Kara Şövalye

1.2K 35 7
                                    

"Tamam, anne. Evet, burası çok güzel. Gerçekten iyiyim." Kazağımı parmaklarıma kadar çektim, buğulu camı sildim ve sisli caddeye baktım. "Şu an neredesin?" Telefonu kulağımda sabitledim.

"Otobüsteyim." Otobüs garip bir ses çıkararak durdu. Daha inmeyecektim ama annemle konuşmak şu an içimden gelmiyordu. Saat sabahın altısıydı. Sabah insanı değildim ve ben neşeli olmayınca da bir şeylerin ters gittiğini zannediyordu. Her sabah hiç bıkmadan beni arıyordu. Akşamları aramasını söylesem de tabii ki beni dinlemiyordu. "Anne, benim inmem lazım. Seni seviyorum, görüşürüz." Telefonu kapatıp sırt çantamın içine attım. Nefesimi dışarı verdim, ağzımdan çıkan duman şeklini seviyordum. İnsan kendini sigara içiyor gibi havalı hissediyordu ki sigarayı seven birisi değildim.

Yolcular binmeye başladı. Sıkıntıyla yerime sindim. Çok boş yer vardı, sabahın körü olduğu için bu normal bir şeydi, zaten ben en arkada, en köşede oturuyordum.

Çantamı yastık görevi görmesi için başımın arkasına koydum. Uyumayacaktım. Eğer uyursam bir daha uyanamazdım. Uykumun geçmesi umuduyla gözlerimi ovuşturdum. Otobüsün kapısı kapandı. Son binen çocuğa takıldı gözlerim. Gözlerini otobüste gezdirdi. Bir anlığına da olsa gözlerimiz buluştu. Kabul etmek zorundayım ki oldukça yakışılıydı. Ela gözlerini önümdekini koltuğa dikti. İnsanların her hareketini izlemeyi ve analiz etmeyi seviyordum ama bu çocuğunkine daha da dikkat etmiştim. Botları zeminde tok bir ses çıkarıyordu.

Soğuktan katılaşmış dudaklarımı ıslattım ve nefesimi güçlü bir şekilde dışarı verdim. Beyaz sis gibi buhar yavaş yavaş havalanmış ve çocuğun gözleri önünde kaybolmuştu. Anında başımı camdan yöne çevirdim. Bir kerelik kendimi rezil etmesem ne olurdu sanki? Çocuk önüme oturdu. Arkadan görüntüsüne baktım. Gece karası saçları insanın içinde onlara dokunma isteği uyandırıyordu. Saçını havaya dikmeye çalışmıştı ama herhalde erkenden uyandığı için saçını yapmaya fazla zaman ayıramamıştı. Saçı dağınık dursa da bu hali bile yakışıklıydı.

Telefonum yüksek sesle çalmaya başlayınca uyuyan veya uyumaya çalışan insanlar sert bakışlarını üzerime dikti. Çantamı kaptığım gibi telaşla telefonumu aramaya başladım. Neredeydi bu? Elim ayağım birbirine dolanmıştı. Telefon elimden fırladığı gibi yere düştü ve önümdeki koltuğun altına kaydı. Küfür etmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. En azından melodi susmuştu. Çantamı sessizce yanımdaki koltuğa koydum.

Hani kendinizi dünyaca ünlü bir görevde, en ünlü ajan gibi hissedersiniz ya, ben kendimi şu an ondan da önemli hissediyordum. O derece bir şey. Eğildim, iki büklüm olarak telefonuma uzandım. Ulaşamıyordum. Tam parmaklarımın ucundaydı. Yine de ulaşamıyordum işte. Gözümün önüne düşen saçı üfledim. Dudaklarımı kemirmeyi bırakıp bir kez daha ulaşmaya çalıştım. Koltuğa tutunup destek aldığım elim kaydığında kendimi popo üstü yere yapışmış şekilde buldum. Telefonum çocuğun iki ayağının arasında duruyordu. Sinirle soludum. Kesinlikle dünyanın en şanssız insanı bendim.

Sakinleşmek için gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım. Ya da daha fazla. Gözlerimi açtığımda ise o yoktu. Botlar yoktu, telefonum yoktu. Çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Üstten bir ses duyuldu. O kadar kadifemsiydi ki bir insanın böyle bir sesi olabileceğini ilk hayal edemedim. Kara şövalyem gelmişti.

Kara Şövalye [Düzenleniyor]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin