Bir saat daha annemin zoruyla uyuduktan sonra kalktım ve üzerimi değiştirdim. Çözümleyici olduğumu gösteren armamı taktım ve pelerinimi giydim. Pelerinimde bir ejderha vardı. Krallığımızın sembolüydü ejderha. Armamda ise ankakuşu vardı. Ankakuşu çözümleyicileri temsil ediyordu. Nesillerdir atalarımız ankakuşunu kullanıyordu. Şimdi de bu arma benim olmuştu. Onu yakamda gururla taşımaya çalışacaktım.
Krallığımızda her mesleğin kendine ait bir sembolü vardı. Örneğin demircilerin sembolü ateşti, askerlerin sembolü kalkan, fırıncıların buğday, bitki yetiştiricilerin ağaç, annem gibi krallıkta çalışanların el ve öğretmenlerin de kitaptı. Ben hep öğretmen olmak istemiştim; edebiyat öğretmeni. Kitaplar hep ilgimi çeken şeyler olmuştu ve onlara bayılıyordum. Ama bu mümkün değildi. Eskiden krallığımızda mesleğini reddetmenin sonucu armasız olmaktı. Bu şekilde meslek diğer kardeşe geçerdi. Eğer reddeden kişi tek çocuksa ya da küçük kardeş ise o meslek onun elinden alınır ve kişi soyunu şoför, temizlik görevlisi gibi en uygun olduğu toplum hizmetine bırakırdı. Mesleğini reddeden kaç kişi olduğunu duysanız çok şaşırırdınız. Bu yüzden krallık yeni bir kural koydu ve bundan sonra mesleğini reddedenlerinin sonunun idam olacağını söyledi. Hem mesleğimizin bir soya ait oluşu hem de kardeşimin çok küçük oluşu yüzünden mesleğimi reddetme seçeneğine sahip değildim. İdamı hesaba katmamıştım, evet. Çok umursadığım bir konu değildi.
Hazır olduğumu hissettiğimde odadan çıktım. Annem ve kardeşim salonda beni bekliyordu. Annem beni görür görmez ayağa kalktı ve "Çok güzelsin." dedi. "Bunu söylemek ebeveyinlerin görevidir." dediğimde gözlerini devirdi. "Bence babama benziyor." dedi erkek kardeşim Serafin. Annemle birlikte ona baktık. "Haklı." dedi annem, "Seninle gurur duyardı. Tıpkı benim duyduğum gibi." sonra da gelip bana sıkıca sarıldı. Saçları boynumu gıdıklamıştı ama sıkıca sarılmaya devam ettim. Geri çekilince gözlerinin dolduğunu fark ettim. Ama kendini gülümsemeye zorladı. "Ben yüzümü yıkayıp geleyim." dedi ve banyoya doğru yürüdü. Kardeşimle koltuğa oturup birbirimize sarıldık. "Yani seni bir daha göremeyecek miyiz?" diye sordu. "Hayır tabi ki. Babam nasıl sürekli geliyorduysa ben de geleceğim. Hatta sana hediyelerde getiririm." dediğimde başını omzumdan kaldırıp bana baktı. "Bana daha önce hiç görmediğimiz bir şey getir olur mu?" dedi, başımı salladım. Başını omzuma geri koyduğunda gülümsedim.
Evden çıkıp saraya giden yola doğru yürümeye başladık. Sanki herkes bana bakıyormuş gibi geliyordu. Bu yüzden omuzlarımı dikleştirdim ve kendimden eminmiş gibi görünmeye çalıştım. Toplanma salonuna girdiğimizde neredeyse herkesin yerlerine oturmuş olduğunu gördüm. En öne, her zamanki yerimize, geçtik. Oturduğumuzda bir sandalyenin boş kalışı beni üzmüştü ama o sandalye de kısa sürede küçük bir erkek tarafından dolduruldu.
Kralımızın ölümü için yapılan anma töreninin ardından ayağa kalmam ve tahtın önünde durmam istendi. "Aleda, yeni çözümleyicimiz." diyerek insanlara tanıtıldığımda dik durmakta zorlandım çünkü bir bitki yetiştiricisi ayağa kalkıp "Ama bu bir kadın! Bize nasıl yardım edebilir ki?" dedi ve salondaki herkes de ona katılmaya başladı. "Sessizlik!" diye bağıran kişi kralın baş yardımcısı Aemulus'du. "Aleda bir yıldır her gün burada eğitim alıyor. Artık onun hazır olduğunu biliyoruz." tüm salon sessizliğe bürününce "Tören sona ermiştir. Sen kal Aleda." dendi ve salon tamamen boşalana kadar bekledim.
Beni sarayın içinde daha önce hiç görmediğim bir bölüme götürdüler. Bir kapının önünde durduk ve Aemulus dışarıda kaldı yani içeriye tek başıma girdim. İçerisi bir kütüphaneydi. Ve kavisli bir masanın etrafında üç yaşlı kadın vardı. Hepsinin yakasında da el şeklinde arma vardı. "Aleda?" diyen kadına doğru başımı salladım. "Hoşgeldin tatlım. Seni buraya çağırdık çünkü..."
