11 Nisan 2016Pazartesi
O günden beri onunla karşılaşırım umuduyla hep 8.14 metrosuna yetiştim ve hep ona bindim. Ama onu hiç görmedim. Sanki hiç var olmamış gibiydi.
Aradan günler, haftalar hatta aylar geçmişti. -Kesin konuşmak gerekirse 48 gün.- Ve ben onu neredeyse unutmak üzereydim ve onu unutmamın düşüncesi bile bedenimdeki her bir hücreyi dondurmaya yetiyorken onu tamamen unutmak... Düşüncesi bile yasak olmalıydı.
Sabah kalktığımda onu görme umudum kalmadığından yavaş yavaş hazırlandım. Banyoya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynadan bana bakan yansımama baktım. Fırtınalı gecedeki deniz gibi hırçın kahverengi saçlarımda, simsiyah sonlara doğru keskinleşen kavisli kaşlarımda, saçlarımla adeta dans eden koyu kahve gözlerimde, yeni uyanmanın yan etkisi olan mor gözaltı torbalarımda, küçük burnumda, çıkık elmacık kemiklerimde, içeri çökmüş gergin yanaklarımda, çok fazla dolgun olmayan soluk tozpembe dudaklarımda, kısacası esmer yüzümün her bir zerresinde gezindi gözlerim.
Yüzüme bakmayı sevmediğimden, yüzüme bu kadar uzun ve detaylı baktığıma şaşırıp gözlerimi kaçırdım aynadan. Islak suratımı kurulayıp odama döndüm. Odaya ışık sağlayan pencereye doğru ilerleyip camı açtım. Rüzgâr anında suratıma çarptı ve gözlerimi kapatmamı sağladı.
Pencereyi açık bırakıp gardırobumun karşısına geçtim. Üstüme V yaka uzun kollu siyah tişörtümü geçirdim. Altıma ise koyu renk kot pantolonumu geçirdim. Kulaklığımı, anahtarlığımı, giriş kartımı ve diğer gerekli eşyalarımı sırt çantamın içine attım. Telefonumu pantolonumun cebine koydum. Siyah ayakkabılarımı ayağıma geçirip çantamı ve askılıktan montumu alıp dışarı adımımı attım.
Kahvaltı etmemiştim. Her zamanki gibi.
Çantamdaki kulaklığımı çıkartıp telefonuma taktım ve Spotify hesabıma dün indirdiğim Frank Sinatra'nın albümünü açtım. Onedio'daki bir teste göre düğünümde çalması gereken şarkı olan "Can't Take My Eyes Off You"nun melodisi kulağımı doldurunca gülümsedim. Bu şarkıyı seviyorum.
İş yerime doğru yürürken -Evet artık metroyla gitmiyordum. Çünkü umudumu kaybettim- etraftaki sağa sola koşturan insanları izliyordum. Hepsinin bir yere yetişmesi gerekiyordu. Hepsinin farklı hikâyesi vardı.
Ben yürümeye devam ederken şarkı - kim bilir kaçıncı kez - değişti. Ve o an kafama dank etti. Ben Frank Sinatra'nın sadece tek bir şarkısını biliyormuşum. Bu benim için büyük bir kayıptı. Çünkü böylesine kaliteli sesin sadece bir şarkısını bilmek... Büyük utanç kaynağı. En azından benim için.
İş yerinden içeri adım attığımda saat 8 buçuktu. Erken gelmiştim. Hemen imzamı atıp asansörle yukarı çıktım. Yoğun bir gün beni bekliyordu.
~~~~~~~~~~~
Akşam şirketten erken çıkmıştım. Çünkü işlerimi bitirmiştim. Boş boş beklemeye gerek yoktu. Kulağımda kulaklıkla evime doğru yürümeye başladım. Bir süre sonra yine onu düşündüğümü fark ettim. Onu düşünüyordum ama yüzünü gözümün önüne getiremiyordum. Ona dair aklımda kalan sadece Kırmızı Fularıydı.
Ona hala Kırmızı Fularlı Kadın diyordum.
Bir süre sonra onu düşünmeyi bıraktım. Çünkü eskiden okuduğum ilkokulunun önünden geçiyordum. O anda eski anılarım ince rafın üstündeki beton misali üstüme yıkıldı. 8 yıllık anı bulutu. Altında neredeyse eziliyordum.
İşte o an yaşlandığımı fark ettim.
