum. Pardon, sadece annemi duyuyordum.
Babam koltukta yayılmış otururken kollarını, sırtını yasladığı yere dayamıştı. Gözlerini kapatmış, annemin bağırışlarına katlanmaya çalışıyordu. Annemse bir oraya bir buraya, hiddetli hiddetli yürüyordu. Şaşırmamıştım. Genel "konuşma" sahnemiz bu olurdu. Sahnede bir ben eksiktim şuan. Genelde babamın yanında oturur, onun gibi annemin bağırışlarına dayanmaya çalışırdım. İnanın bana, bu çok zor bir işti.
"Bu kızın oralarda ne işi var? Biz böyle anlaşmamıştık." Annem ellerini saçlarına geçirirken, konuyu anlamıştım. Üniversite seçimimden bahsediyorlardı.
"Bir gelsin konuşuruz. Lütfen artık sakinleşir misin?"
"Ne sakinleşmesi? Kızımız, bizden habersiz, Kore'de okumak için başvuru yapmış. Adamlar mıcıkop mudur mıyonkop mudur, o sınav için çağırıyor. Biz bunu daha yeni öğreniyoruz."
Adımımı odaya attığımda babamın bakışları beni buldu. Normalde, anneme karşı geldiğimde, babam tek destekçim olurdu ama bu sefer, ona söylemeden yapmıştım bu işi. Yanımda birini bulabileceğimden emin değildim.
"Gel buraya Aysu. Çabuk, bunun ne demek olduğunu bana açıkla." Annem elindeki zarfı ayaklarımın önüne fırlattığında, içindeki belgeler yere saçıldı. Eğilip hepsini topladım. Başlığı dikkatimi çeken bir kağıdı açtım. İngilizce yazılmış bir paragraftı.
Özetlemek gerekirse, mülakat için çağırıyorlardı. Konuşmama ve birkaç sınavıma bakacak ve beni alacaklardı.
Yüzümde büyüyen gülümsemeyi durduramadım. Durdurmamalıydım da. İlk defa, içten gelen bir gülümsemeydi. Mutluydum. Sahte Lale Devri'nin tek gerçek gülümsemesiydim.
Başımı kaldırdığımda annemin kızgınlıktan iyice irileşmiş elalarıyla karşılaştım. Doğru, bir açıklama yapma zamanıydı.
Bakışlarımı babama çevirdim. Gözlerindeki beni yanına çağıran, dile dökülmemiş sözcüğü gördüğümde, bacaklarımı kımıldattım. Bedenimi yumuşak kestane rengi koltuğa bıraktığımda babamın kolu omzuma düştü. Belli belirsiz sıktı tenimi. Buradayım diyordu. Ondan habersiz bir şey yapmış da olsam, benim tarafımdaydı.
Sırtımı biraz dikleştirdim. Konuşma için boğazımı temizledim. İşte başlıyorduk.Yeni bir hikaye ile tekrar sahalardayım. Desteğinizi eksik etmeyin lütfen.~~~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Korkak Karanlık ~Jeon Jungkook~
FanfictionÖnüne gelen küçük fırsatları değerlendirmeli insan. İsteğine koşarak gitmeli. Hayallerinin peşini bırakmaktan korkmalı aslında. Hayallerinin peşinden koşan bir kız... Yolları kesişen bir çocuk... Güzel anılar için verilen savaş...