"Aa Vita bu ne hız. Önce kıza kendimizi tanıtalım." dedi diğer kadın.
"Evet, Orsa haklı Vita." dedikten sonra yanıma geldi. "Ben Marcella." diyerek kendini tanıttı. "Diğerlerini tanımışsındır zaten." dediğinde gülümseyip başımı salladım.Bana bir bardak çay ikram ettiler ve bu odada konuşulacak her şeyin aramızda kalacağına dair bir yemin ettirdikten sonra konuya girdiler. "Biliyorsun kralımızın hiç kimseyle bir kan bağı yok. Bu yüzden her şey en baştan başlayacak." dedi Vita. "Yani tekrar taştan kılıç mı çıkarılmasını bekleyeceğiz?" diye sordum. "Onun gibi de denebilir ama bu sefer daha farklı. Marcella, günlüğü okur musun?"
"Pekala başlıyorum." dedi Marcella ve günlüğü okumaya başladı: "Taştaki kılıcın unutulmayacak bir efsane olarak kalacağını zannediyorlar hatta yerine başka bir şeyin geçemeyeceğini. Ama yanılıyorlar. Bir gün kılıçtan gelenin soyu bitecek ve yerine daha kudretli, daha zeki ve daha asil bir soy gelecek. Onun gösterişi ve inancı karşısında insanlar istemsizce diz çökecek. Kudreti gözünü karatmayacağı gibi adaletini de engellemeyecek. O geldiğinde ben de döneceğim ve sizin anılarınız olacağım."
Defterin kapağının kapandığını duyunca kendime geldim. "Evet, işte senin görevin de bu." görevimin ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Marcella, Merlin'in günlüğünden bir sayfa açarak defteri bana uzattı. Bir sandık çizimi vardı. "Aradığımız şey o sandıkta." diyerek beni aydınlattı Orsa. "İçinde ne olduğunu bilemiyoruz. Merlin de yıllardır kayıp olduğu için ondan da öğrenemiyoruz. Bu yüzden iş sana düşüyor. Yeni kralımızı sen bulacaksın." dediğinde üzerime çok büyük bir yük aldığımı hissettim.
Çay için teşekkür ettim ve odadan çıktım. Üçü de bana şans dileyip dikkatli olmamı söylediler. Tam odadan çıkarken Vita beni durdurup burada konuşulanları kimseye anlatmamam gerektiğini tekrar hatırlattı. Eğer herkesin bilmesini isteselermiş zaten törende anlatırlarmış. Aemulus'u buraya neden almadıklarını anlamıştım. Odadan çıktığımda onun hala beni beklediğini gördüm. "Sana ne dediler?" diye sordu. "Dışarıda karşılaşacağım şeylere yönelik bir moral konuşması yaptılar." dedim. İnanmış görünüyordu. Başını sallayıp onu takip etmemi söyledi. Toplantı salonuna gidiyorduk. Buraya bir kere babamla gelmiştim ama içeri girememiş kapının önünde askerlerle birlikte beklemiştim. Şimdi salona girecek kişi olmak beni hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu. Odaya bu sefer Aemulus ile birlikte girdim. Beş kişilik erkeklerden oluşan bir kurulun karşına oturdum. Odadaki tek dişi bendim. İçlerinden biri "Sen araştırmalarını tamamlayıp buraya dönene kadar ki bunun ne kadar süreceğini kimse bilemez, o zamana kadar krallığı bir yöneteceğiz. Eğer bu işi başarabilirsen krallıkta çok önemli bir yere sahip olacaksın ama önce yemin etmen gerek." diye sözünü bitirdiğinde beşi de ayağa kalktı ve yanıma doğru geldiler. Ben de ayağa kalktım. "Beni tekrar et," dedi bir başkası "Ben Çözümleyici Senon'un kızı Çözümleyici Aleda." dediğini tekrar ettim.
"Dışarıdaki dünyada yaşayacağım farklı deneyimlerin beni görevimden alıkoymasına ve geldiğim yeri unutturmasına izin vermeyeceğime, haftalar, aylar hatta yıllar bile geçse görevimi tamamlayana kadar pes etmeyeceğime ve krallığıma geri döndüğümde de dışarıda yaşadıklarım krallığımın geleneğine ve koyduğu kurallara karşı çıkıyorsa bunları asla ama asla kimseye anlatmayacağıma yaşamım üstüne yemin ederim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Absentis
RandomKral V. Arthur'un ölümünün ardından soyu tükenen kraliyet ailesinin yerine geçecek yeni bir kral aranmaktadır. Eski yöntemlere başvurulmak istense de Merlin'de öldüğünden kimseden yardım isteyemeyen halk ortada kalmıştır. Tek yardımcı olacak şey Mer...