Okulun aşağısındaki yolun kenarında ışığın yanmasını bekliyordum. Işık yandığında önümden geçen bir kadın silueti yolun ortasında durmamı sağladı. Ezilmemek için karşı tarafa geçip kadının olduğu yere baktım.
Bu oydu.
Kırmızı Fularlı Kadın.
Ve benim olduğum yerin tam tersi istikametine doğru yürüyordu. Ama omzunun üstünden bana bakıyordu. Onu görmenin şokuyla olduğum yerde duruyordum. Ona bakakalmıştım. Simsiyah giyinmişti. Siyah bir bluz, siyah kaban ve siyah pantolon. Koyu kahve saçları bu sefer açıktı. Sırtından aşağı dökülüyordu. Neredeyse beline ulaşıyordu. Üstündeki tek renkli şey boynundaki kırmızı kolyeydi. Kolyenin desenini anlayamadan uzaklaştı.
Arkamı dönüp evime doğru yürümeye devam ettim. Bir kez daha onunla tanışma fırsatını kaçırmıştım. Hem de benim salaklığım yüzünden. Gözlerimi kıstım ve aklıma gelen fikirle arkamı dönüp onun gittiği yöne doğru koştum.
Onu en son gördüğüm noktaya geldiğimde etrafıma bakındım. Onu kaybetmiştim. Son bir umutla tekrar etrafıma bakındım. Ama yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Yine kaybolmuştu. Sanki hiç var olmamış gibi.
Eve gitmek için arkamı döndüğümde o burnumun dibinde duruyordu ve gözlerini gözlerime dikmişti. Gözlerinde merak vardı.
"Seni metroda görmüştüm. Bana bakıyordun..." Sesi çok güzeldi. Ne kalındı ne de ince. Sesinde yatıştırıcı bir ton vardı.
"...Bugün de bakıyordun. Neden?"
Neden mi? Çünkü güneş gibi parlıyorsun. Gözlerimi yakıyorsun ama gözlerimi senden alamıyorum.
"Özür dilerim." Kafamı yere eğdim.
"Neden özür diliyorsun?" Şaşırdığı sesinden belli oluyordu.
"Niyetim seni rahatsız etmek değildi." Hala yere bakıyordum.
"Öyle bir şey demedim." Kafamı kaldırdım. Gülümsüyordu. Rahatsız olmadığını söylüyor ve üstüne gülümsüyordu. Şuanda ölebilirdim.
"Şimdi bana cevap ver neden bana bakıyordun?" Gözlerimi gözlerine diktim.
"Çok güzelsin." Gözlerime bakarken yanaklarında renklenme oldu. Utanmıştı ama hala bana bakıyordu.
Göz temasını kesip ceplerinde bir şey aramaya koyuldu. Elini cebinden çıkardığında aradığı şeyin bir kalem olduğunu anladım. Kolumu tutup montumu ve tişörtümün kolunu katladı. Koluma dokunduğunda elektrik çarpmış gibi oldu. Bunu oda hissetmiş olmalıydı ki kaşlarını çatıp gülümsedi.
Koluma birkaç rakam yazıp tişörtümü ve montumun kolunu düzeltti.
"Bu numaram. Şimdi gitmem gerekiyor." Dedi ve yanımdan geçip gitti. Telaşla arkasından bağırdım.
"KIRMIZI FULARLI KADIN!" Şaşkınlıkla bana döndü.
"Bana adını söylemedin."
Kıkırdadı.
"Derin." Benim adımı sormadan arkasını dönüp gitti.
"Derin." Diye fısıldadım kendi kendime.
~~~~~~~~~~~
Gün biterken kafamı yastığa koyduğumda mutluydum. Çünkü eve gelir gelmez onun numarasını telefonuma kaydedip mesaj atmıştım. Oda bana geri dönmüştü. Uykuya dalmadan önce umudumu hiçbir zaman kaybetmemem gerektiğini düşünüyordum.
KIRMIZI FULARLI KADIN SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kağıda Damlayan Cümleler
Historia CortaBazen insanın aklına bir fikir gelir. Böyle olsa nasıl olurdu der. İnsan aklındakini unutmamak için türlü türlü yollara başvurur. Yazarlar bunu yazılarına döker, ressamlar tuvallerine çizer şairler ise bunlarla şiirlerini süsler.Akla gelen bu fikir...